M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Sabah Namazı ve Umre

Sabah Namazı ve Umre

Sabah namazı ve umre... İhlâs yâni Allah rızası niyeti olmak şartıyla ikisi de ibadet. Lakin aralarında farklar var.

Sabah namazı farz-ı 'ayn...

Dinin direği olan ibadet.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) "Münafıklara en ağır gelen iki şey sabah ve yatsı namazlarıdır..." buyurmuş.

Umre nâfile bir ibadet. Yapmayana günah ve vebal yok.

Sabah namazı masrafsız, umre için binlerce lira para harcamak gerekiyor. Hele lüks ve ihtişamlı (!) bir umre için on binlerce lira harcanıyor.

Sabah namazının külfeti fazla değil. Ezanla uyanırsın, abdest alıp giyinirsin, ya yürüyerek yakın bir camiye, yahut otomobille uzak bir camiye gidersin.

Umrede riya ve nifak tehlikesi büyük... Ben umre ben umre ben umre... Ben umredeyken... Ben Zam Zam Tower... Ben pencereden aşağıda Kâbeye dürbünle bakarken... Nerede kalmıştık? Ben umre ben ben ben... Umre umreye umreden...

Müslümanlar umreye teşvik ediliyor. Lüks ve ihtişamlı (!) umre reklamları yapılıyor...Umre büyük bir sektör haline geldi... Bazen mankenler, artistler, magazin men ve womenler de umreye gidiyor ve hem gitmeden önce, hem döndükten sonra reklamları yapılıyor...

Tek cümleyle: Nafile umre sektöründe büyük bir canlılık, hareket, para sirkülasyonu var.

Peki farz-ı ayn olan sabah namazı sektörü nasıl?..

Bunda umre gibi bir hareketlilik yok.

Sabah ezanları okunuyor... Bütün şehir horul horul mışıl mışıl yedinci derece derin uykuyla uyuyor... Evlerde ışıklar yanmıyor...

İstanbul için söylüyorum, öteki şehirlerdeki durumu bilmiyorum... Kocaman camilerde beş on ihtiyar... Cemaat içinde bir tek liseli veya üniversiteli "dindar" genç yok... Sabah namazları genellikle pek sönük...

Umre sektörü gibi sabah namazı sektörünü de canlandırmak gerekmez mi?

Gerekir gerekir gerekir...

Sabah namazında rant ve para yok!... İşte mesele burada...

Sabah namazı için çalışacaksan Allah için çalışacaksın ve ücretini O'ndan isteyip bekleyeceksin. Sende akıl varsa bunu dünyada istemeyeceksin, öteki dünyada isteyeceksin.

That is the question...

Sabah namazı için neler yapabiliriz?

Önce bir pilot bölge seçilir. Mesela İstanbul'da Fatih ilçesi...

On kişiyi geçmeyecek bir komite kurulur.

Halkı sabah namazı kılmaya teşvik için çareler ve çözümler aranır, bu konuda bir plan ve program yapılır.

Bu işin içine kesinlikle siyaset, particilik, cemaat, tarikat, hizip, fırka, klik, sekt karıştırılmaz.

Karıştırmasından şüphelenilenler bu hizmete alınmaz.

Allah için yapılacak, Resulullah için yapılacak, Kur'an Sünnet ve Şeriat için yapılacak...

Bu işin içine hocacılık, şeyhçilik de karıştırılmaz.

Bu hizmeti üstleneceklere zırnık ücret verilmez.

Namaz alet edilerek, en hayırlı (veya öyle sanılan) işler, hizmetler için para toplanmaz. Hele zekat hiç toplanmaz...

Şimdi konuya daha somut yaklaşıyorum:

Önce pazar sabahlarından başlanılır. Diğer günlerin şeytanî bahaneleri çoktur. Okul var, iş var, memuriyet var...

Her Pazar, tarihî bir cami seçilir. Mesela bir hafta Edirnekapı'daki Mihrimah Sultan camii. Normalde oraya pazar sabahları yirmi kişi kadar gelir... O hafta diyelim 300 kişi otomobille gelir ve namaz kılar.

Ertesi pazar Cerrahpaşa camii... Cemaat 100 kişi artar, 400 olur.

Bazı gazetelerde sabah namazı konusunda Müslümanlar harekete geçti haberleri...

Birkaç Müslüman yazarın fıkraları (köşe yazıları)...

Halk arasında bu konu ile ilgili konuşmalar...

Bu hareket namaz ve cemaat konusunda çok faydalı ve etkili broşürler de yayınlayabilir.

Hukukçulara sormak lazım: Halkı namaza, bilhassa sabah namazına teşvik için bir dernek kurulabilir mi?

İngiltere'de olsa kurulabilir de Türkiye'de kurulabilir mi?

Bu hizmette çalışmak isteyen (yeterlilik, ehliyet, liyakat, yüksek ahlak, fazilet, yüksek karakter) sıfatlarına sahip ve zerrece dünya menfaat ve ücretine tâlib olmayacak beş kişilik vasıflı bir müteşebbis heyet çıkar mı?

Akılları kesen muhterem kimseler (bin kere düşünüp taşındıktan sonra) bendenize şu e-posta ile (kendilerini tanıtarak) mesaj gönderebilir:

bediryayinevi@gmail.com

(Önemli not: Tekrar ediyorum, böyle bir hizmet particiliğe, cemaatçiliğe, hizipçiliğe, şuculuğa buculuğa kesinlikle alet edilmemelidir. Bir de bu hizmet alet edilerek haklı veya haksız para toplanmamalıdır. Müteşebbisler kendi aralarında Kur'an üzerine yemin ederek bu konuda söz vermelidir.)
* (İkinci yazı)
Merhum Nezih Uzel

Nezih Uzel bey fânî dünyaya veda etti, baqî âleme göçtü ve Karacaahmet toprağına sırlandı. Sıradan bir cümle değildir bu, yeri boş kaldı. Bir daha bir Nezih Uzel gelmez. Çünkü o Osmanlı'dan kalan üstadlara, şeyhlere, ricâle yetişmişti. Bu dünyaya onlar gelmeyeceğine göre bir Nezih Uzel de gelmez.

Merhum Nezih beyin, benim neslimin talihli taraflarından biri Osmanlı'dan kalan kıymetlere yetişmiş olmamızdır. Onların bir ayakları Saltanat devrinde, bir ayakları Cumhuriyet devrindeydi. Zülcenaheyn idiler. Köprü vazifesi gördüler. Gerçek dindarlığı, irfanı, İstanbul kültürünü ve âdab-ı muaşeretini, tarihî devamlılığı, Osmanlı boyutunu temsil ediyorlardı.

Öğrenme kabiliyeti olanlar onlardan çok şey öğrendi, çok sırlar kaptı...

Ah o eski rical, onlar bilinmeyen hazinelerdi.

Galatasaray mektebini bitirdikten sonra Nezih bey onlardan nicesine mülazemet etti ve feyz aldı.

Siz şeyh nazarı nedir bilir misiniz? Hakikî bir şeyh, kâmil bir mürşid mânevî bir silsile ile Resullerin Seyyidine bağlıdır ve onun bakışlarında on dört asır ötesinden gelen bir cazibe vardır. Öyle nazarlara uğrayanlar mes'ud ve bahtiyar olur.

Nezih bey dostumuz çok beyefendilere, çok hanımefendilere, çok alim ve fadıl kişilere, çok meşayihe yetişti ve nazarlandı.

Dünya ve tasavvuf kültürlerine sahipti. Mevlevî meşrebli idi.

Gazetelerde makaleler yazdı, kitaplar tercüme etti, tasavvuf musikisi ile ilgilendi, nice ülkede konser verdi, ilm ü irfana, sanata hizmet eyledi.

Heyhat ki, kadr ü kıymeti hayatında bilinmedi.

1987 yılların ikinci yarısında Zaman gazetesinde üç ay genel yayın müdürlüğü yapmıştım. Nezih beyi muharrirler kadrosuna almıştım. Gördüğün, tanıştığın din, tasavvuf, kültür, sanat, musiki ricaliyle ilgili bildiklerini, hatıralarını yaz diye çok rica etmiştim. Yazmamıştı... Ne büyük kayıp...

Nezih bey Üsküdar'da Selamsız'ın üst taraflarında ikamet ederdi. Ne güzel ruhaniyetli bir evi vardı. Devlethanesinin bir odasınız mescid yapmıştı. Kitapları, evrakı ne olacak?

En son Sapanca'ya, Fransa'dan mühtediye bir komşu gelmişti ona. Hattat Hakikat hanım...

Nezih bey... Kalem kağıt... Kitaplar... Neyler bendirler... İlahîler, saz semaîleri... Sohbetler... Hazret-i Ömer, belinde kemer, Hû deyip döner, aşk meydanında...

Bir bardak çay demeyin... Çay vardır çaydan içeru... Nezih bey âhirete intikal etti, artık onun çaylarını içemeyeceğiz...

Cenaze namazı Üsküdar Fıstıkağacı Selami Ali Camii'nden kaldırıldı. Tabutunın üzerinde bir Mevlevî tacı vardı. Musalla taşındaki bir anlık saltanat... Cemaat içinde başında sikke, sırtında sema entarisi ve cüppesiyle bir İtalyan mühtedisi göze çarpıyordu... Nezih bey tekbir ve tehlil sesleri içinde arabaya bindirildi ve Karacaahmet'te anne toprağa sırlandı. Kabir edebî istirahat yeri değildir. Muvakkat kalınacak bir âlemdir. Sûr üfürülünceye kadar.

Âşıkların Sultanı Monla-i Rûm Mevlana Celalüddin kaddesallahü sirrehu hazretleri şefaatçisi olsun. Allah Rahmetiyle ve Keremiyle muamele buyursun. Gidenlere selam olsun...

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi