M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Sahil Yolu ve Sel Yatakları

Sahil Yolu ve Sel Yatakları

Moğolistan'da iken internete bakamamıştım. Döndüm, bir sürü üzücü haber okudum. Samsun'da dere yatağına yapılan apatmanları sel basmış, on iki vatandaş ölmüş.

Geçen sene Rize'de sel olduğunda böyle afetlerin sık sık olacağına dair yazılar yazılmış, tedbir alınması istenmişti. Bendeniz de bu mealde bir yazı kaleme almıştım.

Karadeniz sahil yolu yerinde durdukça bu gibi felaketler önlenemeyecektir.

Dere yataklarına apartmanlar dikilirse böyle afetlerin meydana gelmesi önlenemez.

Karadeniz sahil yolu bir facialar yumağıdır.

Çok üzüntülere ve acılara sebep olmuştur, olacaktır.

Hiçbir medenî ülkede denizin mavisi ile karanın yeşili arasına böyle çirkin bir duvar yapılmamıştır.

Bu bir utanç duvarıdır.

Hatırlıyor musunuz, bu yola karşı çıkan bir avukat öldürülmüştü...

Daha önceki afetlerden, felaketlerden, sellerden ders alınmadığı için bu son felaket meydana gelmiştir.

Uzman bir heyete Doğu Karadeniz sahilleriyle ilgili bir rapor hazırlatılmalıdır.

Sahil yolu, dere yataklarına dikilen apartmanlar, her yıl şiddetini arttıran seller...

Raporda hükümete teklifler, çareler, çözümler sunulmalıdır.

Raporu hazırlayan uzmanlar, gerçekleri gizledikleri ve gerekli uyarıları yapmadıkları takdirde gelecekte olabilecek afet ve felaketlerden mânen ve maddeten sorumlu olmalıdır.

Bu dediğim yapılmazsa ileride yeni facialar olabilir.

Dere yatağına apartman yapılmasına izin veren belediyeler, dünya mahkemeleri tarafından cezalandırılmayabilir ama Mahkeme-i Kübra'da onlardan hesap sorulacaktır.

Vatandaşları uyarıyorum:

Sel yataklarına yapılmış binalardan mesken satın almayınız.

Bu iş Rize'yle Samsun'la bitmez... Listede daha çok şehrin ismi var.

Çarpık yapılaşma felaket ve acı getirir.

İstanbul'daki Ayamama deresi faciasını unutmayalım.

Samsun'daki sel faciası nedir ki... İstanbul'da büyük bir deprem olursa belki de bir milyon vatandaş ölecektir.

Yüz binlerce çürük bina varmış...

Bu çürük binaların ruhsatları var... Çoğunun projesinde mimarların imzası var... Kaçak yapıların imar aflarıyla beratları fermanları var...

İnsanlar kötülükleri, aksaklıkları, adaletsizlikleri kendi beşerî iradeleriyle önlemezlerse dikey çözüm devriye girer.

Dikey çözüm gelirse sadece kötülerin üzerine gelmez, genel gelir.

Müslüman bir toplum kendisini ıslah etmezse, ıslah edilir...

Büyük Marmara zelzelesinde Gölcük sahillerine yapılmış binalar korkunç sarsıntılar içinde denizin dibine kayıvermişti.

Bu Allahın bir cezasıdır diyen Müslüman yazar mahkum edilip hapse atılmıştı.

Bir İslam ülkesinde şu iki şey çoğalırsa felaketlere, afetlere, cezalara hazırlanmak gerekir.

Birincisi binalar, gökdelenler, dev yapılar çoğalırsa...

İkincisi zina yaygın hale gelirse.

Bina ve zina...Bina ve zina...

O korkunç sahil yolu... Tahrip edilen yeşillikler... Dere yataklarına yapılan dev binalar...

Ölenlere rahmet diliyorum... Yakınlarına başsağlığı diliyorum... Sorumluları uyarıyorum...

Sevgili vatandaşlarıma tekrar tekrar hatırlatıyorum: Aman sahil yolundan uzak durun... Aman dere yataklarını girmeyin...

Aman kesilen ağaçlar, aman tahrip edilen yeşil bitki örtüsü...

Aman buldozerler...

Aman rantlar.

(EK: Bu yazıyı kaleme aldıktan sonra, Samsun'da ikinci bir sel oldu, köprüler yıkıldı... Seller, zelzeleler, arzî ve semavî âfetler... Bir kıyım haline gelen trafik kaza ve cinayetleri... Su baskınları, toprak kaymaları... Yangınlar, patlamalar... Toplumsal çıldırmalar... Daha nice şeylere hazır olunuz. Zinanın suç olmadığı, zinanın çoğaldığı, bin türlü fuhşiyatın=azgınlığın görüldüğü, haram yemenin yaygın hale geldiği, içkinin ve sarhoşluğun... Dinsizliğin, densizliğin... "Onların dinleri paradır, kıbleleri karıdır..." Kötülüklerden bana ne, ben namazımı kılarım, yan gelir yatarım... Bırak bunları be, bizim teşkilattan ve din-baştan bahset biraz!.. Emr-i mâruf, nehy-i münker, o da neymiş... Ad ve Semud... Sodom Gomore... Pompei Herculanum...)
* (İkinci yazı)
Görmeyen Gözler İşitmeyen Kulaklar

Boğaz tepelerinden birinde, geniş bir korunun içinde saray yavrusu bir köşk... Köşkün ikinci ve üçüncü katının pencere ve balkonlarından nefis bir manzara görünüyor. Hele teras hele teras... Oradan etrafı bir seyr etseniz hayranlığınızdan diliniz tutulur, nefesiniz kesilir... Firuze renkli Boğaz, gemiler, karşı sahildeki yalılar, korular... Evet çarpık yapılaşma ve rant yüzünden büyük tahribat olmuş ama Boğaziçi uzaktan yine güzel, yine muhteşem. Hele geceleri, karanlıklar çarpıklıkları ve çirkinlikleri örtünce biraz, şehrin, sokakların, evlerin ışıkları sihirli bir manzara oluşturuyor, insanı uzak hayal ufuklarına götürüyor.

Bütün bu güzellikleri görmek, görebilmek, hissedebilmek için sadece insan olmak yeterli değildir. Kültürü olan, estetik boyutu olan, gören, görebilen, algılayan bir insan olmak gerekir.

Her göz bakar ama her göz göremez.

Nitekim, bahs ettiğim şahane köşkün bodrumunun altındaki lağımda yaşayan yaşlı sıçanın bütün bu güzelliklerden hiçbir nasibi yoktur. O, üst katlara, balkonlara, pencere kenarlarına, terasa çıkarak oralardan zemini, âsümanı, denizi, koruları, yalıları, Boğaz'da süzülen gemileri, çığlıklar atarak havada süzülen martıları, büyük fıstık çamında yuva kurmuş kuzgunî kargayı, dutlar oluncaya kadar öten bülbülü, bahçedeki havuzu, köşedeki selsebili, insanın içini bayıltan kokular saçan manolyaları, köşke tırmanan yaseminleri, hanımellerini, hiçbir şeyi, hiçbir şeyi göremez, anlayamaz, idrak edemez.

Dünya güzelliklerle, harikalarla, akıllara durgunluk veren âyetlerle doludur ama bunları her göz göremez, idrak edemez, hissedemez.

Solucanların kendileri birer harikadır ama onların gözleri yoktur ve görmezler.

Lağım sıçanlarının güzellik temaşasından nasipleri yoktur.

Boğaz'ı, İstanbul'u, Suriçi tarihî bölgeyi, Kızıltoprak'tan Bostancı'ya kadar olan bölgeyi, eski köşkleri, eski yalıları, eski bahçeleri, eski evleri; rant hırsıyla tahrip eden, dünyanın en güzel, en füsunlu, şâirin bir taşına bütün Acem mülkünü değişmediği o sihirli şehri yıkıp yerine beton yığınları, ucube binalar, çarpık bir yapılaşma getiren; küçük sihirli bahçeleri kaldıran, her biri birer minyatür gibi yüze gülümseyen nar ağaçlarını kesen, o câzibedar şehrin yerine gürültülü, uğultulu, pis gazlarla dolu; soluk benizlilerin koşuşturup durduğu, evden işe, işten eve günde üç dört saatte gidilebildiği, ecdadının Türkçe mezar taşlarını bile okuyamayacak kadar câhil modern insanlarla dolu bir kentin mimarları, onların kültür ve zihniyetleri görmez, anlamaz, duymaz.

Onların gözleri vardır, görmezler.

Onların kulakları vardır, işitmezler.

Onların kalpler vardır, taş gibi katı.

Onların vicdanları nasır tutmuştur...

Eskiden bu şehirde güzel kokan güller varmış, şairler onlar için şiirler yazarmış.

Eskiden bu şehrin bahçelerinde bülbüller varmış. Onlar geceleri sabaha dek terennüm ettikçe hassas kalpli, gören gözlü, işiten kulaklı insanlar ağlarmış.

Eskiden bu şehirde kökler, konaklar, yalılar, Osmanlı evleri varmış. Onlarda beyefendiler, hanımefendiler, küçük beyler, küçük hanımlar yaşarmış.

Eskiden bu şehirde müezzinler minarelere çıkar gönülleri ihtizaza getiren, tüyleri ürperten, gözleri yaşartan lâhutî ve ruhanî ezanlar okurmuş.

Eskiden bu şehirde rical varmış; ulema, fukaha, meşayih varmış.

Günde bin kere efendim diyen kibar bir halk varmış.

Musiki, mimarî, hat, sanat, zarafet, mürüvvet varmış.

Komşuluk, insanlık, Müslümanlık varmış.

Boğaz'ın bir tepesindeki köşkün cihannümasından etrafı seyr eden gören gözler varmış.

Beşiktaş'ta Sinan Paşa Camii'nde okunan ezan Üsküdar'da Sultantepesi'nde duyulurmuş.

Kültürlü insanlar ezan sabâ makamından mı, rasttan mı okundu bilirlermiş.

Gözleri görenler, kulakları duyanlar bir kuşun şakımasından heyecanlanırmış.

Beylerbeyi iskelesine yanaşan vapurlar, yolcularını boşalttıktan sonra hep birkaç dakika geç kalırmış. Beylerbeyi halkı o kadar kibarmış ki, iskelenin vapura açılan kapısından "Efendim önce siz buyurunuz... Estağfirullah zat-ı âliniz buyurunuz..." diye mücamele yaptıklarından gecikirlermiş, kaptan da düdük çalarmış...

Eskiden de para varmış ama put değilmiş.

Paranın, malın, zenginliğin üzerinde değerler varmış.

Gören gözler varmış, işiten kulaklar varmış, güzellikleri seven, çirkinliklerden nefret eden kalpler varmış...

Beton yokmuş, asfalt yokmuş, koşuşturma yokmuş; bazı mevtaların ardından tarih düşürülürmüş, musiki varmış, sanayi-i nefise varmış, perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde yüzlerce tekkede âyin ve zikrullah yapılırmış.

Elbette kötülükler, çirkinlikler de varmış ama güzellikler kefesi ağır basarmış.

Bilmem bütün bu anlattıklarımdan, Boğaz tepesindeki o şahane köşkün lağımında yaşayan salhurde lağım sıçanının haberi olacak mı?

16.07.2012

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi