Akif Emre

Akif Emre

Paris'te İstanbul Silüeti

Paris'te İstanbul Silüeti

Paris Kitap Fuarı'nın Fransız kültürünün etkisi ve de imajıyla kıyaslandığında mütevazı sayılabilecek bir havası var. Aslında "kendinden emin" bir kültürün kitap yayıncılığına akseden estetiği demek daha doğru...

Kitapların muhtevası bir yana dizayn ve kapak düzenindeki Fransız zevkine özgü tasarım harika. Baskıdaki titizliği takdir etmemek mümkün değil. Benzer teknik imkanlara sahip olmamıza karşın kitap yayıncılığımızı neden bu estetik seviyeye, kaliteye taşıyamadığımız sorusu önemli.

Fransızca konuşan dünyayı toplamış Fransızlar... Dil ve kültürlerine son derece önem veren Fransızlar için Fransızca ve Fransız kültürü yeryüzündeki egemenlik iddialarının en önemli araçlarından biri. Bu nedenle Paris Kitap Fuarı neredeyse farklı kültürlere kapalı bir fuar. Uluslararası olma iddiasına rağmen Fuar, Fransızca konuşan ülkelerle sınırlı kalmış. Eski sömürgeleri olan ülkelerin; yani bir şekilde resmi dili olarak ya da artık sömürgecilik mirası olarak Fransızca konuşan ülkelerin bulunması dışında uluslararası denmesini gerektiren bir boyutu yok. İngilizce yayınlar şöyle dursun, bir zamanlar sömürgesi olan ülkelerin diline ait yayınlar bile yok. Söz gelimi Cezayir standı var ama bu sadece Cezayir'deki Fransızca yayınların sergilendiği bir alan. İngilizce hakimiyetinin her alanı kuşattığı bir ortamda Fransızlar İngilizceyi adeta yok sayarak bir tür kültürel egemenlik rekabeti sürdürüyor. Benzer tutum İspanyolca konuşan ülkeler için de söz konusu. İspanyolların İngilizce başta olmak üzere uluslararası olma iddiası bulunan dillere karşı bir direnci var. Oysa İspanyolcanın İber Yarımadası'nda bile yaygınlaşması çok da eskiye giden bir olay değil.

Paris Kitap Fuarı'nda Fransız entelektüel hayatı ve yayın dünyasına dair gözlemlerde bulunmak isterken bu ortamda bile İstanbul'u konuşacağım aklıma gelmezdi doğrusu. Paris Kitap Fuarı'nda yapılan Nuri Pakdil Sempozyumu öncesinde Türkiye'nin UNESCO daimi temsilcisi Gürcan Türkoğlu ile ayaküstü konuşurken gündemimizi İstanbul silüeti meselesi doldurdu. Oysa Büyükelçilikten gelen bir diplomat olan Gürcan Türkoğlu ile Fransız-Türkiye ilişkileri, Fransız seçimlerinde yönelimin ne yönde olduğu gibi konuları konuşmayı düşünüyordum.

UNESCO'nun İstanbul'un silüetini korumak konusunda Türkiye'den taleplerini, hatta baskı denebilecek girişimlerini anlatırken paradoksal bir duruma dikkat çekti: Yabancılara karşı kültürel varlığını korumak konusunda duyarlı olması gerekenler, bu kez kurucuları arasında bulunduğumuz bir kuruluşa karşı kendi tarihi mirasımızı yok etmek konusunda direniyor.

Haliç'e yapılan metro köprüsü meselesi tamamen UNESCO'nun baskısı ile bir miktar olsun daha az zararlı hale getirildi. İlk projede 140 metrenin üstünde olan köprü görünümü nihayet 40 metre civarına alçaltılmış oldu.

Bir millet, tarihi ve kültürel mirasının korunması noktasında uluslararası baskıyla karşılaşıyor ve buna muahafazakar bir zihniyet direniyorsa postmodern dünyanın en büyük ironisi ortaya çıkıyor demektir.

Bunca tahribata rağmen dünyada en iyi korunan tarihi silüetlerden biri sayılan İstanbul silüetini ve tarihi dokusunu tahrip etmek konusunda UNESCO'ya direneceğimizi kim düşünebilirdi!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Akif Emre Arşivi