Akif Emre

Akif Emre

Suriye krizinde kaç taraf var?

Suriye krizinde kaç taraf var?

Irak Ortadoğu'nun bir özeti gibiydi. Adeta tüm renklerin bir araya geldiği mozaik... Suriye ise Ortadoğu'nun fay haritası... Ortadoğu'nun tüm iç ve dış gerilimleri, kırılma çizgileri burada kesişiyor. Küresel güçler açısından, "Suriye sorunu Suriyelilere bırakılmayacak kadar önemli" demiştik aylar önce. Baas rejimine karşı ayaklanmaların başlangıcı ve muhalefetin politik ve askeri açıdan örgütle/nemeyi/şi tek başına iç faktörlerle açıklanamayacağı gibi bundan sonraki süreç de tek başına muhalifler ve Esad güçleri denklemiyle çözülemeyecek demektir.

Binlerce insanın hayatına mâl olan ve gittikçe daha da kanlı bir iç savaş görüntüsü vermeye başlayan Suriye'deki gelişmelerin sonucunu büyük ölçüde belirleyecek olan sadece Baas rejimi ile muhalefet arasındaki güç dengesi değil. Nasıl ayaklanmanın başlangıcı küresel etkilerden, "Arap baharı" denilen bölgesel dalgalanmadan bağımsız değilse sonucunu da benzer güç ilişkileri belirleyecek gibi görünüyor.

Bunca kan aktıktan sonra değil rejimin, Suriye'nin bile eski haliyle kalması muhal görünüyor. Bu durumda hem iç dinamikler hem bölgesel faktörler hem de küresel güç oyunlarının karşılıklı etkileşimleri Suriye'nin geleceğini belirleyecek. Artık kimse Esad'ın bu şekilde iktidarını sürdürebileceğini konuşmuyor olsa da onun yerine nasıl bir yönetimin ve kimler tarafından kurulacağı, bunun küresel stratejik dengelerdeki karşılığının ne olacağı hesaplanıyor.

Muhalefet geri dönüşü olmayan bir eşiğe gelse de ne siyasal anlamda ne de askeri anlamda henüz yeterince birleştirici bir liderlik oluşturamadı. En azından dış müdahaleler de göz önüne alındığında ortak kuşatıcı bir temsiliyetin oluşmaması anlaşılır bir durum olsa da hareketin geleceğini, Suriye'nin geleceğini belirsizleştiren bir görünüm ortaya çıkıyor.

Siyasal olarak fazlasıyla kırılgan ve fakat temsil gücü olan İslamcı kesimlerin kendilerini geriye çekme kaygısının, Batılı ülkelerin desteğini almaya yönelik olsa da, koalisyonu dış etkilere daha da açık hale getirdiği muhakkak.

Askeri anlamda parçalı, birbirinden kopuk birimlerden oluşan muhalefet güçleri, hem Suriye ordusundan kaçanların sayısının artmasıyla hem de dış destekli silah takviyesi ile ateş gücünü artırmış görünse de, hala rejimin silah gücüyle baş edebilecek seviyede olmadıklarını son olaylar gösterdi.

Hem askeri bakımdan dış desteğe muhtaç olması hem de siyasal olarak Batılıları ürkütmeme kaygısı ile muhalefet, rehin alınmış bir görüntü veriyor. Silah sevkiyatının kaynağı, isyanın kaderinde hangi güçlerin etkili olacağına da işaret etmektedir. Bu nedenle silah sevkiyatının hala etkili bir ateş gücünden mahrum düzeyde olması, bu takviyeyi sağlayanların hem savaşın bu şekilde sürdürülmesinden yana olduklarının hem de Esad sonrası için yeterli güvenceyi alamadıklarının işaretidir.

Suriye'deki durumun, küresel güç olarak Amerika'nın birincil önceliği olmadığı aşikardır. Hem bölgedeki farklı dönüşümler hem de ABD'nin stratejik ilgisinin daha çok Uzakdoğu'yu çevrelemeye yönelmesi hem de iç siyasi dengeleri bakımından seçim sathı mailine girmiş olması iç savaşa dönüşen krize müdahil olmama ihtimalini güçlendirmiştir. Hepsinden önemlisi artık Amerika'nın aynı anda beş altı bölgesel krizi yönetme kapasitesinin olmadığı bariz biçimde ortaya çıkmıştır. Ayrıca Avrupa ve ABD'nin, İsrail'in güvenliği meselesi hariç tutulacak olursa, Suriye ile ilgilenmelerini gerektirecek bir gerekçelerinin olmaması ahlaki bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

Tam bu noktada Rusya faktörü soğuk savaş döneminden bu tarafa belki ilk kez bu denli güçlü, belirgin şekilde bölgede kendini göstermiştir. Zaten Suriye krizinin etrafında bölgesel ve küresel ölçekte yaşanan saf tutuş hali, bölgesel soğuk savaş provası haline dönmüştür. Rusya bölgede artık kendisinin de olduğu, denklemde dikkate alınmadan bu sorunun çözülemeyeceği mesajını vermiş ve ağırlığını koymuş bulunuyor. Rus faktörü, Sovyetlerden kalan bölgesel tecrübe bir yana, hem Avrupalıların kendisine olan bağımlılığını kullanarak hem de ABD'nin acele etmeyen kararsız görüntüsünden faydalanarak stratejik ilişkisini kendi lehine çevirmeyi başardı. Bu her ne pahasına olursa olsun Esad'dan yana olacağı anlamına gelmemekte; ancak kendi stratejik çıkarlarını azami ölçüde garantiye alacağı bir çözüme yakın durduğunun da işaretini vermiş bulunuyor. Suriye'ye silah satmama kararı Batı'yı ve Ortadoğu'daki Arap ülkelerini tümüyle karşısına almamaya dikkat eden fakat kendi beklentilerini de dikte eden bir yaklaşımdı.

Bölgesel güçler içinde İsrail için en uygun ortamın bu kargaşa olduğunda kuşku yok. Suriye'nin askeri olarak devreden çıkması, Lübnan denkleminde Hizbullah'ın da lojistik desteğinin önemli ölçüde zayıflaması demektir. Hizbullah derinliği İran için bir savunma hattıdır. Bu zamana kadar muhalefete karşı çıkan İran'ın arabuluculuk önermesi Esad sonrası için bölge içi bir hamle olarak okunmalıdır. Hizbullah'ın çökertildiği bir Suriye-Lübnan denklemi, İran için Amerika ile kendi sınırları içinde mücadele etmek demektir.

İsrail'i, Suriye ve Lübnan'ın güneyinden tehdit edebilen İran'ın başta nükleer çalışmaları olmak üzere rejim karşıtı askeri baskıyı kendi evinden uzaklaştırma lojistiği sağlayan avantajı kaybetmesi demektir. İsrail'in güvenliği, en düşük düzeydeki ilgi bağlamında bile Amerika için önemlidir. Mesela Clinton'un çiçeği burnunda Mısır devlet başkanından "Camp David denklemini tartışmaya açmama" sözü alması bu önceliğin özellikle seçim dönemi için ne anlama geldiğinin göstergesidir.

Türkiye ise bu denklemde, büyük iddialarına rağmen, şu ana kadar taraf olan ama öngörülerinde isabet etmeyen bir ülke görüntüsü vermiştir. Olayların ateşi yükseldikçe Türkiye bu krizi çok daha derin olarak hissedecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Akif Emre Arşivi