Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Kitap Tiryakilerinden Hâtıralar

Kitap Tiryakilerinden Hâtıralar

Kitap tiryakilerinin hâtıralarından bahsetmek icap ettiğinde Ali Emirî Efendi (l854-l924) ile başlamak hem hürmet gereğidir, hem bu sahayı bilmek demektir. Meşhur Millet Kütüphanesi, ömrü boyunca büyük fedakârlıklarla topladığı l6.000 cilt yazma ve matbû eserle l9l6 yılında Ali Emirî Efendi tarafından kurulmuştur. Daha dokuz yaşındayken kitap sevdasına düşmüş, ölünceye kadar da bu sevdasını sürdürmüştür.

Yokluk çektiği günlerde bile, büyük paralar teklif edilmesine rağmen bir kitabını dahi satmamıştır. Böylelikle bu millete emsalsiz bir kütüphane bırakmış ve kendisine “kitapların efendisi” denilmeyi hak etmiş olan Ali Emirî Efendi bu muhteşem kütüphaneye kendi adının verilmesi yerine ısrarla Millet Kütüphanesi denmesini istemiştir. Değerli bir kitabı dostlarına göstereceği zaman “alın, bakın, inceleyin” sözlerine yerine “ziyaret buyurun” dermiş.

Mecanin-i Kütüblerin yakîn dostu ve araştırmacısı Dursun Gürlek, devrinin en şedit kitap tiryakisi Emirî’nin, uykudan önce okuduğu kitapları uykusunda yüksek sesle tekrar ettiğini yazıyor. Daha çocuk yaşta aşırı kitap okumaktan hastalanmış ve doktor ona okumayı bir süre bırakıp gezmeyi tavsiye etmiş. Fakat o okumaktan asla beri kalmamış. Babası ona on beş yaşındayken ticaretle uğraşsın diye dükkân açmış. Gelen müşteriye “mal orada, fiyatı şudur, alacaksanız indireyim, yoksa beni boş yere meşgul etmeyin” diyerek kitap okumaya devam edermiş. Zarar ettiğini gören babası onu dükkândan uzaklaştırmak zorunda kalmış. Onun, adını kimseye söylemediği çok sevdiği bir kitap varmış, uyuyamadığı zaman geceleri ondan bir sayfa okuyarak huzur bulurmuş. Öyle ki, “kitabın kapağını kapısı olarak görür, kelimelerine idrâkin kilidi” dermiş.

Onun, bin yıllık değeri olan Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lûgat’it Türk isimli el yazması âbidevî eserini nasıl bulduğunu okumak, insanı gerçekten ilmî heyecanlara ve âbideleşen bir kitap tiryakisinin ruhuna tazimde bulunmak ihtiyacına sevk ediyor.

Ali Emirî Efendi, yaşlı bir hanımın otuz altın liraya satılması için sahafa bıraktığı Divanü Lûgat’it Türk’ü görünce heyecandan kalbi çarpmaya başlar ve kendinden geçer. Üzerinde on beş lira vardır. Kalanını oradan geçmekte olan bir dostundan temin eder, sahafa da üç lira bahşiş vererek, o zamana göre yüksek bir meblağ sayılabilen otuz üç liraya büyük eseri alır. Sahaf belki de eserin önemini anlar da vazgeçer diye hemen uzaklaşır ve “bu, kitap değil, Türkistan ülkesidir. Türkistan değil, bütün cihandır” düşüncesiyle sevinerek evine gider. El yazması bu eseri o dönemin ünlü yazarlarından Ziya Gökalp’e bile göstermez. “O, dinimin ve peygamberimin düşmanı gelmesin yanıma” der. Kilisli Mualllim Rıfat Bey’in görmesine ve şirâzesi bozulmuş, sayfaları dağılmış eseri düzenlemesine müsaade eder. Eserin noksansız olduğunu öğrenince de sevincinden ağlar. Asırların güzidesi bu kitabın bulunuşundan sonra Türkistan’dan âlimler görmeye gelmiş ve bir mânada kitabı tavaf etmişler. Dahası, gelen âlimlerde Ali Emirî’nin “Türkistan Fatihi” olduğuna kanaat hâsıl olmuş.

Eserin başına bir şey gelir korkusuyla yayınlanmasına asla râzı olmayan Ali Emirî Efendi, araya devrin üç paşasından biri olan Talât Paşa’nın ısrarlı ricaları ve minnetleri karşısında basılmasına izin verir. Paşa, sırf bu kitabı görmek için evine ziyarete gelir. Ali Emirî biraz da patavatsızca “Paşam kaç kitabınız var” dediğinde, Paşa da “beş altı yüz vardır” diyor. Ali Emirî sinirlenerek serzenişte bulunur: “Yazıklar olsun! Bir sadrazamın beş yüz kitabı olsun, benim gibi onun emrinde bir defterdarın l6.000 kitabı olsun, yazık değil mi bir paşaya, yakışıyor mu size?

“DİVANÜ LÛGAT’İT TÜRK SADAKASI”

Talât Paşa’nın teşekkürleriyle birlikte kabul etmesi için gönderdiği üç yüz altın lirayı “lûtfunuza, kadirşinaslığınıza teşekkür ederim, fakat parayı kabul edemem. Çünkü vatanî, millî ufacık bir hizmet mukabilinde para almış olacağım. Bu ise vicdanıma ağır gelen bir şeydir; bundan dolayı size teşekkür ile beraber parayı iade ediyorum. Siz parayı yardıma muhtaç olan birkaç namuslu aileye dağıtırsanız ben size müteşekkir kalacağım gibi Cenab-ı Hakk da memnun olur.”

Ali Emirî Efendi, bu sadakanın adı da “Divanü Lûgat’it Türk sadakası olsun” diyerek şahsiyetiyle tarihe geçmiştir.

“Y CÂNIMDUR HÂBİB-İ NÂZENÎNÜMDÜR KİTÂB”

Emirî’nin kitap tiryakiliğinin dudak uçuklatan bir başka yönünü de önemli el yazma kitapları tercüme ederek Millet Kütüphanesi’ne kazandıran, kitapların kadr ü kıymetini aynelyakîn bilen kitap âlimi ve vefâlısı Mehmet Serhan Tayşi ustamız anlatmış. Hülâsası şöyle:

“Ali Emirî Efendi, kitaba o kadar düşkün ki, bir kitabın nerede, kimde olduğunu bir şekilde haber alıyor. İstihbaratı çok kuvvetli. Halep Defterdarı iken Yemen hükümdarlarının silsilesini veren bir kitap geçer eline. Bâbıâli’ye, kendisine Yemen’e Maliye Müfettişliği görevi çıkartılmasını talep eder ve bir deveyle yola çıkar. Yolda Türk askerleri ‘Yemen’de İsyan var’ deseler de ‘ben giderim’ der. Yemen girişinde yakalarlar. ‘Ben falan şeyhi görmeye geldim’ diyor. Salık verdiği şeyh, isyancı kabilelerin başıdır. Şeyhin yanına götürüyorlar. Geliş sebebi soruluyor. Müfettiş olarak geldiğini, ama asıl geliş gayesinin bir kitap olduğunu söylüyor. ‘Elimde şöyle bir kitap var, ikinci cildi sizde galiba’ diyor. ‘Evet bizde’ diyorlar. Emirî, ‘beni bir hafta on beş gün misafir edin, kitabı istinsah edeyim, sûretler benim olsun, orijinali sizin olsun’ diyor. Şeyh ve askerleri, isyan ortamında Emirî’nin bu tuhaf isteği karşısında hayret ve şaşkınlık içindedirler. Onlar, ‘bizimkiler bu kitabın kıymetini bilmez, al götür kitap senin olsun’ diyorlar. Yine de kitabı istinsah ediyor, kitabın orijinalini alıyor, sûretini onlara bırakıyor. Ayrılmadan önce Yemen çarşısında, Almanların dahi peşine düştüğü otuz kırk kadar el yazması kitap satın alıp dönüyor. Emirî Efendi hiç evlenmemiş. Kadının, kitap sevgisine mâni olacağını düşünüyor çünkü. Kitap Gâzeli’nde diyor ki: Dil-ber-i nev-hatta bakmam var iken hatt-ı sütûr / Yâ cânımdur habîb-i nâzenînümdür kitâb.”

Diyor ki: Taze dilber olsa bakmam, var iken yüzü açılmamış örtülü yazılar. Kitap benim canım gibidir. Nazlı ve narin sevgilimdir.

Böylesine âlim ve fâzıl kitap meftunlarının günümüzdeki şâkirtleri de bir bir eksiliyor ve iyi atlara binip öte tarafa gidiyorlar. Kaygısını duymayan bir halk içinde gönlüm dâvasının sâdıkları kitap tiryakilerinden yana hüzünleniyor.
----------------------------------------------------------------------

İLÂVE YAZI:

GÖNLÜME DÜŞENLER

Fatin Rüştü Kayıran; nizam-ı âlem Türklerinden ve bu Türklerin ileri gelenlerinden. Gençlerin içinde geçen bir cehd ve aksiyon içinde esasında tabiatıyla derviş ve sükût eridir. Sabır ve tahammülüyle bu Türklerin müeddep ve efendi kişisi. Fikir Dükkânı’nın, yani Mekteb-i İrfan’ın müdavimlerinden. Bir koldan bağlı değilse de bu fakîre yakîn. Aleyhimde hiç olmadı. Fakat Fikir Dükkânı’na gelirken vasıtasına binmek mecburiyetinde olduğu bir şair dostun onu arada bir aleyhime kışkırttığını duydum. Gerçi “aleyhte olmak” bizim meclisimizde süflî bir mâna değil, dostluk muhabbetinin nükteli yanıdır. Bir parça tasavvuf, bir parça edebî lisan içinde zarflaşmak, yani dostluğu artırmaya çalışmaktır. Dostluğun pîrleri bu, nizam-ı âlem Türkünden râzı olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi