Faruk Köse

Faruk Köse

Baharını kaybeden umutlar

Baharını kaybeden umutlar

Bir “Emanet” yüklenmiştik. Yolumuza “küfrün kalesi” de çıksa yürüyecek, “Ahd”imize ihanet etmeyecektik. “Kahpe zalimler” yolumuzu kesse de “yol”dan sapmayacak, “elemler”de bile “mutluluk”u haykıracaktık. “Engellere” bir omuz atıp devirecek, her ocakta “ilahi duman” tüttürecek, “şühedanın yolu”ndan durmadan ilerleyecektik. “Tevhid sancağı”nı burçların en yükseğine dikecek, “Hududullah”ı aşanları durduracak, “Hükmullah”ı hakim kılacaktık. Yeni bir “Saâdet Asrı”nın zeminini döşeyecektik özümüze dönerek, sözümüzü özümüzle birleştirip “İlâhî İrade”nin yasalarına iktidar hazırlayacaktık.
Ama nasılız, ne yapıyoruz şimdi?
Şafaklarda tevhid sancağı dalgalanmıyor. “Mücahade” için tek bir ocak tütmüyor. “Kazanımlar”ımız bir bir “kayboluş”ta eriyor. “Hakk’ın yolcuları” Hakk’tan kaçıyor, “hürriyet savaşçıları” zelil bir hayatı yaşıyor. “Baş”sız kaldık. “İman”ımızı da kaybetmek üzereyiz. “Yüksekler”deydi gözümüz, “alçaklar”a doğru koşar olmuşuz. “Mabedler”imiz kirletildi, “inancı haykıranlar” susturuldu. “Nasırlaşan kalpler”imizde bir damla ulvî yaş akmıyor!
“Dram”; hepimizin dramı. “Baharı gelmeyen umutlar”ın peşinde sürüklenen “yürekler”in, “bağlar” boyu giderken, birden bire “çölleşen zeminler”e düşüvererek, “hasret ve hüsran”da boğulmakla yüz yüze gelişini düşünün. Izdırabını “gözyaşı gölleri”yle yıkamaktan başka çaresi olmayan “garib”lerin, gül sapında diken koklamakta bile umut aradıklarına şahid olun. “Çorak topraklar”a can verecek coşkun sellerin, “kör vadi”de batan ince bir su haline getirilişini ibretle izleyin. Sonra kendinize bakın bîtaraf olarak ve itiraf edin halinizi. Bu dayanılmaz dram yüreklerinizin tâ içine hükmetmiyor mu sizce?
“Tarih defteri”ne şöyle bir baktığımızda, bugün “köle”si olduklarımızın, bir zamanlar “uşak”ımız olduğunu göreceğiz. Putlarla donatılmış “Küfristan”da başınıza “efendi” olan “lânetli kullar”ın tuğyan dalgaları karşısındaki “susuş”umuzun, gözyaşlarımızı bile kirlettiğini ve “kirli gözyaşı”mızda bir katre olup akmakla pâklanamayacağımızı anlayacağız. Ancak, “çöküş”te solan özlemlerimize lâzım olan ışığı doğru yerde, “fıtrî gönül”de ararsak, “çile dağları”nı aştığımıza, kurak çöllerde bile bahara ulaştığımıza şahit olacağız.
“Tevhid”e doğru yol alırken şirkin surlarına taş koymak da ne oluyor? “Aydınlık yarınlar”ı ararken “ışık yolları”nı zindana boğmaya kalkışmanın anlamı ne? “Putlar”a karşı bir söylemin “putlara uşaklık”a götüren bir eyleme dönüşmesinin nasıl bir izahı olabilir? “Kevser’e koşan yürekler”in cepheyi terkederek gönüllerindeki yangını “kirli sular”da serinletmeye çalışmasının, “yoldaki ayrılışlar”ın vahametini göstermesinden başka bir anlamı olabilir mi? “Gafletteki hazar”ın “dipdiri bir sefer”e dönüşmesi için, illâ da “şühedanın ruhları”nın mezarlarından fışkırması mı gerekecek?
“Gün”ünü kaybedenlerin “mehtab”ı da söndüğünde, buhar buhar “gözyaşları” bakışların önüne bir “sis perdesi” ördüğünde, çölde “vaha” arayanlar bağların ortasında çöle düştüklerinde, “bahar”ı bekleyenler “hazan”la yüz yüze geldiklerinde, “yaralar”la sırdaş olanlar “acılar”la da yoldaş olduğunda; işte o zaman “umut çağlayanları” kurumuş, “silahların gözyaşları” paslanmış, “yas tutan gönüller” yaşayan ölüler haline gelmiş ve “kara bahtlar”ın nura hasreti umutlarını tamamen yitirmiş olur.
“Dikenleri ayıklamak” için geldiğimiz bahçelerde, gül sapında diken koklamaya koyulduk. “Putları ve putlaşanları temizlemek” için çıktığımız yolda putlara methiyeler düzmeye başladık. “İblise karşı meydan savaşı” verecektik, İblis’in dostlarına uşaklık etmeye başladık. “İdeallerimiz” vardı bize ruh veren, ruhumuzu satınca ideallerimizin de karşısında bulduk kendimizi. “Fıtratı”n hakimiyeti için mücadele edecektik, “zıtlar geçidinde zemin tutma”nın telaşına kapıldık. “Ummanlar”ı aşacak gücümüz varken, terkettiğimiz değerlerden ötürü “bir katrecik suda boğulduk kaldık.” Hasadı beklemenin heyecanını taşırken, “yeşermiş başaklar”ı ekmeden yolduk. Kimliğimizi takındığımız hallerde “güneşe karşı bile diri”yken, kimliğimizi terkettiğimizden itibaren “mehtaba karşı solduk.” Kurtlara karşı sefere çıkmıştık, “aç kurtla diz dize” oturduk. Özgürlüğe mekân hazırlayacaktık, “tabansız gece”yle el ele tutuşarak bütün “yurdu kafese koyduk.” Düşmanlarımızı baş tacı edindik, dostlarımızın karşısına geçtik.
“Zindanlaşmış beyinler”imizde, zindanlara mahkûm edilen kardeşlerimizin hallerini idrak edemedik; “hissiz kalmış yürekler”imizin bir köşesinde olsun “gönül bağı”na zemin açamadık. Hayatın içinde hayata karşı durduk; “dönüşe uzanan adımlar”la gitmeye, “inişe atılan adımlar”la çıkmaya çalıştık. Seher vakti “karanlıklar”a sarıldık; çöllerimizi “ateş” bastı, sularımız “susuz” kaldı, “söndürdüğümüz ocak”ımızın külleri bile dağıldı; “yarın”lardan umutsuzduk, “dün”lerimizi de kaybettik.
Hepsinden de önemlisi, “Allah” dediğimizde yüreklerimiz titriyordu ya, artık “Allah” demekten utanır olduk!
Ancak yine de içimden bir ses diyor ki:
Üzülme dostum sen zincirlerine, / Birgün çözüveren bulunur elbet. / Zindan dem katacak ecirlerine, / Güneşin fatihi olunur elbet.
Önde olmalısın, güçlen arkadan, / Bu yolda dostun olur Yaradan, / Damarından akan bir taze fidan, / Şöyle yol boyunda salınır elbet.
Küfrün putlarını kıracak kadar, / Hedefi beyninden vuracak kadar, / Tağutlara hesap soracak kadar, / Erişmiş başaklar yolunur elbet.
Yeter ki “doğru bir yol (Sünnet), doğru bir rehber (Kur’an)” edinelim! Kaybetsek de umutlarımızı, bütün baharlar “hakikat yolcuları”nın olacaktır inancındayım, her şeye rağmen!...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
16 Yorum
Faruk Köse Arşivi