Mevla istemezse kulun işini.. Muhallebi yerken kırar dişini..

Mevla istemezse kulun işini.. Muhallebi yerken kırar dişini..

Yalova’nın şirin bir beldesi var.. İsmi Esenköy.. Havası güzel.. önü deniz, sırtını ise ormana yaslamış asude bir yer Esenköy!.. Kış nüfusu 3500 kadar, yaz nüfusu ise 50 bini aşıyor..
Esenköy’de tatil yapan mütesettire hanımlar “Kadınlar Plajı” diye kendi kendine isimlendirilen bir koyda çok eskilerden beri denize girerlerdi... Ama bu iş 28 Şubat’tan sonra nihayetlendirildi.. Nasıl nihayetlendirildi?.. Yıkıldı.. Plaj olarak bilinen yer tarumar edildi..
İnsanlar o vakitler bu yıkımın Belediye tarafından yapıldığını zannettiler.. Ama işin aslı sonradan öğrenildiğine göre farklıydı..
Esenköy’ü içine alan, aynı zamanda civar il ve ilçeleri de kapsayan koskoca deniz sahilinin takibi, Bursa Jandarma Bölge Komutalığı’na aitti.. Ve o zamanın komutanı olan Albay Levent Ersöz, iddialara göre, komutanı Şener Eruygur’un talimatıyla hassasiyetlerinden dolayı denize karışık girmek istemeyen hanımların üzerine özellikle kâbus gibi çökmüştü.. Kıyı Koruma Kanunu çerçevesinde yapılan baskınlarla oteller moteller rahatsız edilmişlerdi.. Bunları nereden biliyoruz?.. Basında adeta tefrika olmuştu bütün bu haberler..
Ve maalesef Esenköy de bundan nasibini almıştı.
Derken, keser döndü sap döndü ve bir de baktık ki hesap döndü.. Kim bilir, belki de inançlarından dolayı mayo ile bikini ile denize girmek istemeyen ağzı dualı birinin ahı tuttu!.. Bir zamanların kudretli Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un ve Marmara Bölgesi sahillerinde denize giren mürtecilere(!) nefes aldırmayan o zamanın Albay’ı, daha sonranın Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Tuğgeneral’i, Levent Ersöz’ün başına, ise neler geldi neler!..
Allah'ın işi işte.. 0rgeneral Şener Eruygur, Ergenekon soruşturması sebebiyle tutuklanarak şu anda Kandıra F Tipi Cezaevi’ne konuldu.. Levent Ersöz ise şu an Rusya'da.. Kimileri de kaçtı diyor..
Ey insanoğlu..
Neydim deme, ne olacağım, de..
Başlıktaki söz önemli sözdür..
Mevla Teala, kimseyi, muhallebi yerken dişini kıranlardan eylemesin..
-
ZEHİR HAFİYE MOLLA AVINDA(!)..
Geçenlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yüz akı kuruluşlarından biri olan İDO’yla ilgili bir köşe yazısı çarptı gözüme..
Yazı Posta Gazetesi’ndeydi.. Yazarı ise tanımadığım, yazısını ilk defa okuduğum bir kişi..
0lay şu.. Yazar bir müddet önce Yenikapı-Bandırma seferi yapan feribota biniyor.. Aklına kaptan köşkünü teftiş etmek(!) geliyor.. Bir de ne görsün; kumanda merkezini “göbeğine kadar sakallı(!) şalvara benzeyen pantolonlu, takkeli” birtakım insanlar işgal etmemiş mi?..
Kendi ifadesiyle, içerisi öyle “gülsuyu(!) belki de hacı yağı(!)” kokuyormuş ki, burnunun direği kırılmış.. Derken, bir vesileyle İDO yetkililerine bu durumu aktarmış.. İDO yetkilileri de “bizim standart kıyafetlerimiz var, bunun dışına çıkan personelimiz yok” diye cevap vermişler..
Yazar, bu ifadelere inanmamış.. üşenmemiş ve Şerlok Holmes misali doğruca en yakın İDO Deniz İskelesine gitmiş.. Gişe memurlarına bakmış, türbanlı, sakallı çalışan görememiş.. Biraz rahatlamış, ama bu da kesmemiş yazarı, atlamış Bakırköy-Kadıköy deniz otobüsüne ve yine kendi ifadesiyle bir bahane uydurarak kaptan köşkünü denetlemiş(!).. 0rada da şalvarlı takkeli kişileri bulamamış, görememiş..
Uzatmayalım, mutlu ve keyifli bir biçimde; “bizim mollalar gitmiş yerlerine temiz, tıraşlı, genç kaptanlar gelmiş” diye sevincini belirtmiş Posta Gazetesi’nin Zehir Hafiyesi!.. öyle ki; ifadelerindeki sevince bakılırsa sanki memleket düşman işgalinden kurtulmuş!.. Ayrıca boyuna bosuna bakmadan İDO gibi kulvarında dünya devi olan bir teşekküle okkalı bir aferin(!) çekmeyi de ihmal etmemiş.. “Darısı, başta İGDAŞ olmak üzere İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin diğer kuruluşlarına” diye temenni ederek de yazısını bitirmiş!.
Değerli okuyucularım, yıllardır İDO’nun sefer yaptığı pek çok yere gider gelirim.. Bu yazarın gazete sayfasına taşıdığı görüntülerin bir tanesine bile şahit olmadım.. Hele hele göbeğine kadar sakallı bir adamı, bırakın İDO’yu, Cami’de bile görmedim.. Ha, velev ki şahit olsam ne yazar?.. Ben insanı insan olarak değerlendiririm.. Rezilane görünümün dışındaki kılık kıyafet önemli değil..
“Bu memlekette abuk sabuk giysilerle arzı endam eden hokkabaz kılıklı insanlar var mı?.. Var!..
Düşük bel modasıyla göbeğindeki klipsi teşhir etmeyi ilericilik, çağdaşlık, zanneden aşifteler var mı?.. Var!..
Yine, metroda, otobüste, parkta, milletin gözü önünde kucak kucağa oturup kimseyi umursamadan birbirlerine sevgi ihraç eden(!) ahlak fakiri müptezeller var mı?.. Hem de sürüyle var!..
Bunlar vatandaş olarak itibar görüyor mu?.. Evet!..
Peki, sakallı, şalvarlı, insanlarımızı küçümseyip vatandaş yerine koymama, onları adamdan saymamanın izahı ne?..
Her tarafını açıp yellendirenlere kimse bir şey demeyecek, ama sakal bırakanın, başörtüsü örtenin, ne İDO’da çalışmaya hakkı olacak ne MODA’da!..”
Sığ düşünceli, ufku kara ve kafası 1940’lı yıllara takılı kalmışlara sesleniyorum;
Bırakın insanın sakalını, takkesini, pantolonunu, başörtüsünü.. Vazgeçin insanlarımızın önüne taş koymaktan!..
Hâlâ sürek avı yapmaktan bıkmadınız mı?.. İnsanların rızkıyla, ekmekleriyle neden uğraşıyorsunuz?..
Allah bile her gün kendisine isyan edenlerin rızkını kesmiyor..
Kimsiniz siz?..
Ve ne zaman gerçek insan gibi düşüneceksiniz?..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi