Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Apo ve Karayılan’la görüşmek “gazetecilik” mi oluyor?

Apo ve Karayılan’la görüşmek “gazetecilik” mi oluyor?

Görüşlerine değer verdiğim bazı meslektaşlarım, Cumartesi günü AK Parti İstanbul İl Teşkilatı’nın verdiği “iftar”da, etrafımı kuşattı... “Yeter artık, bu kavgaya son verin” dediler, “Yoksa, yazılar daha da sertleşecek ve kırıcı olacak... Bundan, hepimiz zarar görürüz!”

“Tamam” dedim, “İlgileneceğim!”
Ertesi gün, yani Pazar günü gazeteye geldiğimde, bir de ne göreyim;
Cengiz Çandar; kendi köşesinden Akit’e yönelik “hakaret”leri yetmiyormuş gibi, bir de kalkmış “ne idüğü belirsiz” bir gazeteye, evet Taraf’a, sayfa dolusu “röportaj” vermiş!..
Ne “tetikçiliğimiz” kalmış, ne de “Başbakan’ın her gezisinde şeref konuğu” olduğumuz!..
Demiş ki;
“Tetikçi bir gazeteye bu paye verilir mi?.. Vesayet zihniyeti yer değiştirdi!.. Dün askeri vesayet, bugün AK Parti vesayeti!.. 28 Şubat, on senede nereye geldiyse, bu kafayla gidilirse, şu andaki iktidar da Cumhuriyet’in 100. yılını göremez!”
Hükümeti yerden yere vuran Cengiz Çandar, bir de kalkmış; “Başbakan, bu gazeteye ne diyecek çok merak ediyorum” diyor ve hemen ardından ekliyor;
“Bugüne kadar, ben de dahil, Hükümet’in tüm demokratik hamlelerini destekleyen bizler, yıllardır Başbakan’ın faaliyetini izlemek için hiçbir davet almıyoruz!.. Akit gibi tetikçiler ise baştacı ediliyor... Bu kafayla ne yaparız biz?”
Vah!.. Vah... Vah!..
Hüngür, hüngür!!!
Adamın derdi;
“Başbakan’ın uçağı”na binememek... Demek, içine iyice dert olmuş!..
Söyleyin Allah aşkına;
Şimdi ne yapayım ben?..
“Susayım” mı,
“Cevap” mı vereyim?..
Hz. İsa (a.s.)’nın; “Bir yanağına vurduklarında öteki yanağını çevir” sözüne uyacak bir “Hıristiyan” değilim, elhamdülillah “Müslüman”ım...
TEK TEK GELİN!
Dolayısıyla;
Cengiz Çandar saldırırken, kusura bakmayın ama karşılık vermeden duramam... Öyle ya; benim elim armut toplamıyor!..
“Kavga” istemeyen, bir yerde susar veya “kendi köşesinden” cevap verir... Ama “Akit’e saldırmak” için kalkıp da Taraf gibi “kin bültenleri”ni ve “tetikçi” gazeteleri kullanmaz!..
Erkek adam, “teke tek dövüşür”, öyle; “mahalle halkı”nı arkasına alıp da kavgaya gelmez!..
Kendin yazdın, anlarım...
“Bozacının şahidi, şıracı” misali Faruk Mercan’ları, Amberin Zaman’ları yanına aldın, onu da anlarım!.. “Tek misyonu tetikçilik” olan Taraf’la işbirliği yaptın, onu da sineye çekerim. Ama, görüyorum ki; etraf, “Saldır Co”larla dolu!..
“Erkeklik” değil bu!..
“Yiğitlik” hiç değil!..
Kendine güveniyorsan, “kendi kavganı” kendin verirsin... Arkana “medya mahallesi”ni alıp da, “mahalle baskısı” uygulayacağını sanıyorsan, aldanıyorsun!..
Cengiz, kusura bakma ama; “Seni abime söylerim” diyen “çocuklar” gibisin!..
Bilmiş ol diye söylüyorum;
“Demirden korksaydık,
Trene binmezdik!”
YARASI OLMAYAN GOCUNMAZ!
Bunları söyledikten sonra, gelelim “röportajın çözümlemesi”ne...
Öncelikle söyleyelim;
Şemdin Sakık’ın gönderdiği mektupta, birçok kişiye yönelik “eleştiri” vardı.
Mesela, Apo için “Tiran” diyordu... BDP Van Milletvekili Aysel Tuğluk için ise; “Kemalist, ateist ve milliyetsizdir... Laik elittendir ve CHP’den siyaset dersi almıştır” diyordu... Mihri Belli’yi, “silah bırakılmasını engellemek”le itham ediyordu...
O mektupta;
Ahmet Altan için de, Yasemin Çongar için de, Doğu Perinçek ve Hasan Cemal için de eleştiriler vardı.
Merak ediyorum;
İçlerinden hiçbiri Sakık’a veya Akit’e cevap vermezken, Cengiz Çandar niye bu kadar “alınganlık” gösterdi, niye bu kadar “panik” yapıp, “hedef gösteriyorlar” yaygarası kopardı!.. Bir “yara”sı mı var ki, bu kadar gocundu?..
Şu “hedef gösterme” lâfı da, iyice bayatladı artık... Hafif bir “yel” estiğinde kılı kıpırdayan biri, hemen basıyor yaygarayı: “Beni hedef gösterdiler, rüzgâr da geldi, kılımı kıpırdattı!..”
Bu lâfı, özellikle “gazeteciler”in kullanmasına fena halde gıcık oluyorum...
Be adam;
Sen hedef gösteriliyor isen, senin yaptığın ne?.. O zaman, sen de Akit’i hedef göstermiyor musun?..
Hem de PKK’ya!..
Hedef gösterilmekten korkarsan, ya bu mesleği yapmayacaksın ya da “eleştiri”lere tahammül edeceksin!..
HANGİ DERDE İLÂÇ OLDUNUZ?
Ne yani;
“Başbakan’ın her gezisinde şeref misafiri” diyerek, sen de “beni” hedef göstermiyor musun?..
Yoksa, “benim” üzerimden “Başbakan’a çakmaya” mı çalışıyorsun?..
Söyle hele;
Ben “Başbakan’ın uçağı”na binmezsem “Kürt sorunu” çözülecek mi?..
Başbakan, uçağına “beni” değil de “seni” alırsa, “eli kanlı PKK”nın eylemleri sona erecek mi?.. Eğer “terör sorunu”nu çözecekse, ben uçağa da binmem, yazı da yazmam!..
Söyleyin Allah aşkına;
Bugüne kadar “Cengiz Çandargiller” tarafından “teklif” edilen, “tavsiye” edilen ve bir anlamda “dayatılan” metodlardan hangi biri işe yaradı?..
MİT yetkilileri Oslo’ya gidip “PKK temsilcileri”yle görüştü de ne oldu?..
Devlet görevlileri İmralı’ya gidip Apo ile görüştüler de ne değişti?..
“Demokratik açılım”ın uzantısı olarak, “eli silaha değmemiş PKK’lıları” affetmek için Habur’da mahkemeler kuruldu da ne oldu?..
Açıkça ortaya koyalım;
80 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümetlerince “Kürt halkı”na uygulanan “ret, inkâr ve asimilasyon” politikalarına, “AK Parti Hükümeti” döneminde son verildi, “Kürtçe konuşma yasağı” kaldırıldı, “Kürtçe kurslar” açıldı, “Kürtçe televizyonlar” kuruldu ve şimdi de “ana dilde eğitim”in alt yapısı hazırlanıyor... Peki, tanınan bunca “hak”ka ve bunca “kucaklama”ya rağmen, PKK, “bir adım” olsun geriye çekildi mi?..
Vurmaya-kırmaya, yakmaya-yıkmaya ve hatta “Kürtleri bile öldürmeye” devam etmedi mi?..
Söyle be Cengiz;
Hangi derde ilaç oldunuz?..
“PKK kongreleri”ne katılıp “bildiriler” yayınladınız, “KCK toplantıları”nda boy gösterip “Operasyonlar dursun” dediniz!.. Peki, “silâh” bıraktırabildiniz mi PKK’ya!..
Hep fiyasko... Hep fiyasko!..
Başbakan, açıkça deklâre etti;
“Terörle mücadele,
siyasetle müzakere!”
Söyle hele;
PKK’dan veya BDP’den, biraz olsun “olumlu adım” atan oldu mu?..
Daha ne yapsın hükümet?..
Sizler “PKK kongreleri”nde “mastürbasyon” yapasınız diye, “şehit cenazeleri”ni uğurlamaya mecbur mu hükümet?..
BU MU GAZETECİLİK?
Kalkmış, diyorsun ki;
“Akit’in yaptığı gazetecilik değil!
Gazeteciliğin nasıl yapılacağını, elbette senden ve diğer “PKK sempatizanları”ndan öğrenecek değiliz ama hele şu sorulara cevap ver;
¥ Apo’nun Bekaa’da saltanat sürdüğü yıllarda, Apo ile röportaj için kuyruğa girip, öbek öbek onun yanına gittiniz, röportajlar yaptınız ve Apo’nun ne dediğini gelip Türkiye kamuoyuna yansıttınız.
Bu mu gazetecilik?..
¥ Apo yakalandıktan sonra, avukatlarına yaptığı açıklamaları çarşaf çarşaf yayınladınız ve aklınız sıra çözüme katkı sundunuz!..
Bu mu gazetecilik?..
¥ O da yetmedi, Kandil’den davet alıp, Murat Karayılan tarafından baş köşede ağırlandınız... Siz de onu çözümün adresi olarak gösterdiniz... Ya da, Kuzey Irak’a geçip Mesut Barzani ile röportajlar yaptınız, onun görüşlerini engin fikirler olarak aktardınız kamuoyuna!..
Bu mu gazetecilik?..
¥ “Akit’in haberlerinin arkasında istihbarat birimleri var” diyorsun, ama bu bilgiyi istihbaratçılardan aldığını söylüyorsun. Bu durumda, istihbaratçılarla ilişkisi olan kim oluyor?..
Sen mi, biz mi?..
¥ Başbakan’a bile hakaret edebildiğiniz halde, sürekli “Türkiye’de basın özgürlüğü yok” diyorsunuz... Peki Akit’in kendisine gelen bir mektubu yayınlamasını engellemeye kalkışmak “basın özgürlüğü”ne sığıyor mu?..
Sizin yaptıklarınız “gazetecilik” oluyor ama Akit’in, “Şemdin Sakık’ın mektubu”nu “olduğu gibi ve de yorumsuz” yayınlaması “tetikçilik” oluyor, öyle mi?!?..
Geçti o devirler Cengiz, geçti!..
Bir zamanlar sizin ağızlarınızdan çıkanları “emir” telâkki eden ve “şehitlerin kanı yerde kalmayacak” edebiyatını dillerinden düşürmeyen Süleyman Demirel’ler, Mesut Yılmaz’lar, Tansu Çiller’ler yok artık!
Bugün, “terörle mücadele, siyasetle müzakere” diyebilen, “ret, inkâr ve asimilasyon” politikalarına son verme kararlılığı gösterebilen bir “Başbakan” var...
Bu Başbakan’a “destek” olmak yerine, her fırsatta “çakmak” ve sürekli “hakaret”ler edip “çelme” takmak, “gazetecilik” değil, “PKK yandaşlığı”dır ve ayrıca “Kürt halkına en büyük kötülük”tür!..
DAHA FAZLA KÜÇÜLME!
Haa, şunu da söyleyeyim;
Ahmet Altan’ı, Doğu Perinçek’i, Cengiz Çandar, Hasan Cemal ve Aysel Tuğluk’u tanımak için, bizim “Şemdin Sakık’ın şahitliği”ne ihtiyacımız yok...
Biz, sizlerin “eylem”lerinize ve “söylem”lerinize bakınca, zaten yeteri kadar tanıyoruz sizi...
Ne kadar “yiğit”, ne kadar “erkek” olduğunuzu da “tetikçi gazete”ye verdiğiniz röportajdaki “belaltı vuruşlarınız”dan öğrenmiş olduk.
“Benimle” bir meselen varsa, çık açıkça söyle... Benim; “Başbakan’ın uçağında şeref misafiri” gibi ağırlandığım yeni mi aklına geldi?..
Haa; “Benim üzerimden Başbakan’a çakmak” istiyorsan, onu da “sütre” kullanmadan yap!.. Çünkü, “belaltı”ndan vurmak, “sütre” gerisinden atış yapmak “erkeklik” değildir!..
Ve, son tavsiye;
Eğer bir derdin varsa, “kendi gazeteni” ve “kendi köşeni” kullan!..
Yazacaklarını orada yaz!..
Haaa;
“Okunmuyorsan” o başka!..
Ama, bunun çaresi de;
“Okunmayan bir gazete”ye röportaj vermek değildirki!..
“Küçülme” Cengiz Çandar!..
“Gözümde bir yerin” vardı, ne olur onu koru... Daha fazla küçülüp de, ayağıma takılma!.. Gözlerim “miyop”tur, göremem de, üzerim seni!..
Şimdilik bu kadar!..


Danışıklı dövüş mü?
Hiç kimse kusura bakmasın ama, ben bu “kaçırma” olayında “bit yenikleri” seziyor ve kaçırılmaya pek inanmıyorum. Bir “danışıklı dövüş” demeyeyim de, biraz “anlaşmalı” bir kaçırma(!) gibi geldi bana...
Önceki gece, haber ilk geldiğinde, “tamam” dedim;
“CHP, Meclis’i toplamanın yolunu bulmuş!.. Hüseyin Aygün’ü PKK kaçırdı ya; Meclis’in toplanmasının ne kadar zaruri ve hayati olduğunu söyleyip, AK Parti ve MHP’yi sıkıştırmaya çalışacaklar!”
Ama, yemedi tabiî... AK Parti de, MHP de açıklama yaptı:
“Biz Meclis’e gelmeyeceğiz, siz de bu sevdadan vazgeçin!”
Anlayacağınız, Hüseyin Aygün, “kaçırıldığı”(!) ile kaldı...
Tabiî, buna kaçırılma denilirse!..
Nedendir bilmem, hiç kimse Hüseyin Aygün’ün kaçırıldığına inanmadı...
Öyle ya; Hüseyin Aygün bir “Alevi”dir... Ehh Şemdin Sakık ve Osman Öcalan’ın dediği gibi; PKK da “Solcu Alevilerin yönetiminde” olduğuna göre, ortada bir kaçırma değil, herhalde bir “komşuyu ziyaret” olmalıdır!..
Kimbilir, belki de “istişare” amacıyla götürmüşlerdir!.. İşte bu yüzden, yani “Alevi, Alevi’yi kaçırdığı” için, pek endişe eden olmadı!..
Tabiî, şu da var... Malûm, CHP ve PKK güdümündeki BDP, “Meclis’in olağanüstü toplanmasını” istiyor ama, AK Parti ve MHP buna karşı çıkıyordu... PKK, Hüseyin Aygün’ü kaçırdı ki, “CHP’nin çağrısı”nın ne kadar “ciddi” olduğu anlaşılsın!.. Bir nevi, PKK’dan CHP’ye kıyak!..
Sözün özü; hiç kimse bu “kaçırılma” işine inanmadı... Ben de inanmadım!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi