Akif Emre

Akif Emre

Bir hafıza olarak iki dergi

Bir hafıza olarak iki dergi

Yeryüzünde hiçbir ülkenin çocukları bizim kadar hafızadan yoksun değildir. Hiçbir toplumun, son beş yüzyıllık dünya tarihinin kendisi olmadan yazılamadığı hafızası elinden alınmış değildir. Nostaljikl bir geçmiş hayıflanmasından yahut içi boş şanlı tarih tekerlemesinden bahsetmediğimi söylemeye gerek yok.

Daha yüz öncesinin dedelerinin dilini okumaktan bile aciz olan nesillerin, yani dili elinden alınmış bir milletin benliği olabilir mi? Bir milletin ürettiği edebiyattan bilime, düşünceden, ahlaka hayatın tüm alanlarını kuşatan birikimiyle temasının kesilmesi ancak sömürge toplumlarında yaşanabilir. Sömürgeleştirilmiş toplumlardır. Biz, 'kendi kendini sömürgeleştirmeyi başarmış' başka bir benzeri olmayan bir milletiz şu anda. Bilinen anlamda sömürgeleştirilememiş ender bir toplumlardan biri olmamıza karşın kültürel anlamda gönüllü olarak sömürgeleştirmeyi başarmış yegane ulusuz. Bu gönüllü sömürgeleştirme nedeniyledir ki, ne yeni bir düşünce, sanat, estetik, fikir üretebiliyor ne de geçmişi taklit edebiliyoruz. Bu anlamda ne gelenekçi ne de muhafazakar olma imkanı yok. taklit düzeyinde bile gelenekle temas imkanı elinden alınmış. Kaldı ki bir milletin çağlar boyu geliştirdiği birikime yaslanarak, hesaplaşarak; çağın imkanlarını kullanarak, çağa seslenecek açılımlar sergileyebilelim. 'Sürekli değişime uğrayan dillere ölümsüz bir eser emanet edilemez' demiş Goethe. Sadece dilde değil tüm değerlerle tüm köprüler atıldığı için yarına kalacak ölümsüz bir eser verme imkanı kalmamıştır. 'Dil varlığın hanesidir' diyor Heidegger. Sadece dil konusundaki perişanlığa bakarak içine itildiğimiz durumun varoluşsal bir mesele olduğu hükmüne varabiliriz.

Tüm bu olumsuzlukların bir anda zihnimde canlanmasına vesile olan şey sanılanın aksine kısmen de olsa avunabileceğim, sevindirici bir gelişme olmasıdır. Mehmet Akif'in başyazarlığını, adeta fikir babalığını yaptığı 1908 yılında yayınlanmaya başlayan, 184. sayısından itibaren Sebilürreşad adını alan Sırat-i Müstakîm dergisi, yeni harflerle okuyucu karşısında çıkıyor. Dergiyi asli metinlerine okuma imkanı elinden alınan Türk okuruna, 27 Ağustos 1908 ile 18 Şubat 1909 tarihleri arasında çıkan ilk 26 sayısı , Bağcılar Belediyesi'nin desteği sayesinde yayınlandı. 1908 ile 1925 yılları arasında yayımlanan 641 sayının tamamını Latin harflerine aktarılacak olan projeyi, M. Ertuğrul Düzdağ sorumluluğunda bir ekip gerçekleştiriyor.

Sırat-ı Mustakim Dergisi'nin fihristi ve dizini daha önce M. Suat Mertoğlu'nun çalışmasıyla kitaplaştırılmıştı (Klasik Yayınları). Düşünce hayatımızın bu önemli yayınının bugünkü harflerle yayınlarken keşke dergideki metinlerin aslı da konabilseydi. En azından dergiyi aslından okumak isteyenlere önemli bir imkan sağlanmış olurdu.

Bu yayının Mehmet Akif gibi İslamcılık düşüncesinin önemli isimlerinden birinin fikir babalığını, Eşref Edip gibi bir ismin yayıncılığını yürütmüş olmasını ötesinde anlamlı kılan hususiyetleri var.

İkinci Meşruiyet'in ilanından hemen sonraki fikir hareketlerini takip etmek anlamında da Türk düşünce hayatının temel kaynaklarından biridir. İmparatorluğun tam bir yol ayrımına geldiği bu süreçte üç temel akım birbiri ile mücadele halindedir; ana hatlarıyla İslamcılık, Türkçülük ve Batıcılık olarak resmedilebilir.

Sırat-ı Mustakim mecmuası hem o dönemde bugün İslamcılık olarak tanımlanan İslam ittihatını, İslam ahlakı, Kur'an ve Sünnete dönüş gibi tezlerinin yanı sıra Batıya karşı cevap geliştirme telaşı içinde İslam modernizmiyle yaftalanacak tartışmaların, Avrupa'nın ahlakını değil sadece teknolojisinin alınması gibi fikirleri savunan kalemlerin buluştuğu bir ortamdı. Temel olarak da Müslümanların, Osmanlı ve İslam dünyasının nasıl kurtulacağı Hilafet ve ümmet gibi ideallerin dillendirildiği, çözüm aradığı bir havza oalrak bakmak gerekir. Aynı zamanda mücadele içinde olduğu siyasi ve fikri cereyanlara karşı tezleri, bu akımların birbiriyle kesiştikleri ve ayrıldıkları hatları izleme imkanı veren bir yayın. Hala tartışmakta olduğumuz kadın sorunundan, teknolojiye, batı ile ilişkilerden milliyetçiliği, İslam birliğine varıncaya kadar pek çok meselenin kesintisiz sürdürüldüğü canlı bir okul adeta. Bu anlamda bugün gündemimizi işgal eden pek çok tartışmanın kökenlerini bulmak, tartışamanın seyrini izlemek mümkün.

Dolaylı da olsa entelektüel hafızanın yenilenmesine, tartışmaların tarihi seyri ve soykütüğünü yerli yerine koymak anlamında bu tür çalışmaları önemsiyorum.

Sırat-ı Mustakim yayınlandığı günlerde Star gazetesinin Büyük Doğu dergisinden bir demet de olsa tıpkı basımını ilave olarak vermesi fik-ri takip açısından anlamlı bir tevakuf oldu. Sırat-ı Mustakim Osmanlı yıkılmadan hemen önceki İslamcıların son büyük çıkışı idi; Büyük doğu ise Cumhuriyet sonrasının ilk önemli çıkışı sayılabilir.

İkinci Dünya Savaşı'ndan itibaren çıkmaya başlayan Büyük Doğu, döneminin tartışmalarını yansıtmasından daha ziyade, bir fikrin, bir iddianın kendi dilini bulma çabasında İslami düşünüşün Necip Fazıl'ın şahsındaki devasa mücadelenin kalesi durumundaydı. Döneminin şartları içinde sergilenen iniş çıkışları, siyasi baskıları, fikri çizgisi itibariyle Büyük Doğu anlaşılmadan bugünkü İslam düşüncesinin geldiği nokta anlaşılamaz. Gazetenin belli bir sıra gözetmeden verdiği tıpkı basım Büyük Doğu dergilerini hangi kritere göre seçtiğini pek belli olmasa da bu iki dergini üzerinde entelektüel nesebin okunmasına, işaret taşlarının yerli yerine oturmasını sağlayacaktır.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Akif Emre Arşivi