Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Devlet Müzesi’ndeki soygun... Ya da, Ertuğrul Günay’ın vasiyeti!

Devlet Müzesi’ndeki soygun... Ya da, Ertuğrul Günay’ın vasiyeti!

35-40 yıl önceydi... Bir “gümrükçü” tanıdığım vardı... Sohbet esnasında, “gümrük gerçeği”ni anlatmıştı...

Meselâ, yüklü miktarda “kaçak viski” elegeçirilmiş, “gümrük muhafaza”nın deposuna konulmuş...

Artık orada mı bekleyecek, piyasaya mı satılacak, orasını bilmiyorum...

“Viski”ler depoda beklerken, bir gümrükçü, “dışarıdan birileri” ile bağlantı kuruyor.

“Pazarlık”ta anlaşıyorlar...

Artık “kaç şişe” için “kaç para”ya anlaşmışlarsa, o kadar viski depodan çıkarılacak!..

VİSKİ ŞİŞESİNDE ÇAY!

Ama, nasıl?..

“Şişelerin orijinalleri”nden temin ediliyor ve içlerine, uzun süre dayanabilecek, “çay” veya benzeri renkteki sıvılardan dolduruluyor ve getirilip, raftaki yerine konuluyor.

Tabiî, “orijinal viski” de oradan alınıp, anlaşma yapılan kişiye götürülüyor.

Sizin anlayacağınız;

Herhangi bir “teftiş” durumunda, raftaki “çay dolu viski şişesi”ne bakan görevli, onları “viski” diye kaydediyor!..

“Gümrükçü” tanıdığıma sormuştum;

“Sadece viskide mi yapıyorlar bu numaraları?.. Yoksa, başka numaralar da yapıyorlar mı?”

“Saatlerde ve çakmaklarda yapıyorlar” dedi... “Çok değerli saatler” ve “marka çakmaklar” elegeçirildiğinde, bunlar “kayıt” altına alınırken, “markaları” yazılmıyormuş... Sadece “şu kadar adet” veya “şu kadar kilo” deniliyormuş!..

Uyanık gümrükçüler de, “saat” veya “çakmak”ların arasından “marka” olanlarını ayıklayıp, “yüksek fiyat”larla satıyorlar, yerlerine de “tel maşa saat” veya “çakma çakmak”lardan koyuyorlarmış!..

Anlayacağınız;

“Benim gümrükçüm işini bilir!”

“Hakiki”ler satışta!..

“Sahte”ler rafta!..

BAKANI ÜZEN MANŞET!

Peki, aradan geçen “35-40 yıl”dan sonra, bu olayı yeniden niye hatırladım?..

Önceki akşam Medya Derneği’nin “iftar”ındaydım... Bahçeşehir Üniversitesi’nin Boğaz kıyısındaki ferahlatıcı mekânında iftar ederken, gecenin onur konuğu Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın “yakınma”larını dinledik...

Yakındığı, “Milliyet’in manşeti”ydi...

Önceki günkü Milliyet’in manşetinde; “Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde büyük bir soygun” yapıldığı, “202 tablonun kayıp olduğu” belirtiliyor ve deniliyordu ki;

“46 resim çalınıp, sahtesi bırakılmış... 27’sinin orijinalliği ise şüpheli!.. Konuyla ilgili rapor ise 20 aydır açıklanmıyor!”

Gördüğünüz gibi;

35-40 yıl öncesinde “Gümrüklerdeki soygun”un aynısı, “devlet müzesi”nde de yapılmış...

Taktik aynı!..

“Orijinaller” dışarı!..

“Sahte”ler içeri!..

Milliyet’in haberi devam ediyordu;

“Türk resim ve heykel sanatının dünyaca ünlü sanatçılarına ait 5 bine yakın paha biçilmez eserine ev sahipliği yapan ve geçtiğimiz yıllarda birbiri ardına yaşanan hırsızlık olaylarıyla sarsılan Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde skandallar bitmek bilmiyor. Bünyesinde barındırdığı eserler nedeniyle “resim ve heykelin milli hafızası” olarak nitelendirilen müzede 2009’da Hoca Ali Rıza’ya ait 13 adet karakalem eskizinin sahteleriyle değiştirildiğinin belirlenmesinin ardından sayım komisyonunun başlattığı çalışma tamamlandı.

Raporda müze envanterine kayıtlı olmasına rağmen 202 eserin kayıp olduğu, 46 eserin sahteleriyle değiştirildiği, 27 eserin orijinalliğinin ağır kuşkulu olduğu belirtildi. Böylece kayıp ve sahte olmak üzere toplam 248 eserin müzeden çalındığı anlaşılırken, ağır kuşkulu olan 27 eserin orjinal olup olmadığı ise yapılacak incelemenin ardından netlik kazanacak.

Müzedeki kayıp ve sahte eserlerin çokluğu nedeniyle bakanlık yetkilileri büyük bir şok yaşadı. Müzede 2009’da Hoca Ali Rıza’ya ait 13 eserin çalınması nedeniyle oluşan tepkiyi göz önünde bulunduran bakanlık, daha yoğun tepki geleceği endişesiyle, raporu kamuoyuna yansıtmadığı ve sızdırılmaması için yoğun çaba sarf etti.”

Peki, bu olayın ortaya çıkması, Ertuğrul Günay’ı neden üzdü, niye gücendirdi?..

Gücenmiş, çünkü;

“Bu olayı ortaya çıkaran ve o raporu hazırlatan zaten benim... Hiç olmazsa, Kültür Bakanlığı’nın başlattığı çalışma sonucu, bu soygunun ortaya çıkarıldığını yazamazlar mıydı?”

Sayın bakan, “sitem”de haklı...

Gerçekten de;

“Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ndeki soygun”u ortaya çıkartıp, araştırma yaptıran, rapor hazırlatan kendisi!..

Yani, Milliyet’in haberine “kaynak” olan bilgilerin tamamı, “Kültür Bakanlığı’nın raporu”ndan alınma!..

Niye “kaynak” belirtmediler acaba?.. “Haber şehveti”nden mi, yoksa “Günay’a da çakmak” için mi?..

Bana kalırsa;

202 tablo “kayıp” olmasına kayıptır ama, Milliyet’in yaptığı da “ayıp”tır!..

“Bakan’ın çabaları”nı yok saymamalılar ve “Bakan’ın hakkı”nı yememeliydiler.

Sezar’ın hakkı Sezar’a!..

Günay’ın hakkı, Günay’a!..

HIRSIZ DİKTATÖRLER!

İyi de, olayın aslı ne?..

Günboyu yaptığı temaslarda, katıldığı etkinliklerde ve son olarak da “Medya Derneği’nin iftarı”nda “olayın aslı”nı anlatan Günay; Ankara Resim Heykel Müzesi’nin 1980 yılının Nisan ayında açıldığını ve 6 ay sonra “12 Eylül darbesi”nin gerçekleştiğini söylüyor... Günay’a göre; o dönemdeki resim, heykel, güzel sanatlar ve hatta bütünüyle bakanlık oldukça özensiz davranmış...

O dönemde bazı eserlerin gerçek olmadan envantere alındığını, bazılarının ise taklitleriyle değiştirildiğini belirten Günay, bana göre son derece önemli ithamlarda bulunuyor ve diyor ki;

“Çalınan eserler, sanıyorum dönemin diktatörlerine ve onların yakınlarına armağan edilmiş!.. Bu konuda, kamuoyunda ve bende oldukça yaygın bilgiler var ama bunları kanıtlayamam!”

Nasıl, “bomba gibi” bir iddia değil mi?..

Bence, “12 Eylül diktatörleri”nin sadece “eylem” ve “söylem”leri değil, “ev”leri de araştırılmalı ve o eserlere el konulmalıdır!.. Tabiî, satmadılarsa!..

RAPOR NİYE AÇIKLANMADI?

Sorduk Günay’a;

“Tamam, Milliyet’in haberi, sizin araştırmalarınıza dayanıyor... Peki, raporu 20 aydır açıklamadığınız iddiasına ne diyorsunuz?”

Sayın Bakan açık yüreklilikle cevap verdi ve bunun sebebini şöyle açıkladı:

“Haberde iddia edildiği gibi, aslında 202 değil 300’e yakın eserde sıkıntımız var. Bir kısmı kayıp, bir kısmı taklit, bir kısmı fotokopi, bir kısmı müzeye girmemesi gerekirken girmiş eserlerde sorunlar var.

Ama 5 bine yakın eserimiz var. 5 bine yakın eser içinde bazılarında problem var...

Ayrıca; müzeden kaybolan 100’den fazla eser bize geri döndü!.. Bu çalışmalarımız sonucunda çeşitli kurumlardan teslim aldık.

Geçmiş dönemdeki sorumluluklarla ilgili de soruşturmamız sürüyor. O yüzden soruşturma sonuçlarının sonuçlarını bütün neticelerini almadan kamuoyuyla paylaşmamız doğru değil.”

Demek oluyor ki;

“Soruşturma sürüyor!”

Rapor da, o yüzden bekletiliyor.

Peki, Milliyet; bu haberi yapmakla ülkeye iyilik mi etti, kötülük mü?..

Haklarında “soruşturma” yürütülen “geçmiş dönemdeki sorumlular”, Milliyet’in haberinden sonra “tedbir” almazlar mı?..

Orasını Milliyet’çiler düşünsün!..

FELLİNİ FİLMLERİ GİBİ!

Sayın Ertuğrul Günay, müzedeki “soygun”la ilgili bu açıklamaları yaptıktan sonra, masamıza döndü ve “sohbet”imiz esnasında; “bir ilginç olay” daha anlattı... Hatta, buna “ilginç olay” değil de, “Ertuğrul Günay’ın vasiyeti” diyelim...

Galiba, “ilk” olarak “masadaki arkadaşlara” anlattı... Bu “vasiyet”i, daha önce hiçbir yerde yazılmamış!..

“Vasiyet”ten önce, niye böyle bir vasiyete ihtiyaç duyduğunu aktaralım...

Efendim, 15-20 yıl önce, Sayın Günay, bir “şehit cenazesi”ne katılmış... Şehidimizin cenazesi, elbette “devlet töreni” ile kaldırılıyor ama, bir yanda “ağıt”lar, bir yanda “tekbir”ler, bir yanda “alkış”lar yükseliyor... Bir yandan da, Belediye Bandosu, “Chopin’den marş” çalıyor, iyi mi?!?..

Sayın Günay, “anlayacağınız” dedi; “Tam Fellini filmlerini andıran bir manzara!..”

İtalyan film yönetmeni Fellini’nin filmlerinde de öyledir ya; meselâ, bir yerde, bir “papaz” vaaz vermektedir... Ama, “papazın vaaz verdiği sahne”de, konuyla hiç ilgisi olmayan bir kadın, meselâ, “tavuklara yem vermekte”, hemen yanında da “bir helikopter havada alev alarak patlamakta ve yere düşmekte”dir!..

Yani, “aynı sahne”de, “birbirleriyle hiç ilgisi olmayan sahneler” yer almaktadır!..

Bakan Bey; şahit olduğu “şehit cenazesi”ni, işte bunun için “Fellini filmleri”ne benzetiyor;

“Bir yanda feryat eden ana-baba ve yakınlar... Bir yanda arşa yükselen tekbir sesleri ve bir yanda da Belediye Bandosu Chopin’den marş çalıyor!.. Ağıtların, feryatların, tekbirlerin arasında Belediye Bandosu’nun ve hele hele Chopin Marşı’nın ne işi var?”

Evet, evet; “Fellini’lik bir manzara!..”

BENİ, TEKBİRLERLE UĞURLAYIN!

“İşte o gün karar verdim” diyor Günay ve “vasiyet”ini şöyle açıklıyor;

“Vasiyetimdir... Bir gün, Emr-i Hak vaki olduğunda, elbette benim naaşımı da Devlet Töreni ile defnedecekler... Ama, cenaze töreninde Bando da istemiyorum, alkış da... Beni, Tekbir’lerle uğurlasınlar!”

“Allahü ekber, Allahü ekber

Lâ ilahe illallahü vallahü ekber,

Allahü ekber, velillahil hamd.”

Bakan Ertuğrul Günay, bu “vasiyet”ini açıklarken, Bahçeşehir Üniversitesi’nin müzik korosu, “Tekbir”i seslendiriyordu...

İstedim ki;

Bu vasiyet, kayıtlara geçsin!..

Apo, Bekaa’da ne yaptı?

Şemdinli’yi basmak ve orada “ölümüne” kalmak isteyen PKK; öyle anlaşılıyor ki, aylar önce plân yapmış... Şemdinli’yi “27’şer kişilik üç grup”la basacaklar ve “kurtarılmış bölge” ilân edeceklerdi... Bu amaca ulaşmak için, aralarında “sivil”lerin de bulunduğu “3 bin Kürt vatandaşını öldürmeyi” göze almışlardı!..

Ama, “2 PKK’lının itirafları” bütün plânları suya düşürdü ve örgüt Şemdinli’de çok çok ağır kayıplar vererek geri çekildi... Ama “15 Ağustos’ta yeni saldırılar” düzenleyecekler.

Uzmanların verdiği bu bilgilerden, benim aklıma en çok takılan şu oldu: “PKK Şemdinli’yi kurtarılmış bölge yapacak ama 3 bin Kürt ölecek!”

İyi de, bu örgüt “Kürt hakları” için savaştığını söylemiyor muydu?.. Demek ki, “yalan”mış!..

Derken, aklıma geliverdi... PKK’nın lideri Apo, yıllarca Suriye’de kalmadı mı?.. Bekaa Vadisi onlara tahsis edilmedi mi?.. Peki, Türkiye’de bir çok haklara sahip olan Kürtler, Suriye’de hiçbir hakka sahip değilken, Apo niye Esed’e karşı savaşmadı?..

Öyle ya; Suriye’deki Kürtlerin “nüfus cüzdanları” yoktu... “Seçme-seçilme hakları” yoktu!.. Bir yerden bir yere giderken, “polisten izin” almak zorundaydılar... Peki, Bekaa’da yıllarca saltanat süren Apo, ne yaptı Kürtler için?.. Hiçbir şey!..

Hiç şüpheniz olmasın ki; PKK da, Kürtleri sadece öldürür!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi