Cemal Nar

Cemal Nar

“Şeriat İslam mı?” 3

“Şeriat İslam mı?” 3

Biz şimdilerde hamd-ü senalar olsun ki bu başlık altında çok rahat yazıp çiziyoruz. Bizlere bu günleri gösteren Allah Teâlâ’nın lütuf ve keremine ne kadar şükretsek azdır.

Çünkü bir zamanlar bu ülkede öyle zalim bir dönem vardı ki, “Allah” kelimesinin basın yayında geçmesi yasaktı. İslam’ı savunmak, “irtica” sayılarak en azından 163. Maddeden zindana atılmak demekti. Yazı hayatında olup da zindana gitmeyen yoktu. Bu o kadar sıradanlaşmıştı ki, artık cezaevlerinin adı “Medrese-i Yusufiyye” olmuştu. Yazan ve konuşan her Müslüman orada bir eğitimden geçer ve icazet alırdı.

Mesela anlatılır; Necip Fazıl Merhum “Büyük Doğu”yu basar, dağıtıma verir ve büroda oturur ve polisi beklerdi. Onlar da çok geçmez gelirler, alır götürürlerdi. Çıktığında macera kaldığı yerden devam ederdi. Öldüğünde bile üstünde hapis borcu vardı…

Açık söylüyorum, bizim bugün yazıp söylediklerimizi dedelerimiz zamanındaki âlimler yazıp söyleseydiler, belki de idam edilirlerdi. Biz onlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Evet, selef-i salihine minnet ve şükran borçluyuz. Bazı basit sebeplerle onların hizmetini görmemek ve onların kıymetini bilmemek, kelimenin en hafifi ile nankörlük ve cahilliktir. Bu yüzden kimi yeni yetme tavırları beğenmiyor, onları olgun olmaya ve kıymet bilmeye davet ediyorum.

Daha dün denilecek kadar yakın olan 28 Şubat Darbe günlerinde çektiklerimiz bile, onların çektiklerinin yanında binde birdir. Fakat yine de ders verdiğimiz okullarda, konuştuğumuz camilerde, gittiğimiz dernek ve vakıflarda bizi izleyenleri az çok tanır, fişlendiğimizi bilir, kitap ve yazılarımızdan mahkemeye giderdik. Kitaplarımızdan bazıları başka şehirlerde basıldığından gurbet ellerde mahkeme kovalardık.

Bugün siz şu yazıları okuyorsanız ya, itiraf edelim ki bu bizim kahramanlığımızdan değildir. Zamanın gereğine göre hareket etmektir. Biz “Bu Sistemden İslam’a” kitabımızı bastırırken, avukat arkadaşlarla istişare ettik. 163. Madde kalkmıştı. Ama arkadaşlar tedirgindi. “Doğrudan suç yok, ama bir alışkanlık var, bir kötü teamül var hocam, yine de siz bilirsiniz” dediler. Biz de “suç yoksa mesaj versin” diyerek kitabın adını öyle koyduk. Aslan gibi yedik cezayı…

O sözleri kırklı, ellili yıllarda yazarlar söyleseydi, gör sen neler olurdu… Mesela Bediuzzaman Said Nursî (ks) söyleseydi, muhakkak idam edilirdi. O imamı, sırf iman hakikatlerini yazdığı için yıllarca yok yere o diyardan bu diyara sürgün ettiler, garip ve yalnız bıraktılar, suçsuzluğunu bile bile komplo kurarak zindanlara attılar, kış günlerinde taş zeminlerde sobasız yatırdılar, ölmeyince de zehirlediler. Öldürmeyen Allah öldürmedi. Ya bir de devlet ve düzeni yazsaydı, muamelat ve şeriat karşısında yürürlükteki rejim ve kanunların durumunu yazsaydı, kim bilir başına neler gelirdi!..

Buna rağmen kimseye beddua etmedi. “Milletimin imanını selâmette görürsem, Cehennem ’in alevleri arasında yanmaya razıyım” diyecek kadar insanlara şefkat ve merhamet doluydu. En öfkelendiği yerde şöyle haykırmıştı:

“Ben, sizin bana vereceğiniz en ağır cezanıza da beş para vermem ve hiç ehemmiyeti yok. Çünkü ben kabir kapısında, yetmiş beş yaşındayım. Böyle mazlum ve masum bir-iki sene hayatı, şehadet mertebesiyle değiştirmek, benim için büyük saadettir.”

O günlerde hem şeriatı dile getirmek, hem de zalim kanunun pençesinden kurtulmak için ne ifade ve üslup araştırmalarına gidildi, ne yollara sapıldı, ne komiklikler sergilendi, ancak yaşayanlar bilir...

Mesele bir kısım yazarlar, Milli Eğitim Bakanlığının bastırdığı şark klasikleri başta olmak üzere bütün yayınlarını tarar, aralarında şeriatın İslam olduğunu, şeriatın faydalı ve güzel olduğunu ifade eden cümleleri alır, kendi ifadeleriyle kendilerini vururlardı... "Biz değil, kendi kitaplarınız şeriat için böyle söylüyor" der, cezadan kurtulmaya çalışırlardı, ama nafile tabii. 163. Madde kılıç gibi keserdi.

Neden böyleydi?

Devlet, cumhuriyetle beraber şeriata karşı amansız bir mücadele vermiştir. Çünkü cumhuriyet, şeriatı yıkarak gelmiş ve şeriatın da kendisini yıkarak yeniden gelmemesi için gerekli bütün devrimleri yapmış, kanunları koymuştur. En tabii insan hakkı olan din ve inanç hürriyetini bile askıya alarak bütün yasaklayıcı ve engelleyici yasaları çıkarmıştır.

Cumhuriyet döneminde yapılan devrimlerin hepsinin ortak özelliği, bir daha geri gelmemek üzere şeriatı yok etmektir. Devlet bunu yaparken, yanında halk yoktur. Halka zaten sorulmamış, halkın istekleri baştan göz ardı edilmiştir. Yer yer başkaldırılar olmuşsa da başkalarına behre göstermek ve gözlerini korkutmak için acımasızca ezilmiştir.

Bugün bu ezmelerde biraz ileri gidildiğini devlet de kabul eder ama "o günün gereği buydu" diyerek yapılanlara sahip çıkar, özür dilemez.

İyi ama şeriat cumhuriyete karşı mıdır ki bu zulümler reva görüldü dine ve millete?

Ne münasebet?

Peki, öyleyse bu acılar nedendi?

Bu nedeni gelecek yazımızda görelim mi?





Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi