Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Suriye üzerine senaryolar... Arz-ı Mevud’a doğru mu?

Suriye üzerine senaryolar... Arz-ı Mevud’a doğru mu?

Herkes, “sondan başa” doğru geliyor, yani “tümdengelim” metodu uyguluyor; yani “Şam’dan sonra sıra Türkiye’ye gelecek...

Suriye’nin kuzeyinde hiçbir şart altında özerk, federasyon veya bağımsız bir devlet kurulmamalıdır” diyor...
Oysa, meseleye, “tümevarım” metoduyla yaklaşıp, “baştan sona” doğru gitselerdi, meseleyi çok daha iyi ve kolay izah ederlerdi.
“Suriye sınırının PKK’nın kontrolüne geçmesi” meselesinden söz ediyorum.
Aslında, bu olay yeni değil...
BEDRO VE TEMO BASKINI!
Bazı gazetelerin de yazdığı gibi;
Dünya; terör örgütü PKK’nın Suriye’nin Kürt bölgesine yerleştiğini, ocak ayında meydana gelen “Bedro” ve “Temo” saldırısıyla öğrendi.
Baas rejiminin desteğiyle bölgeye gönderilen bir grup PKK’lı; muhaliflere verdiği destekle bilinen Kamışlı’daki “Bedro aşiretinin lideri Abdullah Bedro”nun evine baskın düzenledi. Bedro’nun ağır yaralandığı, 3 oğlunun ise hayatını kaybettiği saldırıdan sonra terör örgütünün muhalif Kürtlere yönelik baskısı devam etti.
Örgüt daha sonra Geleceğin Hareketi Partisi lideri Meşal Fazıl Temo’yu, onun yerine geçen yeğenini ve birçok muhalif siyasetçiyi daha öldürdü.
Aylarca yoğun bakımda kalan Abdullah Bedro’nun sağlık durumu ise iyiye gidiyor... Suriye’de yaşanan gelişmeleri değerlendiren Bedro’ya göre; Kürt bölgesinin PKK’nın uzantısı Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) eline geçmesi rejimin uyguladığı zulmün devam edeceği anlamına geliyor.
Bedro, PKK’nın bu bölgeye Suriye yönetiminin desteğiyle yerleştiğini ve istihbaratla birlikte çalıştığını söylüyor...
PKK, KİMİN KONTROLÜNDE?
Bedro’nun bu iddiası, başka kaynaklardan gelen haberlerle de doğrulanıyor.
Suriye’deki yeni oluşumun sorumluluğunu daha önce Kandil’de bulunan ve halen Ayn el Arab bölgesinde yaşayan Salih Bozan’ın üstlendiği tespit edilirken, Bozan’ın diplomatik pasaport sahibi olduğu, Beşşar Esed yönetimine muhalif olmasına rağmen Suriye Gizli Servisi el Muhaberat tarafından sürekli koruma altında tutulduğu bildiriliyor.
Bu ne demek?..
Buna, Beşşar Esed’in; “Benden sonra tufan” taktiği de denilebilir, El Muhaberat’ın “Esed’e rağmen iş kotardığı” da!..
Şu hâle baksanıza;
“Suriye’nin Kuzeyi” PYD’nin eline geçiyor ama PYD’nin ipleri de “Suriye MİT’i”nin elinde!.. Değilse, adamın eline “diplomatik pasaport” verip de, hiç “özel koruma”ya alırlar mı?..
Uzun lâfın kısası;
“Kuzey Suriye”nin kontrolü PYD’de.
Ama onlar da, “Suriye MİT’i”nin kontrolünde!..
Demek ki;
Bir “danışıklı dövüş” var!..
HAYALİ HARİTALAR
Biliyorsunuz;
Başbakan Tayyip Erdoğan, perşembe günü Londra Olimpiyatları’nın açılış töreni için İngiltere’ye gitmeden önce; “Sınır bölgesinde muhtemel bir PKK riskine karşı tampon bölge kurma gibi bir alternatif düşünüyor musunuz?” sorusuna şu cevabı vermişti;
“Güvenli bölge, tampon bölge. Hepsi alternatiflerin içerisinde. Bunların öncelikleri ise biraz da sürece bağlı. İstim üzerindeyiz.”
Ve Barzani’yi de uyarıp, eklemişti:
“Suriye Ulusal Konseyi’nin karşısında Suriye Kürt Konseyi oluşturulmak isteniyor. PKK-PYD ve farklı oluşumların dayanışmasına müsamahayla bakmamız, seyretmemiz mümkün değil.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu Erbil’e göndereceğim... Kararlılığımız kendilerine de iletilecektir. Tampon bölge de alternatifler arasında. TSK çalışmalarını sürdürüyor. Gereken adımlar zamanı geldiğinde atılacak. İstim üzerindeyiz. Hayali haritalara eyvallah etmeyiz.”
Evet, Erdoğan; “Hayali haritalara eyvallah etmeyiz” diyor... AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ise şunları söyledi önceki gün;
“Hiç kimsenin bir şey kurduğu da yok, kurabileceği de yok. Sadece şu kargaşada, bulanık suda balık avlamaya çalışıyorlar. Sular durulur, o balıkların hepsi de kıyıya vurur.”
SURİYE 3’E BÖLÜNÜR MÜ?
Bütün bunlara rağmen, Esed sonrası “Suriye’nin 3’e bölünmesi” üzerine senaryo üzerine senaryo üretiliyor ki, bunlardan biri “Sünni”lerin kuracağı bir devlet... İkincisi “Kürtler”in kuracağı bir devlet... Üçüncüsü ise Esed liderliğinde Lazkiye’de kurulacak bir Nusayri Devleti!..
Bunlar, şimdilik bir “senaryo” olarak dillendiriliyor olsa da; Suriyeli Kürtler, 750 bin nüfuslu Kamışlı’ya, daha şimdiden “Başkent” olarak bakmaya başlamışlar...
İşin doğrusu;
Suriye’de son dönemde Kürtler, nüfusunun yoğun olduğu bölgelerde yönetimi ele geçiriyor. 9-10 Temmuz’da ise Kuzey Irak Kürt Yönetimi lideri Mesud Barzani’nin daveti ile Erbil’de bir araya gelen farklı gruplar Yüksek Kürt Konseyi adlı bir çatı kurdular... Bu süreçte öne çıkan aktör ise Türkiye’de çoğu zaman “PKK’nın Suriye’deki kolu” olarak nitelenen Demokratik Birlik Partisi (PYD)... Kobani kentinde bulunan PYD Eş Başkanı Salih Müslim diyor ki;
“PKK’nın kolu değiliz... Bu iddia kesinlikle doğru değil!.. Bu söylentiler, bizi karalamak için çıkarılıyor... Suriye’ye 2000 Peşmerge geldiği ve PKK ile temasımızın olduğu da doğru değil!”
Bu durumda, insan ister istemez düşünüyor; PKK ile PYD’nin durumu PKK ve BDP’nin ya da BDP ve Leyla Zana’nın durumu gibi mi?..
Öyle ya;
Kandil’den gelen ve halen Ayn el Arab bölgesinde yaşayan Salih Bozan farklı konuşuyor, Kobani’de yaşayan Salih Müslim farklı konuşuyor.
Mesut Barzani’nin ne konuştuğunu ise, herhalde Ahmet Davutoğlu’nun ziyaretinden sonra öğreneceğiz...
ERDOĞAN, BUNDAN KORKUYORDU
Size bir şey söyleyeyim mi;
“Erdoğan’ın en çok korktuğu” senaryo, işte buydu... “Halk ayaklanması”nın başladığı ilk günlerde, Suriye’de bir “bölünme” olmasından korkuyordu Erdoğan...
“Suriye’nin bölünmemesi” için de elinden gelen çabayı harcadı. Bazı “yorum”cuların da yazdığı gibi;
“Suriye’deki halk hareketi eninde sonunda Esed diktatörlüğünü devirecek, ülkeye özgürlük ve demokrasiyi getirecekti...
Bu belki Suriye’de, Arap Baharı’na sahne olan diğer ülkelere göre biraz daha zor ve belki daha kanlı bir süreçten sonra gerçekleşecekti... Beşşar Esed, içteki ve dıştaki destekçileri sayesinde daha uzun bir süre direnecekti. Ama buna karşılık sokak gösterileriyle başlayan halk hareketi genişleyecek, ülkenin bir iç savaşa sürüklenmesi noktasında Esed yönetimi pes edecekti...”
Erdoğan da bunu bekliyordu...
Ama işler, bir anlamda “ganimet savaşı”na döndü... Herkes, “batan geminin malları”nı paylaşmaya koyulunca, ortaya “kaos” çıktı...
Ancak, Türkiye, yine de pes etmiş ve plânından vazgeçmiş değil...
KÜRTLER ÇATIŞABİLİR!
Malûm; Suriye’nin Esed sonrasındaki “geçiş dönemi hükümeti”nin lideri olmaya en yakın isim General Menaf Tlas’tı... Ki, General Tlas, “Esed’in de en yakın Sünnî kurmaylarından biri”ydi... Ama “katliam”lara karşı çıkmış ve ailesiyle birlikte önce Türkiye’ye gelmiş, sonra da Fransa’ya geçmişti.
İşte bu Tlas, perşembe günü Türkiye’ye geldi ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile birlikte iftar etti... Türkiye’nin ağırladığı bu kilit adam; acaba “geçiş hükümeti”nin başına geçebilir mi?..
Türkiye bunu istiyor.
“Sünnî General Menaf Tlas”ın öncülüğünde kurulacak bir “geçiş hükümeti”ne “Sünnî Araplar” kadar “Sünnî Kürtler” de destek verebilir...
Ancak, bu da bir “çatışma”ya yol açabilir... “Kuzey Suriye”de, “PYD yanlısı Kürtler”le, “PYD karşıtı Kürtler” arasında, “Barzani-Talabani savaşı”na benzer çatışmalar yaşanabilir... Malûm, Barzani-Talabani savaşı, her iki taraftan 3 bin 500 kişinin ölmesine yol açmıştı...
Tabiî, bu olaya, Altan Tan gibi “iyimser” bakanlar da var...
Altan Tan, Fatih Altaylı’ya demiş ki;
“Barzani ile Talabani, ikisi de Kürt. Bunlar önce bölündüler. Biri Süleymaniye’yi başkenti yaptı, öbürü Erbil’i. Sonra savaştılar. Birbirlerinden 3500 kişiyi öldürdüler. Şimdi bak. Biri Irak’ın başında, diğeri Kürdistan’ın. Anlaştılar, uzlaştılar. Suriye’de de aynısı olur. Başta belki bir kapışırlar. Savaşırlar. Sonra uzlaşırlar. Ama burada Türkiye’nin yapabileceği hiçbir şey yok!.. Türkiye’yi ilgilendiren bir şey de yok!..”
Mu acaba?..
“Sınırının dibi”nde bir “Kürt devleti” kurulacak ve Türkiye buna göz yumacak öyle mi?..
İSRAİL PUSUDA!
Bana öyle geliyor ki;
Türkiye, “Suriye’nin bölünmemesi” için elinden geleni yapacak... Ama, “bölünürse” de, bu “Kürtlerin hayrına” olmaz diye düşünüyorum... Çünkü, böyle bir “senaryo”nun “İran’daki Kürtleri” de içine almaması düşünülemez!..
Peki, başından beri “Esed’i destekleyen” İran, kendi nasırına basılınca, buna göz yumar mı?..
Ve ayrıca, Kürtler, biraz “boşuna hevesleniyor” gibime geliyor... Zira, “Suriye’nin ufalanması” en çok İsrail’in işine yarar!..
Bugüne kadar PKK’yı bir “maşa” olarak kullanan İsrail; “PKK’nın kurduracağı bir Kürt devleti”nin tepesine çöker ve onun topraklarına “çöreklenir” ise, hiç şaşmamak gerekir!..
Yani, Kürtler “Büyük Kürdistan’ı kuruyoruz” hayalleri içinde “Büyük İsrail”e yani “Erz-ı Mevud”a, yani “Vaat edilmiş Topraklar”a hizmet ediyor olabilir!..
Gördüğünüz gibi, “senaryo” çok!..
Ama, Egemen Bağış’ın dediği gibi;
Henüz “kurulan” bir şey yok!..
“Kurulabilecek” bir şey de yok!..
Sadece bir “kargaşa” var ve herkes “bulanık suda balık avlamaya” çalışıyor!..
Bir süre sonra “sular durulur” ve “o balıkların hepsi karaya vurur!..”
Bekleyelim ve görelim...


Ağız dolusu hakaret
CHP milletvekilleri ve aynı zamanda Ergenekon sanıkları olan Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay’ın “tahliye” talepleri reddedildi ya, Bay Kemal Kılıçdaroğlu, esmiş-yağmış;
“Yargının kararına şaşırmadım... Çünkü yargıçlar AKP’nin sopalığını yapıyor!.. Orada milli iradeye saygı duyan değil, milli iradeye karşı olan yargıçlar var!.. Yargıç cübbesi giyerek yargıç olunmaz!”
Breh... Breh... Breh!.. Ne lâflar da bilirmiş böyle!.. İnanır mısınız; “28 Şubat süreci”nde ağır baskıya maruz kalan, “yargı kararıyla evi haczedilen” ve de, bir “mafya bozuntusu”nun ipe-sapa gelmez ifadesiyle “6 gün gözaltı”nda tutulan ben, eğer bu lâfları etmiş olsaydım, herhalde “demir parmaklık”ların ardından çıkamazdım!.. Ben ve elbette bir çok Müslüman, “yargı kıskacı” altında inim-inim inlerken, “Kılıçdaroğlugiller familyası” diyordu ki; “Yargı bağımsızdır!.. Bağımsız yargıya hiç kimse müdahale etmemeli ve kararına saygı göstermelidir.”
Eee, ne oldu?.. AK Parti iktidar olunca, “yargının bağımsızlığı” mı gitti?.. Hani nerede kaldı “yargıya saygı” nutukları?..
Şu hâle bakın; adam resmen ve alenen “ağız dolusu hakaret” ediyor...
“Dokunulmazlık zırhı”na bürünmüş ya, ağzına geleni söylüyor...
Ne demek “AKP’nin sopaları”?!?..
Demek oluyor ki; “Nasır”lara basılınca, CHP’lilerde ne “kimya” kalıyor, ne “fizik!” Anında “kimyaları bozuluyor” ve “eleştiri”yi unutup, başlıyorlar “hakaret”e!.. Öyle ya; Türkiye, “babalarının çiftliği”, yargıçlar da o çiftliğin “kahyâ”larıydı...
Yargı kararları bizi acıtıyordu... Sizi de acıttı mı cicim?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi