Feyzullah Birışık

Feyzullah Birışık

Al-i İmran 191’in Yusuf–105’e Tebessümü…

Al-i İmran 191’in Yusuf–105’e Tebessümü…

Yusuf süresi 105. ayet... Bakıp ta göremeyen gözlerden şikâyet eden ayetlerin belki de en başında geleni... İlk okuduğumda aman Allah’ım! Nasıl da görememişim dedim.

Oysaki gözlerim de dâhil gördüğüm ve göremediğim her şey Yusuf 105 in sözcüsü olmasına rağmen görememiştim. önce Yusuf–105 i okudum sonrada nasıl okunması gerektiğini bildiren ayeti… Yani Al-i İmran 191’ i…

Hidayetime alt yapı oluşturan Yusuf-105’i daha çok yaptığım şehirlerarası yolculuklarımda yaşamaya çalışırım.
Gelin hep beraber güzel bir yolculukla Yusuf-105’e A-li İmran 191 penceresinden bakmaya çalışalım…
Otobüs biletimizi almış, şehirlerarası yolculuğa çıkmak için ön koltuktaki yerimizi alıyoruz. Koltuğa oturur oturmaz ; “ Onlar ki otururken… Allah’ı zikrederler” ayetine muhatap olmanın bilinciyle; Allah’u ekber, SubhanAllah ve Elhamdulillah diyerek zikre başlıyoruz…

Yola çıkılmıştır artık… Gözlerimiz evrene serpiştirilmiş Yusuf -105’leri arıyor. Hemen sağımızda; şiirlerimize ve türkülerimize konuk ettiğimiz, eteklerinde çiçekler topladığımız, bazende kendimize mesken edindiğimiz devasa dağlar…

Birkaç ay öncesine kadar yeşil saçlı olan dağlar, ot mezarlığı görümünde… Sararan her ot, adeta Zümer–21.Ayetin sözcülüğünü yaparak yeşilden sarıya geçiş üzerinde birazcık düşünmemizi tavsiye ediyor… öteki hayatı masaya tam yatıracakken koca dağın eteğinde yeşilden sarı bir hayata geçen insanların birer tohum gibi ekildiği mezarlıklar da gözümüze takılıyor… Her mezar taşı, iki metre alttakinin adeta hüviyet cüzdanı…

Tam o esnada cebimizdeki nüfus cüzdanımızı çıkarıp; kim bilir ne zaman mermerleşecek! Diyerek kalan kredimizi nerelerde ve nasıl değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyoruz… Yerden onlarca metre yukarıdan havada birer kandil gibi durup tarla faresi arayan bir Doğan ya da Kartal da gözümüzden kaçmıyor… Nahl–79 ‘u nede ustaca sergiliyorlar!

Başka bir ayet telefon tellerinde toplu zikir halinde… Birazdan harekete geçerek tüm dikkatlerimizi Mülk-19’a çekmek isteyecekler… Ve gökyüzü Mülk–19 kaynıyor… Havada uçuşan ayetlerin hemen arkasında Allah’ın olduğu ve bizlerle diyaloga geçmek istediğini bilmek ne güzel bir duygu.

Otobüsümüz yol almaya devam ederken dağın hemen eteğinde yol kenarına dikilmiş trafik levhasındaki “ dikkat heyelan!” uyarısını Haşr-21’in sözcüsü olarak algılıyoruz. Biz o levhada dağların gözyaşlarını okuyoruz! O dağlar ki iri cüsselerine rağmen Ahzap–72 de bahsedilen emaneti kaldıracak gücü kendilerinde bulamayınca; sanki parmaklarıyla bizleri işaret ederek; şu insanoğlu teklifini kabul eder Allah’ım dediler…

Dağların bile cesaret edemediği emaneti yüklenmişiz de haberimiz yokmuş. Yolculuğumuz devam ederken muavinin çay ikramından; Allah’ın sadece çalışanlara değil, oturanlara da rızık verdiğini anlıyoruz… önce Allah’a sonrada muavine teşekkürlerimizi sunarak bir taraftan çayımızı yudumlamaya diğer taraftan evrene konan ayetleri okumaya çalışıyoruz. Otobüsümüzün camına düşen yağmur damlaları Rum–48 ‘den başkası değil… Mübarek ne de güzel bereketlendiriyor yolculuğumuzu!

Cam ıslak, yol ıslak, dağ eteğindeki otlar ıslak… Ama hayat bulamıyorlar. Yeşerin emri gelmedikçe içilen su hayat vermez kendilerine… Bunun farkındalar… Kaptanımız camı sildikçe Rum–48 yağmaya devam ediyor… Engel olmak ne mümkün!

“ Görevine şimdilik son verildi” emrini alan gökyüzünde dev sürahi görünümündeki Rad-12’nin habercisi, veda gözyaşlarını bırakarak bizlerle beraberliğine son veriyor…
Bu kez gözlerimiz gökyüzünde… Adres değişikliği yapan karabulutlar yerlerini pamuk tarlasına bırakmış. Sanki kendi sularıyla yıkanmışlar da beyaza dönüşüvermişler… Masmavi gökyüzü tablosunda bazen pamuk gibi bembeyaz, bazen de güneşi arkasına alarak kızıllaşan bulutlar günün her saatinde değişime uğrayıp muhataplarının hem duygularına hitap ederler hem de Rabb’inin sanatını ve gücünü kendi bedenlerinde sergilerler.

Bakara–164’ ü bedenlerinde sergileyen şu bulutlar günün her saatinde güzeldirler. Sabah başka, öğlen başka, gün biterken bir başka güzeldirler. O bulutlar ki bazen hiçbir hareketlilik göstermeden Yaratıcısının emrine amade bekler bazende itfaiye arabası gibi verilen adrese doğru yola koyularak dilenilen beldeye dilendiği kadar yağmur tanesi bırakırlar. Ne bir damla fazla nede bir damla eksik bırakırlar. Nur-4’ü öylesine ciddiye alırlar ki, adam madam kayırmazlar…

Gözlerimiz hala gökyüzünde… Mülk–3, aynı iddiasıyla bakan gözlere meydan okuyarak” bir yama, yırtık ya da defo bulana aşk olsun” diyor… Tüm her şeyi kusursuz ve muhteşem yaratan Allah’u Tealanın, sanatına dikkat çekerek meydan okumasındaki sır ne acaba…

Kılınan namazdan sonra güneşi arkamıza alarak yolculuğumuza devam ediyoruz…
Güneşin ölümü, elinde siyah bir fırçasıyla göğün kızıllığını siyaha boyayan Nebe–10’ un müjdesi adeta… Güneşin batmaya yakın oluşunda Resulullah aleyhis selamın okuduğu duayı defalarca okuyoruz;

“ SubhanAllahi ve bihamdihi”
Nebe–10’ un yeryüzünü siyaha boyamasıyla gündüz ayetlerinin birçoğu gece ayetleriyle yer değiştiriyor… Gündüz ile gecenin nöbet değişiminde dikkatimizi Al-i İmran 190’a çevirerek düşünüyoruz… Gece geldi, gündüz nereye gitti…

Gözlerimizi bir anlık kusur arayıp ta göremediğimiz gökyüzüne çevirerek, gözleri dinlendiren, umutlandıran muazzam bir tabloya, yıldızlara bakalım… Olağan üstü bir gücün eseri olan o yıldızlar ki gece karanlığında adeta flaş gibi parlatarak neredeyse dile gelip; “ Bizleri uzayın boşluğunda direksiz tutan Allah’ın gücünü, büyüklüğünü ve yaratıcılığını görebiliyor musunuz?” derler… Ve bizler de SubhanAllah! Diyerek hayranlığımızı dile getiriyoruz…

Saatimiz bir hayli ilerlemiştir… Kaptanımız ve biz dışında yolcuların tamamı En’am–60’ ın etlisi altında kalmış mışıl mışıl uyuyolar… Gecenin üçte biri geçmiş duaların kabul oranının oldukça yüksek olduğu zaman dilimine girilmiştir. Tam bir fırsat anı ve biz bu anı kaçırma niyetinde değiliz.

Kur’andan sonra ikinci kaynağımızda okuduğumuz hadis hala hafızalarımızda;
Resulullah aleyhisselam buyurdular ki; “ Gecenin son üçte biri kaldığı zaman Rabbimiz (Keyfiyetini bilmediğimiz bir şekilde) her gece dünya semasına iner ve: bana kim dua eder ki onun duasına icabet edeyim! Benden kim bir istekte bulunur da ona dilediğini vereyim! Benden kim mağfiret diler ki onun için mağfiret edeyim.-Buhari. Cilt–3 sy,1096.

SubhanAllah! Uykunun en tatlı saatlerinde Rabbimiz sevdikleriyle diyaloga geçmek istiyor.
Ve biz gelen fırsatı değerlendirerek o ana kadarki günahlarımız için bağışlanma talebinde bulunuyoruz… Daha sonra ihtiyaçlarımızı en iyi bilenden bazı isteklerde bulunuyoruz… V e dualarımızın kabulü için dualar ediyoruz…

Saatimizin akrebi üçü en az yarım saat geçmiş… Zümer–42 göz kapaklarımızı bir hayli zorluyor… Ve kapanıyor… Ve bizimde ruhlarımız geldiği yerde… Her ne kadar da bedenimiz ön koltuktaysa da ruhlarımız çok uzaklarda… Kaptan haricinde hepimiz ruhsuzuz… Otobüsümüz cenaze arabası fonksiyonunda…

Ahzap–21 de bahsedilen önderimiz ne güzel söylemiş; uyku ölümün kardeşidir. Ve ruhlarımız başka bedenlerle karışmadan aynı adrese geliyor… Uyanıyoruz ve teşekkürümüzü; elhamdulillahillezi ba’de ma ematena ve ileyhinnuşur.” Diyoruz. Yani; öldürdükten sonra tekrar dirilten Allah’a hamdolsun…

İmanımızı tefekkürle güçlendirip A-li İmran 191’i yaşamamız duasıyla…
Bir sonbahar günü yapmış olduğum yolculukta kaleme aldığım yazıyı sizinle paylaşmak istedim…





Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Feyzullah Birışık Arşivi