Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Sivas’ta yakılan aydınlar mı... Aydınların kurşunladığı canlar mı?

Sivas’ta yakılan aydınlar mı... Aydınların kurşunladığı canlar mı?

Bunun adı “demokratik eylem” mi, yoksa “suçüstü paniği” mi?.. Eğer “eylem” yapmak istiyorsanız, önce “gazetenin adresi”ni öğrenecek, gidip orada eylem yapacaksınız... Ama siz ne yapıyorsunuz, “gazetenin basıldığı matbaa”nın önüne gidip, orada bağırıp-çağırıyorsunuz...


Hiç olmazsa, “protesto” edeceğiniz gazetenin adresini öğrenip, öyle gelseydiniz!.. Ama onu bile düşünemeyecek kadar “acemi”siniz, “cahil”siniz!..


Hepsi bir yana da;


Bu “eylem” niye?..


Kalkmış, “Duyarlı Toplum Platformu” adlı “dandik bir topluluk” kurmuş ve “19 yıllık yalan” haberinden dolayı Akit’i protesto etmeye yeltenmişsiniz!.. Tabiî, başınızda da “CHP’liler” var.


Gerçi “püskürtülmüşsünüz” ama, yine de sormak istiyorum;


“Sizin derdiniz ne?..”


Biz, ne diyoruz;


“Madımak’ta ölenlerin mezarları açılsın, yeniden otopsileri yapılsın!.. Kim dumandan zehirlenerek ölmüş, kim kurşunlanarak öldürülmüş, ortaya çıksın!”


Peki, siz ne diyorsunuz?..


“Mezar”lar açılmasın, “otopsi”ler yapılmasın, “kurşunlanarak öldürülen”ler ortaya çıkarılmasın mı istiyorsunuz?..


Eğer derdiniz buysa, açıkça söyleyin ki; biz de, kimin, “neyin peşinde” olduğunu bilelim...


Ama, “yanlış adres”e gelip de, “siyah çelenk” bırakmaya kalkarsanız, biz de “neyi gürültüye getirmek istediğinizi” sormaya devam ederiz.


Önce şunda anlaşalım...


“Madımak Oteli”nde ölenlerin sayısı kaçtır?.. Bunlar, iddia edildiği gibi “37 aydın” mıdır, 33 mü, yoksa 35 mi?..


Önce bunu netleştirelim...


37 mi, 35 veya 33 mü?..


Ben söyleyeyim;


Edebiyatçılar Derneği’nin 1994’te yayınladığı “Sivas Kitabı”nda verilen tam sayı 33’tür!.. Ki, buna “katliamdan sağ kurtulan” ama kısa süre sonra katıldığı bir “panel”de “kalp krizi” geçirerek ölen Battal Pehlivan da dahildir!..


Bu durumda, “Madımak’ta ölenlerin tam sayısı 32’dir” ama Battal Pehlivan da, buna eklenmiş ve sayı 33’e çıkarılmıştır!..


ÖLENLERİN SAYISI 37!


Ama, asıl rakam 33 değil, 37’dir...


Zira, olaylarda ölen diğer “dört kişi”den ikisi “otel görevlisi”, diğer “iki kişi” ise, otel önündeki “gösterici”lerdendir!..


Yani;


32+1+4 eşittir 37’dir!..


Peki, 37 kişi hayatını kaybetmişken, niye “33 aydın yakılarak öldürüldü” deniliyor?


Niye “kurşunlanarak öldürülen otel görevlileri” hesaba katılmıyor?..


Ya da;


“Kalp krizi”nden ölen Battal Pehlivan da, niye “yakılarak”(!) öldürülenlerin arasında sayılıyor?..


Dahası; bu “33 aydın”(!) arasına “12 yaşındaki çocuklar” ile Hollandalı gazeteci Carina Thuijs adlı “yabancı” da dahil ediliyor!..


Bu söyledikleri “yalan” olmuyor ama Akit’in haberi “yalan” oluyor, öyle mi?..


Yesinler sizin hümanistliğinizi!..


KAÇ KİŞİ VURULDU?


Akit, ölenlerin hepsinin “kurşunlanarak” öldürüldüğünü iddia etmiyor ki!.. “Bazılarının kurşunlandığını” söylüyor ki, onları da “fotoğraflarla” belgeliyor!..


Hadi, Otel Kâtibi Ahmet Öztürk’ün “kurşunlandığını” da inkâr edin!..


Hadi, onun da “yakılarak öldürüldüğünü” söyleyin!..


Ama, hayır!..


Ahmet Öztürk, bir otel görevlisiydi ve “dışarıdaki göstericileri seyrederken” öldürüldü!..


Evet, bir “tabanca”dan çıkan “kurşun”larla öldürüldü!..


Hem de “ensesinden!”


Diyorlar ki;


“Sivas’ın gerici ve yobazları, 33 aydını yakarak öldürdü!”


Ben de soruyorum;


“Onlar aydınları yakarak(!) öldürdüler ise, aydınlar(!) kimleri vurarak öldürdü?!?”


Soru bu!..


Ve bu soru, 19 yıldır cevaplandırılmadı... Hiç kimse karnından konuşmasın, açık ve net konuşsun... Otel içindeki “aydın”(!)lardan biri çıksın ve desin ki;


“Evet, Ahmet Öztürk’ü ben öldürdüm!.. Diğer otel görevlisini de, bir başka aydınımız öldürdü!.. Onları enselerinden vuran kurşunlar bizim tabancamızdan çıktı!.. Panik halindeydik... Biraz da sarhoştuk!.. Otele yaklaşan göstericilere ateş ederken, otel görevlilerini vurduk!.. Sonra da silahları yok ettik!”


Bunu “itiraf” edecek bir babayiğit var mı?.. Ama hayır!.. “Madımak’ın rantı”nı yemek varken, bu itirafı kim yapar?..


Ne var ki;


Böyle bir “itiraf” yapılmasa da, Ahmet Öztürk ve diğerleri “otel içinden açılan ateşle” öldürülmüşler, sonra da cesetleri Numune Hastanesi’ne götürülerek, “Erdal İnönü’nün talimatı” ile kurşunlar çıkarılmış ve “hepsi yandı” diye rapor tutulmuştur!..


Bunun böyle olduğunu


“Aydın”(!)lar itiraf etmese de, “Operasyona katılan askerler” itiraf etmektedir!..


DEDE KURTULDU, GENÇLER ÖLDÜ!


Gelelim, şu “yanma” meselesine...


Yeni Şafak’tan Osman Özsoy’un, dünkü Arşiv sayfamızda da yayınlanan yazısında, “ilginç bir soru” vardı...


Osman Özsoy soruyordu:


“Bir yer ateşe verilse yangın mahallinden gençler mi daha rahat kaçabilir, yoksa yürürken başkasının yardımına ihtiyaç duyacak kadar yaşlı olanlar mı?


‘Elbette gençler’ dediğinizi duyar gibiyim. Ama bunun tersinin gerçekleştiği bir olay oldu ülkemizde. 78 yaşındaki dede, hem de kaldığı otelin üst katlarında bulunduğu halde yangından kurtuldu ama otuzlu yaşlardaki 35 kişi yangında can verdi.


78 yaşındaki Aziz Nesin yanan otelden çıkabiliyor da, çoğu 40 yaşın altında olan diğerleri nasıl oluyor da ölüyorlar? Bunlar yangına uykuda yakalanmıyorlar ki, kaçamasınlar...


Olay gündüz oluyor.


Benim sorum şu:


40 yaşın altındaki bir kişi bir yangın anında 4-5 katlı binada yanarak ölmeyi mi göze alır, son anda atlayarak kurtulma şansını mı?”


Evet, bu soru da cevaplanmalı değil mi?.. Sahi; “78 yaşındaki Aziz Nesin” sağ kurtulurken, “gençler” niye öldü?.. Bir kısmı “BBP binası”na sığınırken, diğerleri niye “ölmeyi” tercih etti?..


Bunda, Erdal İnönü’nün; “Sakın otelden ayrılmayın, sizi kurtaracağız” teminatının bir rolü var mı acaba?..


AZİMET KÖYLÜOĞLU DİYOR Kİ!


Osman Özsoy, önceki günkü yazısında, bir “ayrıntı”yı daha açıkladı:


“Sivas olaylarıyla ilgili 19 yıldır gizli tutulan morg fotoğraflarını yayınlayan Akit gazetesi, Madımak Oteli’nde ölen 37 kişinin yanmadığını açıkça ortaya koyuyor.


Dönemin soruşturma savcısına gönderilmek üzere hazırlanan dosyadan karanlık eller tarafından çıkartılan fotoğraflar, “Yanarak öldüler” şeklinde hazırlanan otopsi raporlarının tamamının yalan olduğunu belgeliyor.


Sivas Olayları sırasında Madımak Oteli’nde yanarak öldürüldüğü iddia edilen insanlardan bir bölümünün yakın mesafeden kendilerine kurşun sıkılarak öldürüldüğünü bana ilk ifade eden kişi, Türkiye Cumhuriyeti’nin 50. Hükûmeti olan I. Çiller Hükümeti’nde Devlet Bakanı olarak görev yapan Sivaslı, Alevi kökenli bir bakandır... Kaldı ki, siyasi tarihimizde Alevi kimliğini gizlemeden açıkça dillendiren ilk bakanlardan biri olarak yer almıştır.”


Osman Özsoy bakanın adını açıklamamış ama; “Madımak Oteli’nde yanarak öldürüldüğü iddia edilen insanlardan bir bölümünün yakın mesafeden kurşun sıkılarak öldürüldüğünü” ilk ifade eden bakan, herhalde Azimet Köylüoğlu olmalıdır!..


Azimet Köylüoğlu bile bunu demişse, Akit’in “yalan” yazdığını iddia edenlerin sözleri, daha baştan çürümüş demektir!..


MURAT ALAN MI ACILARI TAZELEDİ?


Önceki günkü gazetelerde, “Akit’i yalanlama yarışı” vardı... Kimi, haberi yapan muhabirimiz Murat Alan’ın, olaylar sırasında ölen Ahmet Alan’la “akraba” olduğu için “intikam” almaya çalıştığını yazdı, kimi de “Akit, aileleri de yaktı” diye başlık attı...


Öncelikle şunu söyleyelim;


Murat Alan, eğer soyadı “Alan” olan herkesle “akraba” olacaksa, niye “Ergenekon sanığı ve MHP Milletvekili Engin Alan”la akraba olduğunu yazmadınız?..


Aklınıza mı gelmedi, yoksa Engin Alan nire, Sivas nire diye mi düşündünüz?..


Ama, illa bilmek istiyorlarsa söyleyelim; Murat Alan’ın, Sivas’ta ölen Ahmet Alan’la hiçbir kan bağı yoktur!..


Çünkü Murat, “Adıyamanlı”dır...


Gelelim, “Akit, aileleri de yaktı” komedisine... “Morg fotoğrafları”nı yayınladık ya, Sivas’ta ölenlerin aileleri sarsılmışlar ve fotoğrafları görünce acıları tazelenmiş!..


Gazetenin biri, öyle yazıyor!..


Oha!.. Ve de çüş!..


Ulan, bu ne biçim “acıların tazelenmesi”dir ki, Sivas’ta ölenlerin aileleri, tam 19 yıldır, her yılın 2 Temmuz’unda “pankart” açıp yürüyorlar.


Ne yazıyor o pankartta;


“Unutmadık,


Unutturmayacağız!”


Her yılın 2 Temmuz’unda “ölenlerin fotoğrafları” da bulunan bu pankartı açarak yürüyen ve bir anlamda “acılarını tazeleyen” ailelerin aklına şimdi mi geldi, acılarının tazelendiği?..


“Unutmadık!.. Unutturmayacağız” diyen kendileri, “acıları tazelenen” kendileri!..


Böyle saçmalık olur mu?..


Hem sonra;


Aydınlık’a konuşan Av. Şenal Sarıhan diyor ki; “Akit’in yayınladığı fotoğraflar yeni değil... O fotoğraflar; ilk baskısı 2002’de yapılan “Madımak Yangını... Sivas Katliamı Dâvâsı isimli kitapta vardır...”


Öyle sanıyorum ki;


“Sivas’ta ölenlerin yakınları”nda da bu kitaptan vardır... Peki, kitaptaki fotoğrafa bakınca acılar tazelenmiyor da, Akit’te yayınlanınca mı tazeleniyor?..


Güldürmeyin insanı!..


Bir iddianız varsa, adam gibi koyarsınız ortaya, biz de yararlanırız... Ama “Sivas rantı”nı elden kaçırmamak için, bu tür “fasa-fiso” iddialarla karşımıza gelirseniz, sadece güleriz!..


PKK’NIN İŞİ DEMEDİK Kİ!


Tıpkı, Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok’un iddiasına; sadece bizim değil, “karga”ların bile münasip yerleriyle güldüğü gibi!..


Zeynep Hanım demişki;


“Akit daha önce de benzer haberler yaptı. Daha önce Sivas, ‘PKK’nın işi’ dediler. Yine bir hedef saptırmaya çalıştılar.”


İşte, “asıl çarpıtma” budur!..


Çünkü Akit, “Madımak olayı” için, hiçbir zaman “PKK’nın işi” demedi...


Evet, “Başbağlar” için “PKK’nın işi” dedik ama “Madımak” için demedik!..


Kaldı ki; bunu diyen de sadece Akit değildi... PKK elebaşı Abdullah Öcalan, 1999’daki sorgusunda, “Başbağlar’da 33 kişiyi öldürenlerin PKK’lı olduğunu” itiraf etmiş ve bu itiraf 5 Temmuz 2012 tarihli Aydınlık’ın 3. sayfasında Mecit Ünal tarafından da kaleme alınmıştır.


Dahasını da yazmıştır Mecit Ünal;


“Bugün 5 Temmuz ise, Madımak Katliamı’ndan üç gün sonra PKK’lıların gerçekleştirdiği bir başka katliamın, Başbağlar köyü katliamının 19. yıldönümüdür.


Ne var ki, ‘Madımak’ın intikamı’ diye ilan edilen bu katliam ‘kamuoyu’ indinde Madımak Katliamı’nın binde biri kadar bile yankı bulmamıştır.


Katliamları birbiriyle karşılaştırmak, yarıştırmak, senin katliamın, benim katliamım diye ayırmak, ‘kendi katliamı’ için de sahte gözyaşı dökmeye götürür insanı.


Nitekim her yıl 2 Temmuz’da yapılan biraz da budur.”


Özetle demek istiyoruz ki;


Bizim 19 yıldır söylediklerimiz de Mecit Ünal’ın söylediklerinden farklı değil... Gerek Madımak, gerek Başbağlar olayları, birer “derin devlet işi”dir!..


Madımak Oteli’nin içinde “kurşun” sıkan “Joker” kim ise Başbağlar Köyü’nde 33 kişiyi katleden James Holmes de odur!..


Bizim derdimiz;


Ailelerin acılarını tazelemek, ya da birilerinin savunuculuğunu yapmak değil!..


Bizim amacımız


Ölenlerin mezarları açılsın, “otopsi”leri yeniden yapılsın ki; kimlerin “dumandan zehirlenerek”, kimlerin de “kurşunlanarak” öldürüldüğü ortaya çıkarılsın!..


“Kurşunlanarak öldürülenler” ortaya çıkarılsın ki; “33 aydınımız yakılarak öldürüldü” edebiyatına artık son verilsin!..


Bunu niye istiyoruz?..


İstiyoruz çünkü; “yakılan(!) aydınlar” kimdir, “aydınların yaktıkları” kimdir, artık ortaya çıksın!..


Ama görüyoruz ki, birileri; “Joker”lerin ortaya çıkmasını istemiyor!..


Demek ki;


“Madımak rantı” çok tatlı!..


Akit’in haberlerinden de,


Bu yüzden panikliyorlar!..





Yargıtay’ın cemevi kararı


Tartışmalar başladığından bu yana; “Alevilik din değil, cemevleri de ibadethane değildir” diyorduk... Aksini iddia ediyorlardı ama “hukuk duvarı”na tosladılar.


Efendim, olay şu: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, tüzüğündeki “cemevlerini ibadet yeri olarak nitelendiren ifadeler” sebebiyle Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkında kapatma davası açmıştı... Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi ise davayı, “Cemevleri yüzyıllardır Alevilerin ibadet yeri olarak toplumca bilinmiş ve kabul görmüştür. Derneğin tüzüğünde yazılı bulunan ‘Cemevleri ibadethanedir’ hükmü Anayasa’nın 2. maddesine aykırılık taşımadığı gibi kanunlarla da yasaklanmamıştır” gerekçesiyle reddetmişti...


Dâvâ, elbette Yargıtay’a intikal etti...


Yargıtay 7. Hukuk Dairesi özetle demiş ki;


“İlgili yasa ve düzenlemeler karşısında cami ve mescid dışında bir yerin ibadethane olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, kişilerin sivil toplum örgütü olarak yasal mevzuatın sınırları içinde serbestçe dernek kurarak dernek çatısı altında faaliyetlerine devam ettirmelerinin mümkün olduğu kuşkusuzdur.”


Yani?.. “Cami”ler ve “mescid”ler birer “ibadethane”dir ama “cemevleri” değildir!.. Cemevleri, olsa olsa “dernek”tir!..


“Yargıtay” da bu kararı verdiğine göre, “direnmek”, ancak ve ancak “kaos”a yol açar... Gidin derneğinize; ister “dem”lenin, ister “saz” çalın, ister “semah” yapın, karışan mı var?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi