Faruk Köse

Faruk Köse

Dostu-düşmanı bilmek

Dostu-düşmanı bilmek

İslam güneş gibi etrafı aydınlatmaya devam da etse, insanlar İslam güneşinin ışığından istifade edeceğine karanlığa kaçıyor. Müslüman olmayanlara bu noktada diyecek bir şey yok, ancak İslam’a mensup olduğunu söyleyenlerin de gölgelere sığındığını, aydınlıktan karanlığa kaçışanların peşinden gitmeyi marifet saydığını görmek çok acı verici.
Bugünün kulvarların karıştığı, istikametlerin saptığı, kavramların tersyüz edildiği, “bozulmayan İslam”a “bozulan İslam anlayışı” penceresinden bakıldığı, yozlaşmanın ve yozlaştırmanın kafalara ve gönüllere şırınga edildiği ortamında, “dost” ve “düşman” kavramları ekseninde ciddi bir “bozulma” yaşıyoruz. Uğradığımız “bozgun”un en önemli sebeplerinden biri olarak bu hususa dikkat çekmek gerektiğine kaniyim.
Dostunu-düşmanını tanımak çok önemli. Çünkü kişi, dost ve arkadaş çevresiyle biçimlenir. Boşuna mı denmiş “bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” diye? Kur’an’da da, “Sen onların milletlerine (dinlerine) tabi olmadıkça ne yahudiler, ne de hıristiyanlar senden asla hoşnud ve razı olmayacaklar” buyurulmuyor mu? Nasıl biçimlenmek istiyorsak ona göre dost seçmeli değil miyiz?
Müslüman, izzet ve şeref sahibidir; o halde izzet ve şerefi nerede ve kimde arayacağını da bilmelidir. Allahu Teala’nın, “Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost ediniyorlar. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Halbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir” hükmüne çok dikkat etmeli, “Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur” ayetinin gereğine uygun hareket etmeli, “Sizin asıl dostunuz Allah’tır, O’nun Resulüdür ve namazlarını kılan, zekatlarını veren ve rükû eden müminlerdir” uyarısına riayet etmeli değil miyiz?
Dostunu düşmanını bilen kişi, dinine da sahip çıkar; ancak dostluklar yanlış temele oturursa ve kişi dinine saldırana hoş gözükmeye kalkışırsa, işte o zaman felaket başa gelmiş demektir. Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence konusu yapanları dost edinmeyin” ilahi emri öylece dururken, “Onlardan birçoğunun kâfirleri dost edindiklerini görürsün... Onlar ebedî olarak azap içinde kalacaklardır” şeklinde akıbet haber verilirken, “Eğer onlar, Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilen Kur’ân’a inanmış olsalardı, kâfirleri dost tutmazlardı” uyarısı var iken, bundan gafil olmak da neyin nesi?
Halimize bir bakalım. Nasıl bir eziklik içine düşmüşsek, nasıl bir aşağılık psikolojisine kapılmışsak, “biz”den öyle “Müslümanlar” var ki, neredeyse dininden utanacak! Ona bir inanç ve ideoloji lazım; eh, şu kadar zamandır bunu “İslam” olarak seçmiş ve öyle görünmüş, şimdi bundan geri duramıyor. Ancak “İslamcı” görünmek de istemiyor. Bu yüzden, ne kadar “İslam karşıtı entelektüel” varsa onlara yakın durmaya, onlara hoş görünmeye, onların söylemlerini tasdik edip değer biçmeye çalışırken, “Müslümanlar”dan gözükmemeye, “Müslümanca söylemler”i eleştirmeye ve karşı tarafın yanında yer almaya da özen gösteriyor. Gerek duyduğunda bir yerlere mesaj vermek için Müslümana karşı şedit davranmakta bir beis görmezken, İslam karşıtını taltif etmekten de utanmıyor.
Tam da bu noktada Ebu Müslim el-Horasani’nin müthiş tesbitini hatırlamamak elde değil. O der ki: “Zararlarından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı, ama uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu.”
Ebu Müslim el-Horasani, Müslümanların içine düştükleri temel hatalardan birini yüzyıllar öncesinden böyle özlü bir sözle dile getirmişti. Ama görüyoruz ki, aradan yüzyıllar da geçse bir şey değişmemiş; Müslümanlar, Rasulullah’ın uyarısına rağmen, aynı delikten defalarca ısırılır olmuş. Çünkü dostunu-düşmanını ayırt edememiş.
Tebliğ için düşmanla diyalog kurmakta elbette bir beis yok. Ancak bunun, “her şeye rağmen” olmaması, özellikle de dostu kaybetme pahasına yapılmaması lazım. Zira yakın durulan düşman dost olmayabilir; ama düşman için terk edilen dostun kaybedileceği kesindir. Bir gün lazım olduğunda yanında hiçbir dost bulunamayabilir. İşte o gün toplumsal yapının yıkıldığı gündür.
Dostu-düşmanı bilmek, güvenli hayatın gereklerindendir. Ayet-i kerimede buyurulduğu üzere, “Eyvah!... Keşke falancayı dost edinmeseydim” dememek için, dostu da, düşmanı da doğru seçmek Müslümanın şiarındandır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi