Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Nekrofil (Ölüsevici) PKK ve Recüliyeti Olmayan Devlet

Nekrofil (Ölüsevici) PKK ve Recüliyeti Olmayan Devlet

PKK’lı nekrofiller, yani ölüseviciliği katliama dönüştürmüş olanlar, eylemlerinde ölenlerin sayısal varlıklarını hedeflerine ulaşmakta en önemli vasıta kabul ederler. Dolayısıyla her PKK’lı ve bu câni örgütü destekleyen BDP’li yandaşları da nekrofildir. Bu şenî örgüt ve yandaşlarının ideolojilerinde öldürmek patolojik bir şiddete dönüşmüştür. Sözde “Kürtlük” adına öldürmeyi doktrinleştirdiler. “Öl ve öldür”, bu katil örgütün nekrofilik sloganıdır. Tek gayeleri Türkiye’yi “ölüm tarlalarına” dönüştürmek.

PKK VE BDP İÇİN EN İYİ KÜRT ÖLÜ VE ÖLDÜREN KÜRTTÜR

PKK, “Daha çok ölü istiyorum” tâlimatını veriyor cânilerine. Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’nde yetiştirdiği kaatil haşhaşîyyun militanlarından daha âdi, daha cânidir PKK ve yandaşları. Bu alçak örgüt ve BDP için en iyi Kürt, ölü ve öldüren Kürttür. Dostluğa, medenîliğe, barışa ve Türklerle devam eden bin yıllık İslâm kardeşliğine düşmandırlar.

RECÜLİYETİ OLMAYAN DEVLET

Çeyrek asırdır PKK cânileriyle başedemeyen devlet ve hükümetlerde recüliyet ve irade eksikliği olduğu bir gerçek. Kemalist cumhuriyetçi hükümetlerin ve askerî vesayet rejimlerin ağır yanlış politikaları ve berbat edip bıraktıkları bir Türkiye üstüne konuşmak artık mânasız.

Ortadoğu’daki tarihî misyonu ve hilafet mirası gereğince İslâmların son kalesi Türkiye’nin düşmanı çok. Hâlâ çivileri çekilemeyen Atatürkçü rejimin mamulü olan millî eğitim ve üniversite intelijansiyasının (devletin resmî ajanı demek) “Zafer” diye beyinlere kazıdığı Lozan Anlaşması’yla Batı eksenine dahil edilen, kolları ve ayakları kesilip güçsüzleştirilen 1923 tarihli Türk devletinin kurucularının hem kişiliklerinde, hem de “mağlubiyet ideolojilerinde” Kürt meselesine hâkim olabilecek hâdim devlet misyonları yoktu. Daha doğrusu bu misyonu elleriyle çöpe attılar.

MİLLETİN GÖRMEK İSTEDİĞİ BİR DEVLET İRADESİ VE GÜCÜ HÂLÂ TECESSÜM ETMEDİ

Azgınlaşan terör ve her gün yürekleri dağlayan şehitlerin artması karşısında milletin görmek istediği bir devlet iradesi ve gücü hâlâ tecessüm etmedi. Hükümet Başkanının ve Cumhurbaşkanının aynı kaynaktan gelmesi ve yukarıda belirttiğimiz Kemalistlerin “Mağlubiyet ideolojilerinden” fikrî ve amelî olarak uzak olmasından dolayı aslına uygun bir millî ümit oluştu. Fakat nâfile! Asıl zihniyetlerinden şüphe edilmeyen bu iki devlet adamının, devraldığı devlet iradesinin Birinci Harp ve Millî Mücadele’de neye tekabül ettiği hususunda bocaladıkları da açık.

Açıklaması şöyle: Batı ekseninde bir devlet olmakla varlığını sürdüren Türkiye Devleti tarihî varlığı ve İslâmların hilafet merkezi olma mirasına sahipliği dolayısıyla etrafını toparlayabilir şüphesini üzerinde taşımaktadır. Batı’nın ve İsrail’in bu şüphesi doğrudur. Türkiye ve Türkler, yani Müslümanlar için bu şüphe bir şereftir.



Devlet ve hükümet, üzerinde taşıdığı bu şüpheyi siyasetinin bir parçası bilmeli, kendini AB ve Batı’nın liberallik ve demokrasi oyunlarına kaptırmamalı. Tarihî misyonu bunu gerektiriyor. Elbette dünün şartlarındaki strateji ve savaş siyaseti bu gün için geçerli olmayabilir. Fakat unutulmayacak tek şey var: Millî Mücadele’deki gibi bin yıldır millet-i beyza’dan saydığımız Kürtlerin hak ve varlığını Türkiye İslâm Cumhuriyeti mânasınca bir Türk devletinin içinde tutmayı bilmek. Kemalist cumhuriyetçiler bu imkânı düşman telkinin de yardımıyla yıktılar.

Sözümüzün sadedi şudur: PKK’ya yandaşlık etmeyen büyük çoğunluktaki Müslüman Kürtlerin katılacağına inandığımız Millî Mücadeledeki gibi bir ruha sahip ve bu ruhun tecessüm ettiği bir yapı içinde 1923’den önce millet olma sıfatını haiz olan Türk Devletini yürürlüğe sokmakla başlamalı işe.

GÜVENLİĞİNİ AMERİKA’NIN SAĞLADIĞI TÜRKİYE’DE YEKVÜCUT BİR İSTİHBARAT VE SAVUNMA OLABİLİR Mİ?

Türkiye, M. Kemal’in hükümferma olduğu 1933 yılında Wilson Antlaşmasının imzalanmasıyla resmen Amerika’nın dümen suyuna girdiği malûm. O bugündür esasında Türkiye’nin tam bağımsızlığı, güvenliği, istihbaratı vs. kendi elinde değildir. Tedrici bazı bağımsız davranışlar da köklü değil, kontrollüdür.

Öte yandan terörle baş etmekte zaafiyet gösteren devletin, kalıbımıza uymayan demokrasi gevşekliği içerisinde yanlış “açılımlar” gibi iyi niyetle başlattığı uygulamalarını PKK ve yandaşı BDP’nin istismar ettiği ve ardından akıl almaz hainlikler yaptığı bugünlere gelindi. Lüzumsuz ve ahmakça bir kibarlığın faturası ağırlaştı. Hâsılı, centilmenlik bitti.

“İpin ucu puştun elinde” sözü, Türkiye’nin güvenliğinin Amerika tarafından belirlenip sağlanmasının icazlı söyleşiyidir. Peş peşe gelen şehit haberlerinin ardından devlet ve hükümet erkânı ve ordu bocalıyor. Her saldırı ve şehit hadisesi kim vurduya gidiyor ve yapanın kesesine kalıyor. Tam bağımsız bir karar verme iradesine sahip olmayan devlet hiç olmazsa “İçeride bağımsızım” diyebilmeli ve açıktan idam kararıyla ve tehcir uygulamasını başlatmalıdır.

PKK’LILARIN SİLAHLI OLANLARI MEYDANLARDA ASILMALI

Bundan böyle PKK ve benzeri terör örgütlerinin silahlı olanları meydanlarda asılmalı ve kısa bir süre kamuoyu’na gösterilmelidir. Hz. Peygamberimiz s.a.v.’ın istikameti ve Hz. Ömer r.a’nın merhamet ve devlet nizamı ölçüleri içinde insan hak ve hürriyetlerinin asıl meşrûiyet ve hâkimiyet sahalarını bozmayacak şekilde uygulandığı bir dönemi başlatma zamanı geldi artık.

PKK ADINA SOKAK EYLEMİ YAPANLAR ÂNINDA TEHCİR EDİLMELİDİR

Âcilen yapılması gereken bir başka iş, PKK yandaşı olan herkes ilk sokak eyleminden itibaren tehcire tâbi tutulmalıdır. İstanbul’dan İzmir’e, Van’dan Mersin’e kadar PKK için yataklık yapan, sokakta gösteri yapan, molotof atan, mal ve can zararına sebep olan her eylemci Kuzey Irak Kürt Bölgesi’ne ve güney sınırlarının ötesine medenî usullerle tehcir edilmeli ve sonra da onlarla terör bitene kadar Allah c.c.’ın âyetleri ve kazasına uygun olarak savaşa devam etmelidir. Şüphesiz ki tehcir fikri ve uygulamamızda İttihatçıların bazı yanlışlarıyla benzerliğimiz olmamalı.

Şimdilik ülkede asayişin çâresi böyle görünüyor: İçerideki PKK mikroplarını kısa vadede toplayıp sınır dışı etmek.

DEMOKRASİDEN VE AB LİBERALİZMDEN TİKSİNECEĞİMİZ GÜNLER GELECEK

Maazallah, şehit sayısı artıkça, terör kendi kapı önümüze gelmeye başladıkça, terörle birlikte sosyal ve kültürel hak adı altında isteyenin istediğini yapma şımarıklığı sokağa hâkim oldukça demokrasiden ve AB liberalizminden tiksineceğimiz günler gelecek ve nizam devletinin hasretini daha çok çekeceğiz.

---------------------------------------



İLÂVE YAZI:

GÖNLÜME DÜŞENLER

Akın Burak Soylu; Fikir Dükkânı’nın, yani Mekteb-i İrfan’ın ikinci kuşak müdavimlerinden ve İsmail Göktürk’ün talebe-i güzidelerindendir. Radyo’da şiir ve seçkin metinler okuyarak attı fikrî şahsiyetinin temellerini. Kitap ve okuma müptelâlığına tutulmanın ilk nöbetlerini yaşıyor. “Yoldaki Kalemler” sitesinde şiir yayınlamaya başladı. Fikirli yazılar yazmak üzere tâlim yapıyor ve kitap biriktiriyor. “Selülozofil” değil de “Bibliyofil” meşrebli bu güzel dost Semerkand çizgisindeki Türklere yakın. İstikbâlimiz ve ümidimiz bu kuşağın elinde. Dostluğun pîrleri ondan râzı olsun.


BİR AÇIKLAMA: Nâçiz yazılarımızı takip eden, kendisini tanımadığım Hüseyin Çiftçi’ye, aceleciliğimden olacak ufak tefek imlâ ve yazım hatamı hatırlattığı için teşekkür ederim. Meselâ, bilmediğimizden değil ama, “Yârânı” yerine “Yârânları” yazmışım. Derhal tashih ettim. “Kitapların yakıldığı yerde bir müddet sonra insanlar da yakılır” cümlemizdeki imlâ hatasını da bildirdiği için bir daha teşekkür ederim. Sanki bir kitap yakma hadisesi olmuş da, ardından da bir müddet sonra insanlar da yakılmış gibi bir mâna çıkıyor. Aslında bu cümlenin bağlamını da yazmam ve şöyle demem gerekirdi: “Kitaba hürmet gösterilmeyip yakılan sistemlerde insanlar da yakılabilir…”
Gitmesine çok üzüldüğüm mübarek orucun vecdli ve ulvi baş dönmesi vakitlerinde yazdığım yazılardaki hatalar için bağışlayınız fakîri. Meftunu olduğum Türkçe’ye dikkatsizliğim tahammüden olamaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi