Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Türkiye’de Üniversite Var mı?

Türkiye’de Üniversite Var mı?

(Söz muhatabını bilir)
Türkiye’de ilmî referanslarını, tezlerini ve inançlarını İslâm medeniyet ve milletinin istikâmetinde kullanmayan üniversitelere, üniversite demek abesle iştigaldir.

Bu ülkenin üniversitelerinde İslâm’ın kanatları altında hür bir şekilde ilim ve eğitim yapılamıyorsa, “efradını cami, ağyarını mâni” bir şekilde teşekkül etmiş bir üniversitenin varlığından söz edilemez. Mensup olduğu milletin medeniyetini ve insanını esas almayan, müfredatından eğitim tarzına kadar bir baştan bir başa Batı ruhu ve kafası taşıyan yapma üniversitelere Müslüman Türk üniversitesi denilebilir mi?

Seksen küsur yıldır Atatürkçü ilkeler altında ideolojik olarak ezildiğini, yapılan eğitimin bütünüyle ideolojik cumhuriyetin varlığına ve inkılâplarına göre tanzim edildiğini söyleyebilecek kaç üniversite akademisyeninden bahsedebiliriz?

ÜNİVERSİTE DEĞİL, “MALÛMAT YÜKSEK OKULLARI” DEMEK LÂZIM

Bu ülkede vazifesini hakkıyla yapan ve kelimenin tam mânasıyla bir üniversitenin varlığından değil, Ali Yurtgezen’in ifadesiyle “Malûmat yüksek okulları” dan bahsedilebilir.

Türkiye’deki kısır ve yapma üniversiteler “düşüncenin ve ilmin kuduz köpek gibi kovalandığı” bilim tapınaklarıdır. Altı Ok cumhuriyetiyle pozitivist bilim ehramlarına çevirdiler. Batı’nın materyalist bilim lağımının akıntılarıyla kirlidir sözde üniversitelerimiz. Millet çocuklarını kapıdan içeri sokmayan Kemalist üniversite kardinalleri gayr-ı safi millî hasıladan pay kapmakla geçirmişlerdir mesailerini.

MUKADDESLERİ YOKTUR, İLİMDEN TİKSİNİRLER

Batı’da her üniversitenin bir ruhu, bir kimliği vardır. Türkiye’de üniversitelerin ideolojik putları vardır. İçinde yaşadığı milletine ait ruhu ve gayesi yoktur. Bizde üniversiteye liyakat sahipleri giremez. Çünkü bu bilim mabedinin bekçileri liyakattan, yani gerçek ilimden tiksinirler. Mukaddesleri yoktur. Mukaddeslerimizi yok etmek isteyenlerin, irfanından ve medeniyetinden kaçanların kurduğu anayasal bir derebeyliktir bu ülkede üniversiteler.

“Üniversite haysiyetinin ve muhtariyetinin evveli ve ahiri ilimdir” diyor bir ehl-i irfan. Bu ülkede üniversitelerin haysiyetinden ve muhtariyetinden bahsedilebilir mi? İlmin ve recüliyetin nâmı var mı?

Üniforma zihniyetiyle çalışır bizde üniversite. Patolojik bir şekilde ideolojik, rejimperest ve nekrofil bir kafa yapısına sahiptir. Mensupları üzerinde psikolojik baskı yaparak tek tipleştirmeyi, imha etmeyi, ezmeyi ve fişlemeyi sever. Kendi dışında düşüneni sevmez. Biyofil, yani yaşatıcı, sevdirici, hayatın anlam bilgisini öğretici bir yüreği ve ilim zihniyeti yoktur.

BU ÜLKEDE NESİLLERİ ÜNİVERSİTELER MAHVETTİ

Bu ülkede nesilleri üniversiteler mahvetti. Hafızasını ve medeniyetini kaybeden nesillerin müsebbibi üniversitelerdir. Bugüne kadar ışığını göremedik kışla zihniyetine sahip bu müesseselerin. Avrupa’nın düşüncelerini, millete ve hayata hiçbir faydası olmayan inançsız bilgilerini, “mağaradakilerin” karanlığını, yani tanrısız teorilerini ülkeye taşımakla geçirdiler bir asrı.

Bizde üniversite bir müsteşrikler bürosudur. Kimi Amerika’ya, kimi Avrupa’ya, kimi Rusya’ya bağlıdır düşünceleriyle. Âmâ üstad Cemil Meriç’in ifadesiyle her üniversitenin “boynunda efendilerinin künyeleri asılıdır.” Muazzez medeniyetimizin değerlerine sarılan ilim erbabı zaten susturulmuş.

BİZDE ÜNİVERSİTE, MİLLETE DÜŞMAN BİR SINIF GİBİ ÇALIŞIR

Bizde üniversite, millete düşman bir sınıf ve yabancı bir zihniyet topluluğu gibi çalışır. İlim ve bilgi namussuzluğunun en şedit kaynağı üniversitelerdir. Bin yıllık mâzi tasfiye edilirken susmuş ve Kemalist haramîlerin zulümlerine tahaccüb ve yataklık etmiştir.

Üniversitenin işi sürekli doğruyu, faydalı olanı aramak ve yeni bilgilere ulaşmak olmalı. Nesillerin ihyası için, millet ve medeniyet dâvası için ilim mücadelesi vermelidir. Rejime ahmakça saygı göstermemeli. Doğu’nun, yani İslâm’ın aklıyla bilginin ve irfanın ışığında sadece hakikat uğrunda ilim yaptırmalı. Görevi kurulu düzenin yalanlarını ilmîleştirmek olmamalı. Sadece irşad etmeli nesilleri. İnsana, bilgiye ve irfana açılan bir kapı olmalı. “Hiçbir siyasî partinin ve merkezin emir kulu olmamalı” üniversiteler.

Bu ülkenin üniversitelerinde hem manevî, hem dünyevî ve millî hedefleri gaye edinen ilim ve tâlim şimdilik görülmüş değildir. Milletin hayatına fayda sağlamayan üniversite ne işe yarar? Yanlışlıkla adına üniversite denen “malûmat yüksek okulları” bu milletin vergilerinden oluşan hazineye yüktür.

Türkiye’de üniversite denen Atatürkçü kurumlar, Nurettin Topçu’nun ifadesiyle “Elini bütçe denen cerahat çeşmesinin bol akan tarafına daldırmaktan başka bir şey olmayan bu kokuşmuş insan seli, millet hayatına ve insanlığa neyi getirebilir?” Bunların tek gayesi vardır: İlim adamı olmak ideali yerine milletine yabancı insan olmak.

Oligarşik ve anayasal zırha bürünmüş, fena-fid-Atatürkçü olmuş üniversite denen müessese bu ülkenin dinî, fikrî, edebî, siyasî, iktisadî ve sanayi gibi birçok meselesine dair faydalı bir proje oluşturmuş mudur? Bu ülkenin hangi ihtiyacına cevap vermiş üniversite?

“İLİM, ÜNİVERSİTEDEN KAÇARAK KENDİNİ KURTARMIŞTIR VE TÜRKİYE’DE İLİM ÜNİVERSİTE DIŞINDADIR”

Üniversitelerin skolastik, kopyacı, intihalci, taklitçi, Aristo mantıkçı kafa yapılarını kim değiştirecek? Bu güne kadar kendi ilmî çabalarıyla bu milletin önünü açabilmişler midir? Nurettin Topçu’nun isabetle beyan ettiği gibi “İlim, üniversiteden kaçarak kendini kurtarmıştır ve Türkiye’de ilim üniversite dışındadır.”

Bu ülkede üniversite denen Kemalist-laikçi okullar, Prof. Dr. Kemal Sayar’ın ifadesiyle “Mafya örgütleri gibi işlemektedir. Herkes birbirinin suçunu bildiği için kimse suçunu söyleyemez. Liyakatsizlik, akademik kadrolar arasında bir hayalet gibi dolaşmaktadır. Adam kayırma, partizanlık, menfaat örgütlenmeleri üniversitelerde kol gezmektedir. Fikri dolayı meslekdaşı tarafından ihbar edilen, ispiyonlanan sözde üniversiteler bu ülkededir.”

İLMÎ ÇALIŞMALARLA DEĞİL, ÜNİVERSİTENİN DOGMATİK KURALLARINA İTAAT KADAR TERFİ EDİLİR

Despot, tepeden inmeci üniversite sistemi, bünyesindeki akademisyeni ilmî kariyer için gerekli olan çalışmalarından ziyade, üniversitenin dogmatik kurallarına itaatiyle ölçer ve terfi ettirir. Mensupları, yaptıkları ilmî çalışmalarla değil, inançlarından ve fikirlerinden dolayı cezalandırılır. Bu kirli düzene uyanlar istikbâlinden emindir. Profesörlük, doçentlik gibi unvanlar bu çarkın dişlisi olanlara engel çıkartılmadan verilir. İlim erbabı vasfını elde etmek, bir resmî dairede memurluk vazifesi kapmak seviyesine düşürülmüştür.

ÜNİVERSİTELER STÜKONUN VE ATATÜRKÇÜLÜĞÜN İŞBİRLİKÇİSİDİR

Bu ülkenin meselelerine çâre olamayan üniversiteler niçin var olsun? Üniversiteler, statükonun, Atatürkçülüğün işbirlikçisidir. Bizdeki gibi rejimin cellâtlarına ve oligarklarına yaltaklanan bir üniversite dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Nurettin Topçu’ya bir daha kulak verelim:

“Yirminci asır üniversitesi, geleneği yıkan ve Süleymaniye Külliyesi’nin temellerini söken bir ruh ve zekâ suikastçısıdır. İlimi ve fazileti eşiğinde kurban ettikten sonra kaynattığı politik kazanından ihtilâl fitne ve cellât ehli çıkaran bir müessesenin millet üniversitesi olduğu söylenemez.”

İLİM DEĞİL, CUMHURİYETİN SAVUNUCULUĞU VE ATATÜRKÇÜ İNSAN YETİŞTİRMESİ İSTENİR

Esasında mesele derinlerdedir. Kemalist devrimler hazırlanırken üniversiteden cumhuriyetin bekçiliğini ve resmî ideolojinin savunuculuğunu yapması, ulusçu yeni Türk insan tipini oluşturmaya “katkıda” bulunması, Atatürk ilke ve inkılâplarını yayması istenilmiş ve bu yönde tanzim edilmiştir. Önce ilim ve eğitim değil, Kemalist cumhuriyetin sözcülüğünü yapabilecek bir üniversite hedeflenmiştir. 1931’de Darülfünun’un faydasızlığı söz konusu edilir. Dahası, Kemalist-Batıcı devrimleri engellediği ve devrimler için problem olduğu düşünülür.

Ulusçu devlet kendi çizgisinde yeni bir üniversite için Batı’dan yardım talep eder. Bu konuda Kemalist hükümetlerce görüşler hazırlanır. 1933’de Üniversite Reformuyla Darülfünun kapatılır ve kadroları tasfiye edilir. Reformun asıl gayesi devrimlerin benimsetilmesi ve yerleştirilmesidir. Avrupa’da eğitim görmüş, devrimlere uygun devşirme akademisyenler ve Hitler Almanya’sından kaçan profesörlerle bir kadro oluşturulur. Böylece Kemalist-ulusçu devletin çizgisine göre sözde yeni üniversite tanzim edilir.

KIŞLA TARZIYLA ÇALIŞAN ÜNİVERSİTE SİSTEMİNİN TEMEL ÇİVİLERİ HÂLÂ ÇEKİLEMEMİŞTİR

Kışla fonksiyonuyla tanzim edilen üniversite yapısının temel çivileri hâlâ çekilememiştir. Bugün üç beş çivisini çekmek üzere kerpeteni eline alanların ellerinin ansızın kırılabileceği korkusuyla titrediği de gözden kaçmaz.

Ulusçu cumhuriyetin pekiştirilmesinde ve bin yıllık Müslüman medeniyetin tasfiyesinde kullanılan sözde üniversitelerde birbirinin kopyası, tıpkıbasımı öğrenci ve hoca istifinden başka ciddî mânada milletin zihnî ve pratik hayatını geliştirici bir çalışma görülmemiştir.

Ecnebi bir akademisyenin “Üniversite Nasıl Olmalıdır?” hakkındaki görüşlerinin, Türkiye’nin “kes-yapıştır” kolaycılığıyla fosilleşmiş üniversitelerine tamim olarak gönderilmesinin isabetli olacağı kanaatindeyim:

“Bir üniversite, bilgi ile yaşama zevki arasındaki bağı idame ettirmesi ve ilim konusunda gençlerle yaşlıların hayâl kudretlerini birleştirmeleri ile varlık kazanır. Üniversite bilgi verir, fakat bu bilgiyi manevî bir temel üzerine oturtur. Bu onun cemiyet için görmesi gereken bir hizmettir. Bu hizmeti yapamayan üniversitenin varoluşu için bir sebep yoktur. Manevî mülâhazadan doğan bir heyecan atmosferi, bilgiyi değiştirir. O, artık hafıza üzerinde bir yük değildir. O, rüyalarımızın şairi, mefkûrelerimizin mimarıdır. Hayâl, hiçbir zaman gerçeklerden ayrılmamalıdır. Hayâl, insana yeni bir dünya görüşü kazandırır ve ona doyurucu mefkûreler telkin etmek sûretiyle yaşama arzusunu devam ettirir. Hayâl gücü olanların tecrübe bakımından zayıf olması, tecrübe sahibi olanların ise hayâl bakımından zayıf olmaları acı bir gerçektir. Aptallar, bilgiden mahrum hayâl üzerine, çok bilmişler ise hayâlden mahrum bilgi üzerine hareket ederler. Üniversitenin görevi, hayâl ile tecrübeyi (bilgiyi) kaynaştırmaktır. Fikir adamı yetiştirmek maksadıyla üniversiteler, o mesleklerin çeşitli prensiplerine uygun olarak hayâl gücünü geliştirmelidir. İnsanın hayâl gücünü geliştirmeyen bir üniversitenin mânası yoktur. Hayâl denilen şey, bulaşıcı bir hastalık gibidir. O metre ile ölçülüp, kilo ile tartılarak ve sonra da öğrenci ve öğretim üyelerine verilecek bir şey değildir. O, ancak hayâli zengin öğretim üyelerince öğrencilere aşılanabilecek bir şeydir. Bir üniversitenin sırrı, bilgileri hayâl ile aydınlanmış öğretim üyelerini bir araya getirebilmektir.(...) Her öğretim üyesinin değerini yayınladığı kitaplarla ölçmek, büyük hatâ olur. Yayınlarda kelime sayısına göre değil, fikirlerin ağırlığına göre değerlendirilmelidir. İnsan, doğru veya yanlış düşünmekte serbest olmalıdır. Sert bir inatçılık gereği olarak değil, çeşitli makul yolların şuurlu olarak değerlendirilmesi sonunda varılan bir kesinlikle, insanlara “evet” veya “hayır” diyebilecek bir karakter sağlamlığına lüzum vardır” ( Prof. Alfred North Whitehead, İzlenim Dergisi, Kasım 1996).

SÖMÜRGE ÜNİVERSİTESİ VE ORYANTALİZMİN BEŞİNCİ KOLU GİBİ ÇALIŞIR

Hâsıl-ı kelâm; Bu ülkede üniversitenin gittiği yol sola döner. Oysa üniversite sağa dönmelidir; yani kalbi ve hikmeti olan muazzez medeniyetimizin köklerine. Sömürge üniversitesi ve oryantalizmin beşinci kolu gibi çalışmaktan sıyrılmalıdır.

Üniversitelerin âcilen yapması gereken iş, sömürge üniversitesi anlayışından, oryantalizmin beşinci kolu gibi çalışan zihniyetinden, Batı’nın ve Kemalist ideolojinin kokuşmuş müfredatından kurtulup hayata gelmelidir. Hayata, yani bu asil milletin değerlerine dönmelidir.

----------------------------------------

İLÂVE YAZI:

GÖNLÜME DÜŞENLER


 Mehmet Alkışçı; nizam-ı âlem Türklerinden ve bu Türklerin ileri gelenlerinden. Fikir Dükkânı’nın, yani Mekteb-i İrfan’ın uzakta olsa kalben müdavimlerindendir. Alp iken alperen olan nasipli bir gönüldaştır. Bir zamanlar nizam-ı âlem Türklerini irşad eden şair ve fikir adamı Memduh Atalay’ın “yol”daşıdır. Mütedeyyin ve gönül ehli olan bu güzel dost, Medine-i Münevvere’de Efendimiz s.a.v’ın mübarek türbesi Ravza-i Mutahharra’da elleri ve dili duada iken dostluk heyecanı ve vecdiyle, Hocamgilin ve fakîrin nâçiz adlarını da yâdederek Efendimiz s.a.v’e selâmlarımızı söylemiş. Dostluğun pîrleri ondan râzı olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
11 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi