M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Doğanlar Ölecek Yapılan Binalar Yıkılacaktır

Doğanlar Ölecek Yapılan Binalar Yıkılacaktır

Hâdis meali: "Her gün bir melek dünya semasından şöyle nida eder: Ey bugün doğacaklar, ölmek üzere doğunuz! Ey bugün yapılan binalar, harap olup yıkılmak üzere yapılınız!"

İnsanlar ve bilhassa Müslümanlar bu hâdis-i şerifi zihinlerine ve gönüllerine iyice yerleştirmiş, gereken dersleri almış olsalardı yapageldikleri bir sürü dünyevî beyinsizliği yapmazlardı.

İnsanı azgınlıklardan, günahlardan, kötülüklerden, aşırılıklardan koruyan şeylerden biri de ölüm ve âhiret inanç ve düşüncesidir.

Ölümü ve âhireti düşünmeyenden her türlü kötülük beklenir.

Ölümü ve âhireti kuru laf ile bilen ve anan, lakin bu iki kavram kalbine inmeyen kimseler neler yapar?

Haram helal demeden zengin, çok zengin, daha zengin, en zengin olmak için çalışır.

Başkan, baş, reis, kocabaş olmak hırsıyla tutuşur yanar.

Ölçüsüzlükler, dengesizlikler, aşırılıklar sergiler.

Akıllı ve ferasetli zengin bir Müslüman (maalesef akılsızları da var) ölümünden sonra geriye sadaka-i cariye bırakır.

Fakirlere, yoksullara, düşkünlere, perişan durumdaki mültecilere yardım vakfı kurar, bu vakfı yürütecek gelir ve mal ayırır, kendisi ölünce, vakıf hizmetlerinin sevabı defterine yazılır.

Yahut çok hayırlı, çok iyi, çok doğru, çok sâlih çocuklar yetiştirir, onlar hayırlı işler ve hizmetler yaptıkça babalarına analarına da sevap yazılır.

İlmi varsa, Allah rızası için (para, ün, itibar kazanmak için değil!) faydalı, hayırlı bir kitap veya risale yazar, o kitap okundukça ona sevap yazılır.

İlmi yoksa, muhlis muttaqi sâlih bir âlime hayırlı bir kitapçık yazdırır, onu yayınlar, bedava dağıtabilirse parasız verir, buna gücü yetişmez ise maliyet fiyatına verir. Bu kitaplar okunup durdukça ona sevap yazılır.

Akıllı ve hayırlı bir Müslüman, ailesi ile birlikte pikniğe gitti... Yemekten sonra kiraz yediler... Bunların çekirdeklerini kuytu bir yere diker, üzerlerine su döker. Diyelim yüz çekirdek dikti, bunlardan biri tuttu. O ağaç büyür, yabani kiraz olur, günün birinde bir kuş gelir, bir kiraz yer, onun sevabı da adamın defterine yazılır.

Akıllı, olgun, ferasetli Müslüman'ın aklı fikri böyle hayırlı şeylerde olmalıdır.

İslam paylaşma, infak dinidir. Hep bana hep bana zihniyeti ve hırsı Müslüman'a yakışmaz.

Resulullah Efendimiz (Salât ve selam olsun ona) ümmetini para, altın, gümüş, mal hırsına karşı uyarmıştır. Müslüman tacir ve iş adamı, servetinin kendisinin malı değil emanet sermayesi olduğunu bilmelidir.

Eskiden padişah anneleri ne güzel hayırlar yapıp bırakmışlar. Eminönü'ndeki Valide Sultan Camii ne hoş, ne hayırlı bir yapıdır. Valide Sultan vefat etti ama bu camide ezanlar okunup namazlar kılınıp Kur'an tilavet edildikçe onun sadaka-i cariye defterine sevap yazılıyor.

En güzel, en hayırlı, en kazançlı ticaret Allah ile yapılandır.

Zekât vermek, sadaka vermek, fakirlere yardım etmek, halka ilmihalini öğretmek Allah ile ticarettir.

Allah yolunda ihlâsla (gerçek) şehit olmak en yüksek ticarettir.

Bu ticaretin şartları vardır.

Birincisi: İhlâsla, Allah rızasını kazanmak için yapılmış olacak.

İkincisi: Kur'an'a, sünnete, şeriata, fıkha, İslam ahlâkına uygun şekilde yapılacak.

Üçüncüsü: Nefsini, benliğini, kibir ve gururunu, başka kötü ve alçak şeyleri bu ticarete karıştırmayacak.

Haram helal demeden deliler gibi zenginlik peşinde koşan, yüksek binalar yaptıran kişilere:

1. Siz vadeniz dolunca mutlaka öleceksiniz.

2. Yüksek binalarınız günleri dolunca harap olup yıkılacaktır.

3. Sizi iki metrelik bir çukura koyacaklar, efsanevî servetiniz varislerinize kalacaktır.

4. Haram yediğiniz veya helal de olsa servetinizle ilgili vazifelerinizi yapmadığınız takdirde azap göreceksiniz.

5. Çocuklarınızı inançlı ve hayırlı yetiştirmediğiniz takdirde sizi unutacaklar, bayramlarda bile kabrinizi ziyaret edip bir fatiha okuyup sevabını size bağışlamayacaklardır.

6. Dünyada başkan olanlara: Başkanlığınız ya ölünce yahut ölmeden önce elinizden gidecektir.

Bir kısım zavallı Müslüman gençlere:

Aklınız fikriniz idealiniz para kazanmak, zengin olmak, lüks bir hayat sürmek ise siz şimdiden kötü bir şekilde ölmüşsünüz.

(Özel not: Bazı muhtaç gençler bir burs bile bulamaz ve alamazken kendisi yedi yerden birden burs ve kredi alan cin fikirli gence: Durumun İslamî ölçülere göre hiç iyi değil...)

Netice: Dünya bir imtihan yeridir. Çoluk çocuk, para mal zenginlik, makam, mevki başkanlık... Bunlar hep fitnedir (imtihandır)... Dünya bir tarladır, burada ne ekersen öteki tarafta onu biçersin...

Ya rabbi! Bize selim akıl ver...
"İkinci yazı"
Kabalık ve Görgüsüzlük

İŞ için yahut bir büyüğü ziyaret için randevu aldınız, gittiniz. İçeriye girmeden önce kapıda cep telefonunuzu mutlaka kapatmanız gerekir. Hiçbir kibar, görgülü, medenî, efendi, kendini bilen, zarif, müeddeb kimse bir ziyaret esnasında cep telefonunu çaldırtmaz, uzun veya kısa görüşme yapmaz.

Bunun istisnaları var mıdır? Nadiren olabilir ama onlar adı üstünde istisnadır, kural değildir. Zaruret derecesinde bir lüzum olursa, mekan sahibinden izin alınarak bir defaya mahsus ve pek kısa olmak şartıyla belki konuşulabilir.

Kural, tekrar ediyorum, ziyaretlerde cep telefonu ile konuşmamaktır.

Bendeniz bu cep telefonu belası yüzünden sosyal hayatımı, insanlarla olan ilişkilerimi asgarî seviyeye indirdim.

Geçen gün yanıma gelen bir gencin cep telefonu çaldı. Ona "Lütfen telefonunuzu kapatır mısınız" dedim. Kapattı ama "Ya önemli bir şeyse?" demekten de kendini alamadı.

Halka hiç olmazsa Müslüman çoğunluğa şehir, medeniyet, İslam, Osmanlı görgü ve terbiyesi öğretilmelidir.

Türkiye maalesef görgüsüzlükten batacak hale gelmiştir.

Başları şöyle veya böyle örtülü Müslüman kız ve kadınların sokaklarda, caddelerde, meydanlarda ellerindeki dondurma külahlarını inek gibi yalayarak dolaşmaları beni çok üzüyor. Böyle bir şey bir İslam hanımına yakışır mı?

Birine bir şey soruyorsunuz, haaa diyor. Be mübarek, efendim desen incilerin mi dökülür?

Geçen hafta, beş vakit namaz kılan, oruç tutan iki üniversiteli gence Rıza Tevfik'in "Sultan Abdülhamit'in Ruhaniyetinden İstimdat" adlı şiirinden bahsettim. Zavallılar ne Rıza Tevfik'i, ne de o şiirini duymuşlar, şaştılar kaldılar.

Okullarımızda ne kültür veriliyor, ne da ahlâk ve karakter terbiyesi...

Üç üniversiteli kız birlikte sokakta yürüyor. Üçü de tesettürlü. Hem yürüyorlar hem de kıkır kıkır gülüşüyorlar. Ne kadar ayıp ve çirkin bir hâl.

Eskiden halk yediği yemeği söylemekten bile utanırdı.

Eskiden hayâ ve iffet denilen iki değer vardı.

Eskiden birçok şeyi yapmak için kibarca izin istenirdi.

Kelamdan önce selam verilirdi.

Eskiden bu kadar yırtıklık ve yılışıklık yoktu.

Eski insanların büyük kısmı kabalığın, kalp kırmanın ayıp ve günah olduğunu bilirdi. Eskiden nezaket, zarafet, nezahet, mürüvvet, fütüvvet vardı.

İyilikler büsbütün ve tamamen ortadan kalktı demiyorum. Lakin görgüsüzlük, kabalık, hoyratlık, gılzet, bedevilik, türedilik, görmemişlik çok ama çok arttı.

İnternet çıktı ya, birtakım kimseler takma isimlerin ardına saklanarak adîce hakaret ediyor. Terbiyeli bir insan hiç böyle yapar mı?

Bunlara karşı bir çare yok mudur?

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi