M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Domuzun Boynuna Mücevher Takmak

Domuzun Boynuna Mücevher Takmak

Muteber altı hadîs kitabından biri olan İbn Mâce'de, Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) şu hikmetli uyarısı yer almaktadır:

"İlim talebi (ilmi öğrenmek) her Müslümana farzdır. İlmi, ona layık olmayan kimseye öğretmek, domuzun boynuna mücevherler, inciler ve altınlar takmak gibidir."

İlimlerin en önemlileri din, iman, Kur'an, Sünnet, Şeriat, İslam ahlakı ilimleridir.

İnsan hem dünyasını, hem de ahiretini bu ilimlerle kurtarır ve ebedî mutluluğa nail olur.

Her Müslümanın, kendisini kurtaracak kadar ilmihalini öğrenmesi farzdır.

İslam ilimleri İslam medreselerinde öğretilir, öğrenilir.

Medreselerde, bir ucu Resullerin Seyyidine ulaşan icazetlere sahip ulema, fukaha ve müderrisler ders okutur.

Medrese öğrencileri icazet aldıktan sonra din alimi, fakih, davetçi olur.

Resulullah Efendimiz, ilim öğrenmeye liyakati olmayanlara ilim öğretilmesini kötülemiş, domuzun boynuna mücevher, inci, altın bağlamak gibi görmüştür.

Bu uyarıyı anlamak kolaydır da, hayata geçirmek çok zordur.

Birkaç örnek vermek istiyorum. Dört kuşaktan beri hırsızlık, yankesicilik, soygun, kapkaç yapan sabıkalı bir ailenin zeki ve sempatik bir çocuğu var. Siz bu çocuğa çilingirlik ilmini ve sanatını öğretirseniz ne olur?

Ahlak ve karakteri düşük bir kimseye din ilimleri okutursanız, o bunu ileride para kazanmaya, zengin olmaya alet edecektir.

Din ilimleri said kimselere öğretilmelidir.

Şakilere din ilimleri öğretilirse onlar dini içten çökertir.

Seksomanyak bir kimseye hipnotizma ilmi öğretilirse ne yapar? Tuzağına düşürdüğü kadınları ve kızları uyutur ve onlara tecavüz eder.

Ahlakı, karakteri, biojenetik yapısı; cevheri, tahtası, kumaşı tarikat ve tasavvufa müsait olmayan bir kimseye maneviyat ilimleri öğretilir, tasavvuf kültürü verilirse ileride sahte şeyh, sahte derviş kesilirek Müslümanları aldatmasına yol açılmış olur.

Din, iman, Kur'an, Sünnet, Şeriat ilimleri dünyevî maksat ve niyetlerle öğrenilmez. Bu ilimler sadece Allah rızası için öğrenilir.

İlahiyat fakültesine gidecek, ilim öğrenecek, sonra bu ilimlerle tefsir yazacak, dinî külliyatlar hazırlayacak bu yolla zengin olacak... Ne kadar bâtıl bir niyettir bu.

Peki niyeti ne olmalı:

Ben din, iman, Kur'an, Sünnet ve Şeriat ilimlerini Allah için öğreneceğim. Sonra bu ilimlerle Allah rızası için İslama ve Ümmete hizmet edeceğim.

Gerçekten sâlih ve muhlis bir alim Allah rızası için büyük bir din kitabı yazdı ve bunu basan yayınevi ona yüklü telif ücreti ödedi... Bu parayı ne yapacaktır?

İmamı Gazalî, İmamı Rabbanî, Bediüzzaman gibi bir ihlas abidesiyse bu te'lif ücretinin tamamını sadaka olarak dağıtır.

İhlasının derecesi düşükse, ihtiyacına yetecek bir miktarını alır, gerisini tasadduk eder.

Ehl-i dünya ise tefsir yazar, hadîs kitabı hazırlar, fıkıh külliyatı tasnif eder ve kazandığı paralarla mal, mülk tapu edinir, zengin olur.

İlimlerini dünyaya, paraya, zenginliğe alet edenler, kazanç getirmeyecek konularda kitap, risale ve makale yazmazlar.

Ehl-i dünya alimlerinin hizmetleri paraya endekslidir. Para ve menfaat var, hizmet de var. Para yok, hizmet yok!

Paraya endeksli bir kısım kötü alimler zalim sultanlara yağcılık ve yalakalık yapar.

Bir İslam ülkesinde din, iman, Kur'an, Sünnet, Şeriat hizmetleri para ve zenginlik için yapılıyorsa, oradaki Müslümanlar başlarına toprak saçsın.

Resulullah Efendimiz davetini para ve menfaat için yapmadı.

Ashabı ve Sâlih Selefler de din ve iman hizmetlerini para için yapmadı.

On dört asırdan beri gerçek ve ihlaslı din alimleri, fakihler, müfessirler, muhaddisler, gerçek şeyhler, kâmil mürşidler para, menfaat, zenginlik karşılığında hizmet etmediler.

Ashabın, daha sonraki büyüklerin içinde zengin olanlar vardı ama onlar bu zenginliklerini din, iman, Kur'an hizmetlerini alet ederek elde etmemişlerdi. Mesela Ebû Hanife hazretleri kumaş ticareti yapıyordu.

Subaylık mesleğini seçen bir kimsenin zengin olma hayali ve niyeti bulunmamalıdır. Geçimi için bir maaş alır, o kadar...

Söz uzadı... Özetliyorum:

Din, iman, İslam, Kur'an, Sünnet, Şeriat, fıkıh, ahlak ilimleri ruhen ve mânen çok soylu, çok yüksek karakterli gençlere öğretilmelidir ki, onlar ileride dine hizmet etsinler, dini şahsî menfaat ve nüfuzları için istihdam etmesinler.

Yazımlın başındaki hadîs-i şerife dikkat etmeyen Müslüman bir toplum sürünmeye mahkumdur.

* (İkinci yazı)

Titanic'te İyi Şeyler Yok muydu?

1912'de daha ilk seferinde buzdağına çarparak batan dev Titanic'te dünyevî bakımdan hayran olunacak şeyler yok muydu?.. Hiç olmaz olur mu? Bu gemi o zamanın tekniğine göre bir şaheserdi. Lüks salonları saraylar gibiydi. Süitleri, birinci sınıf kamaraları harika şekilde döşenmişti. Makinelere fennin harikasıydı. Gemide maharetli müzisyenlerden oluşan orkestralar vardı.

Yemek salonları dillere destandı.

Porselen, gümüş, kristal yemek takımları pahalı ve değerli idi.

Gemi bir lüks, ihtişam, şaşaa, debdebe meşheriydi.

Tarihte o zamana kadar böyle bir gemi görülmemişti.

Yeniliyor, içiliyor, dans ediliyor, kumar oynanıyordu.

Gemi ışıklar, müzikler, şen ve şuh kahkahalar, kadeh çınlamaları içinde okyanusta hızla ilerliyordu.

Gemide bir de kilise vardı. İsteyen birkaç ihtiyar orada ibadet ediyordu.

Bu gemi ilk yolculuğuna çıkmadan önce biri ne demişti:

"Bu gemiyi -hâşâ- Allah bile batıramaz!..."

İşte bu lüks, bu ihtişamlı, bu şaşaalı, bu yüzen saray gibi, bu orkestralı, bu gümüşlü, kristalli, porselenli gemi buzdağına çarparak ilk seferinde batmıştı.

Gemide güzel süitler, kamaralar, halılar, her biri birer sanat ve zanaat şaheseri mobilyalar vardı ama batmıştı işte.

Titanic'te bir uğursuzluk vardı.

Şu fânî dünyanın lüks meskenleri, lüks eşyaları, lüks orkestraları batışları engellemez.

Üzerinde lüks otoların rüzgar gibi uçtuğu lüks yollar.

Tayyarelerin konup uçtuğu lüks havaalanları.

Lüks meskenler, lüks siteler, lüks bahçeler.

Lüks hızlı trenler.

Lüks mutfak eşyaları, lüks sofralar, lüks giysiler.

Lüks cep telefonları., lüks televizyonlar.

Lüks yemekler, lüks tatlılar.

Lüks eğlence yerleri.

Denizlerde lüks yatlar.

Bütün bunlar batışları durdurmaz. Aksine hızlandırır.

Eski Roma'nın, Bizans'ın, Sodom ve Gomore'nin lüksünden, ihtişamından geriye ne kaldı? Birkaç taş, birkaç freskten başka...

Bütün lüks meskenler harap olmaya mahkumdur.

Bütün lüks arabaların sonu hurdalıktır.

Bütün lüks kişilerin dünyevî son durağı iki metrelik çukurdur.

Şu güzelliği dillere destan şuh, şen, şakrak genç kadın ne olacak?.. Cesedi mezarda çürüyecek, kuru bir iskeleti kalacak.

Lüks sofralarda tıkınanlar birkaç saat sonra lüks tuvaletlerde ıkınacak.

Lüks telefonlarla vıcır vıcır konuşan diller tutulacak.

Titanic bazen bir gemi gibi görünür, bazen karada sâbit görünür.

Gemi dalgalara gömülerek batar.

Karaları zelzeleler, sarsarlar yıkar atar.

Gururlar, kibirler,ihtişamlar hep batar.

Kanun böyledir:

Azanların sonu iyi olmaz.

Hayatın bin bir şehveti vardır.

Para şehveti, mal şehveti, lüks şehveti, israf şehveti... Mobilya şehveti, otomobil şehveti, markalı pahalı giyim eşyası şehveti. Lüks cep telefonu şehveti.

Ün, alkış, riyaset şehveti.

Bunları hep batışa götürür.

Titanic buzdağına çarpar çarpmaz batmamıştı, batış birkaç saat sürmüştü. Çarpmadan sonra çalgılar yine çalmış, danslar yine edilmiş, yemekler yenilmiş, kadehler tokuşturulmuştu. .

Gemi yana yatmaya başlayınca orkestra neşeli havaları kesmiş, Tanrim Bizi Korur ilahisini çalmaya başlamıştı.

Lakin çok geç kalınmıştı.

Titanic, içindeki dünyevî harikalara rağmen denizin dibini boylamıştı.

25.04.2012

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi