Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Partili Cumhurbaşkanı... Ya da, hangisi partisizdi?

Partili Cumhurbaşkanı... Ya da, hangisi partisizdi?

Araya “Abdürrahim Karakoç ağabeyin vefatı” girince, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde atv’de söyledikleriyle ilgili değerlendirmeler bugüne kaldı... İzleyenler görmüştür;

Başbakan; atv’deki konuşmasında, “iki konuda” çok önemli sözler sarf etti... Birincisi “Özel Mahkemeler’in yetkilerinin tırpalanması” ile ilgili sözleri, ikincisi de “Başkanlık Sistemi” veya “Partili Cumhurbaşkanı” konusundaki sözleri...
ÖZEL’LERE NİYE TAKTI?
“Özel mahkemeler”le ilgili sözleri çok tartışıldı... Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; “Hakan Fidan’a yönelik operasyon”dan asıl hedefin “kendisi” olduğunu düşündüğü o günlerde bile söyleniyordu...
Erdoğan, atv’deki programda bu “sıkıntı”sını şöyle dile getirdi:
“Hangi şartlarda MİT Müsteşarını çağırabileceğiniz belli. Şüpheli sıfatıyla çağırdığınızda bir defa her şey altüst olur. Devletin işleyişine burada çomak sokuluyor. Onlar hayatlarını koyuyor bu işe. Benim MİT Müsteşarım adaya bile gittiği zaman terörle mücadelede acaba ne yapabilir bunun mücadelesini veriyor.”
“Konuşmanın bundan sonrasındaki cümleler ise; hem “MİT krizi”ne, hem de yakın gelecekteki “yeni düzenlemelere” işaret ediyordu;
“Bu çizmeyi aşan bir şey oldu.
Eğer alacaksanız o zaman beni alın.
Çünkü talimatı veren benim.
Ben, terörle mücadele ediyorum.
Yargı burada kalkıp bu insanlara yardımcı olması gerekirken bizim elimiz ayağımız olan kurumları şüpheye sevk ederse bu insanlar nasıl çalışacak?
Ondan sonra çalıştıracak insan bulamazsınız. Demek ki bu madde (CMK 250) haddinden fazla bir yetki alanı doğruyor.”
Erdoğan’ın, “Alacaksanız beni alın” cümlesi, bir “isyan”dır, bir “başkaldırı”dır, bir “meydan okuma”dır ve aynı zamanda “krize konulmuş son nokta”dır!..
Birçok insan, bunu böyle yorumladı... Bazı “fitnebaz”lar ise; Erdoğan’ın sözlerinin “Cemaat-Hükümet kapışmasının son raundu” anlamına geldiğini iddia ettiler...
Ben, böyle bir ihtimale, ihtimal bile vermek istemiyorum... Zira, bildiğim kadarıyla, cemaat mensupları, “250. Madde’nin değişmesi” ile “Ergenekon ve Balyoz Dâvâları’nın düşebileceğinden” endişe ediyorlar... Ama Erdoğan, “böyle bir ihtimalin sözkonusu olmadığını” açıkça ifade etti...
Önceki gün de Ordu’da konuşan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, gayet net ifade etti;
“Türkiye’nin terörle mücadelesine halel getirecek bir yaklaşımda olmayız...
CMK’nın 250’inci maddesinde yapılacak değişiklik Türkiye’nin terörle, çetelerle, darbelerle, mafyalarla mücadelesine halel getirmeyecektir. Bu konuda yapılan birtakım spekülatif yayınları da diğer yayınlar gibi çok sağlıklı bulmadığımı söyleyeyim. Bu konu hükümetimiz, partimiz açısından tartışmanın dışındadır. Hem terörle mücadele konusunda, hem de Türkiye’nin çetelerle, mafyalarla, darbelerle, darbe girişimleriyle mücadele sürecine zarar verilecek bir yaklaşımda olunmayacak.”
Demek oluyor ki;
“Endişe”ye mahal yok!..
ATATÜRK PARTİSİZ MİYDİ?
Ortada, madem ki endişe edilecek bir durum yok, o halde Erdoğan’ın; “Partili Cumhurbaşkanı”ndan kastının ne olduğunu irdelemeye geçebiliriz.
Öncelikle şu soruyu soralım:
Türkiye’de “partisiz bir Cumhurbaşkanı olmuş mudur?.. Mesela, Atatürk, “partisiz” miydi?.. İnönü, “partisiz” miydi?.. Kenan Evren, “Sunalp’in partisi”ni desteklemedi mi?.. Turgut Özal “ANAP’LI”, Ahmet Necdet Sezer “CHP’li” ve Süleyman Demirel “DYP’li” değil miydi?..
Açık ve net söyleyelim;
Abdullah Gül’ün “partisiz” olduğunu söyleyebilir miyiz?.. Abdullah Gül, sırf yasalar elvermediği için “partisiz gibi davranan bir Cumhurbaşkanı” değil midir?..
Geçelim... ABD ve Fransa’da cumhurbaşkanları veya devlet başkanları “partisiz” midir?..
Bizim anayasamızda ise;
“Cumhurbaşkanı seçilen kişinin partiyle bağı kesilir” deniliyor...
Peki uygulamada böyle mi?..
“Cumhurbaşkanı”nı, sayısal olarak güçlü olan parti seçmiyor mu?..
Şimdi söyleyin;
“Güçlü bir parti” tarafından seçilen Cumhurbaşkanı “tarafsız” olabilir mi?..
Kimse, kimseyi kandırmasın!..
PARTİLİ OLSA NE ÇIKAR?
Gayet net ve açık;
Tüm başkanlık ya da yarı başkanlık sistemlerinde başkanların bir partiye aidiyeti ve ilişkileri vardır... ABD’de Başkan Obama, parti başkanı değil, ama parti üzerinde ağırlığı var. Türkiye için önerilen modelde ise ayrı bir parti başkanı yok. Başkan aynı zamanda partinin de lideri.
Olması gereken de bu!..
Ekranda Tayyip Bey de açıklamıştı...
Merhum Turgut Özal Köşk’e çıkınca büyük sıkıntılar yaşamış, “ANAP’ın kontrolü”nü kaybetmiş ve neredeyse Köşk’ten inip, “yeni bir parti” kurmayı, ciddi ciddi düşünmüş ama ömrü yetmemişti...
O halde;
“Fiili olarak zaten partili” olan cumhurbaşkanları, “resmî” olarak da “partili” olmalılar ve hem ülkeyi, hem partilerini yönetmeliler değil midir?..
Ne çıkar bundan?..
Sanıyorum Erdoğan da bunu demek istiyordu... Öğrendiğim kadarıyla, AK Parti kurmayları da böyle bir “çalışma” içindeler... Ancak, bunun “Anayasa”ya girmesi gerek.
PATRON TEK OLMALI
Kurmayların dediği şu:
“Fransa’daki yarı başkanlık sisteminde başkan iç politikada da yetkilere sahip, ama asıl olarak dış politikada yetkili.
Amerika’da ise hem iç hem dışta yetkili.
Bizde de halkın seçeceği başkan, hem içeride hem dışarıda sistemin en ve tek yetkilisi konumunda olacak. Bu, 2014 seçimleriyle başlayacak.
Başkan, gücünün kaynağını ve yetkisini halktan alacak. Halktan aldığı bu güç ve yetkiyle tek karar verici konumunda olacak.
Şu anda; aslında anayasaya göre cumhurbaşkanı ‘yürütmenin başı’ konumundadır. Ama güçlü bir başbakan olduğu için bu iki başlılığa neden oluyor. Yeni modelle yürütmenin başı olarak sadece başkan kalacaktır.”
Malûm, bir de “atanmış başbakan” tartışması var... Peki, o ne demek?..
Kurmaylar, onu da açıklıyor:
“Bizim modelde önemli olan halk tarafından seçilmiş tek yetkili başkandır.
Bunu sağladığımızda yürütme tek başlılığa indirgeneceği için güçlü bir başbakan kalmayacaktır.
İlle Fransa’daki gibi aynı zamanda başbakan olacaksa onu başkan atayacaktır. Ama konumu bir bakandan farksız olacaktır, bir memur ataması gibi.
Şimdiki sistemde de cumhurbaşkanı milletvekilleri arasından istediğini başbakan olarak atama yetkisine sahip, ama burada güvenoylaması müessesesi olduğu için hükümeti kurabilecek bir genel başkan atanıyor.
Artık böyle bir müessese kalmadığı için, hükümeti de başkan kurduğu için, isterse Meclis’te en güçsüz konumdaki bir partinin içinden birini de başbakan olarak atayabilir. Ama ABD’deki gibi hiç başbakan da olmayabilir.”
SİSTEMİN ADINI KOYALIM!
Uzun lâfın kısası;
Başbakan Tayyip Erdoğan, kamuoyundan da gelen yoğun talepler sebebiyle; “Tüzüğü değiştirip, 4. dönem de Başbakan olarak devam etmek” yerine; “Başkanlık” ya da “Yarı Başkanlık” sistemine geçilmesini, o da olmazsa “partili Cumhurbaşkanı” modelinin tartışılmasını istiyor.
Aslına bakarsanız;
“Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi” demek, zaten “yarı başkanlık” sistemi demektir... Cumhurbaşkanı’nın, bugünkü sistemde bile “Bakanlar Kurulu’na başkanlık” etme yetkisi varsa, bunu “daha güçlü” kullanmasında ve bunu da “partili Cumhurbaşkanı” sıfatıyla yapmasında ne sakınca olabilir ki?..
Tartışmayı sürdürelim... Ama “mevcut gerçekleri” de gözardı etmeyelim.
Bu, uygulamada zaten var...
Adını koyalım yeter!..

Alkol var, mescid yok!
Daha önce bana da çok “şikâyet”ler gelmişti ama yazmaya bir türlü fırsat bulamamıştım...
Önceki gün, bir gazetede; “Öğretmenevi mi, gazino mu?” başlıklı haberi okuyunca, “tam sırası” dedim...
Haber şöyleydi: “Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı öğretmenevlerinin içler acısı hâli, eğitimcilerin canına tak etti.”
Haber, şöyle devam ediyordu: “İçkinin su gibi tüketildiği öğretmenevlerinde kalan öğretmen, öğrenci ve aileler, bu tablodan oldukça rahatsız... Gençlere kötü örnek olur anlayışıyla, okul bahçelerinde öğretmenlere sigara bile içirtmeyen bakanlığın, içkili gazino gibi hizmet veren öğretmenevleri için nasıl bir çalışma başlatacağı merak konusu...
Birçok öğretmenevinin internet sitesinde içkili menüler sunuluyor. Bahçelievler Abidin Park Öğretmenevi’nin internet sitesinde ise alkollü içecekler bölümünde yok yok. Daha da ilginci, Abidin Park Öğretmenevi’nin ‘Değerlerimiz’ bölümünde yer alıyor. Öğretmenevlerinin içinde bulunduğu bu durum akıllara, öğretmenevleri, içkili gazino mu, eğitim camiasının bilinç ve bilgi yuvası mı sorusunu getiriyor.”
Bunlar, “alkol” ile ilgili şikâyetler... Bana ulaşan şikâyetlerde ise, “mescidsizlik” başta geliyor... Gördüğünüz gibi, “alkolün su gibi aktığı” öğretmenevlerinde, maalesef “namaz” kılınacak hiçbir “mescid” yokmuş... “Niye mescid yok?” diye soranlara da; “Burası Suudi Arabistan değil!” cevabı veriliyormuş, iyi mi?..
Benden yazması... Sayın Ömer Dinçer ne yapar, bilemem...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi