Engin Ardıç

Engin Ardıç

Kendini eşek yerine koydurma!

Kendini eşek yerine koydurma!

Stephane Hessel'in Avrupalı işsiz gençleri kasıp kavuran, oysa dilimize çevirilip yayınlanınca Türk gençlerinin hiç iplemedikleri "Indignezvous!" adlı kitabına gönderme yapacaktım da, Türkçe tercümesi olan "Öfkelenin!" biraz hafif kalıyor, anlamı tam da karşılamıyor üstelik. "Rencide olun!" denilmesi gerekirdi ama o Osmanlıca, değil mi kardeşlik, sonra Allah korusun seni hükümet yandaşı sanırlar...
Bir tarihte şu "reklamcılık okulu" olarak kabul edilen ünlü ajansta çalışmışlığım vardır, 1979 yılında...
Üniversiteyi bitireli yıllar geçmişti, turist rehberliğini bırakıp artık kendime "yerleşik" bir iş edinmek istiyordum, daha doğrusu eski nişanlım öyle uygun görmüştü (hem böylece, onun bakış açısından, artık "gavur karılarıyla haşırneşir" de olamayacaktım...)
Girdim.
Mesai sabah sekiz buçukta başlıyor, on beş dakika geç kalan azar işitiyordu. Kapıya oturttukları bir genç kız, gelip gidenin çetelesini tutuyordu.
Günde üç çay hakkımız vardı, sabah geç kalan birinci çayı kaçırıyor, ikinci çay öğle yemeğinden sonra, üçüncü ve son çay da saat beş sularında veriliyordu. Tek bardak tabii. İkinci bardak yasaktı.
Yerinden kalkıp çay almak yasaktı. Sen masanda oturacaktın, çaycı getirip kendisi bırakacaktı.
Söylediklerine göre "eskiden" öğle yemeğinden sonra kahve hakkı varmış ama patron masraf oluyor diye kahveyi de çaya çevirmişmiş...
Gazete okumak yasaktı. Reklam yazarı olarak işimiz gazete ileydi ama yasaktı.
Yerinden kalkıp ortalıkta dolaşmak yasaktı, örneğin ajansın yapım stüdyosuna çağırılmadan gitmek de yasaktı.
Ofisler cam duvarlı, kapılar delikliydi. Herkes her an gözaltındaydı. Kendilerine "American executive" havaları vermeye çalışan iki uyuz, kafalarını kaldırsalar birbirlerini görebilecekleri, seslenseler duyabilecekleri halde birbirleriyle dahili telefonda görüşüyorlardı...
Üç ay dayanabildim, istifayı bastım.
"Ama burası bir okuldur" dediler.
"Okumayacağım, hamal olacağım" dedim.
"Biz senin hakkında henüz bir fikir edinemedik" dediler.
"Ama ben sizin hakkınızda çok iyi bir fikir edindim" dedim.
Çekip gitmekten başka elimde herhangi bir "indignation" olanağı yoktu.
Dün okudum, bazı işyerlerindeki anlamsız yasakların listesini çıkarmışlar.
Esnemek yasak. Kahverengi giyinmek yasak. Türkçe müzik dinlemek yasak. Başkasından ilaç istemek yasak. Klimayı her yöne çalıştırmak yasak. Sürekli aynı arkadaşlarla yemeğe inmek de yasak.
Bilgisayardan alışveriş sitelerine girmek yasak. Elektronik posta alıp vermek yasak. Top sakal bırakmak yasak. Renkli oje sürmek yasak. Küpe takmak yasak. Alt kademe personelle konuşmak yasak. Sigara içmeye arkadaşla gitmek yasak. Tuvalete üç kereden fazla gitmek yasak. Tuvalette beş dakikadan fazla kalmak yasak.
Çayına ikiden fazla şeker atmak da yasak.
Bizimki meğer reklam ajansı değil cennetmiş de haberim yokmuş!
Ey Türk gençliği, birinci vazifen bunları yutmamaktır. Öfkelen. Rencide ol. Tepki göster. Kafanı kaldır.
"Kanun dairesinde" tabii. Matbuat da kanun dairesinde serbest değil mi bu memlekette?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Engin Ardıç Arşivi