Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

28 Şubat’ın öncüleri, bugün “Demokrat” pozlarında!

28 Şubat’ın öncüleri, bugün “Demokrat” pozlarında!

Öncelikle, Meclis’te oluşturulan Muhtıraları ve Darbeleri Araştırma Komisyonu’na teşekkür etmeliyiz...



Zira, Nimet Baş başkanlığında oluşturulan bu komisyon; kimlerin, “28 Şubat Darbesi”nin neresinde yer aldığını ve kimlerin “darbeye nasıl destek verdiğini” ve hatta; “kimlerin nasıl asker postalı yaladığını” cümle âleme gösterdi...


Komisyon’un, elbette “yaptırım” gücü yok... Onun yaptığı; “ifadeleri” almak ve bir anlamda “tarihe tanıklık” etmektir...


Gerisi, “yargı”nın bileceği iş!..


Kabul etmek gerekir ki;


Komisyon üyeleri; işlerini çok başarılı yaptılar... Gerek “gazeteci”lerin, gerek “STK’lar”ın ve gerekse “siyasiler”in ifadelerini alarak; onların “darbecilerin yanında veya karşısında” olduklarını kayıt altına aldılar.


Böylece, bu millet de; kimin “cunta karşıtı” kimin “asker postalı” yalayan birer “embedded” olduğunu anlamış oldu.


ECEVİT’İN EN KARA YÜZÜ!


Malûm, o dönemin en büyük mağdurlarından biri de, “halkın oylarıyla” seçilen ancak Meclis’te yemin etmesi engellenen Merve Kavakçı idi.


Merve Kavakçı, o dönemde büyük “zulüm” gördü... En büyük zulmü de, herhalde dönemin DSP Genel Başkanı ve Başbakan Bülent Ecevit’ten gördü...


Merve Kavakçı’nın, 2 Mayıs 1999’da Meclis’te yemin edeceği gün, Ecevit; belki de hayatında olmadığı kadar “yüzünü karartmış” ya da “içinin karası yüzüne vurmuş” olarak kürsüye çıkıp, “eline tutuşturulan bir kâğıt”tan, olanca gücüyle höykürmüştü:


“Burası devlete meydan okunacak bir yer değildir!..


Bu kadına haddini bildirin!”


“Had bildirme” konusunda hayli uzman olan DSP’liler; bir yandan “alkışlı protesto”ya, bir yandan da “Bremen Mızıkacıları” gibi böğürmeye başlamışlardı;


“Dışarı!.. Dışarı!”


Oysa, “yasa”larda ve “Meclis İçtüzüğü”nde; “Başörtülü olarak yemin edilemez!” diye bir madde yoktu.


Ama, yemin ettirmediler Merve Kavakçı’ya...


“Millet iradesinin tecelligâhı” olan Meclis’ten, “millet iradesi”ni kovdular!..


Bununla da yetinmediler...


Dönemin DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel; yel değirmenlerini “düşman kalesi” olarak görüp saldıran Donkişot gibi, Merve Kavakçı’nın evine saldırdı...


Neredeyse kapısını kırıp içeri girecek ve Kavakçı’yı gözaltına alacaktı..


Hayır, bununla da yetinmediler!..


Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Kavakçı için ağır bir ithamda bulundu ve ona “Ajan Provokatör” dedi...


KAVAKÇI’YA MEDYA TACİZLERİ


Eh, “siyon”lar bunu yapar da, emre amade “piyon”lar hiç boş durur mu?..


Bugün “manşet”ten sunduğumuz haberde de okuyacağınız gibi, Merve Kavakçı, Meclis’te yaşanan yemin krizinden sonra darbeci generallerin talimatı doğrultusunda hareket eden “holding medyası”nın, üstlendikleri “haddini bildirme” kampanyasını daha da ileriye taşıdığını dile getiriyor;


“Muhabir kılıklı tetikçiler”in 24 saat evinin önünde nöbet tuttuğunu, geceleri sık aralıklarla ve uzun süreli zile basarak aile fertlerini taciz ettiğini ifade ediyor...


Kendisini karalamak için her yolu deneyen muhabirlerin bazı komşularının evinde saklandığını söylüyor ve ekliyor:


“Ben yukarı çıkarken komşunun evinden çıkan bir muhabir, daireme girene kadar sözlü olarak rahatsız etti. Bir diğeri daha saygısız bir tavırla ayağını araya koyarak kapıyı kapatmama engel oldu. İçerinin görüntüsünü almaya çalışıyorlardı.”


Bu kadar mı?..


Ya “aile fertleri”ne taciz?..


Onu da şöyle anlatıyor Merve Hanım;


“Bana reva görülen muamelenin benzeri, aile fertlerime de uygulandı... Muhabirler, küçük kızlarımın okuluna giderek, onları da rahatsız ettiler...


Hatta diğer çocuklara kızlarım aleyhinde slogan attırıp, akşama da ekranda yayınladılar...


Bir defasında, kızlarımın panodaki fotoğrafını bile çaldılar... Bu baskılar yüzünden, kızlarımı bir süre okula göndermedim!”


Komisyon üyelerine “yoldaş ve candaş medya”nın kendisine çektirdiklerini anlatan Merve Kavakçı, tanınmış simaların da maskesini indiriyor.... Kavakçı’nın, “28 Şubat’ın en büyük mağduru Fethullah Gülen’dir” diyerek muhafazakar kesime yaranmaya çalışan, “28 Şubat’ta kendisinin bizzat mağdur olduğunu” öne süren Uğur Dündar’la ilgili aktardıkları da, kan donduracak cinsten... Yemin olayından sonra kendisine militanca saldıran Dündar ve ekibinin, dayısı Orhan Güngen’in ofisini silahlarla bastığını belirten Kavakçı, Arena programında aleyhine iftira içerikli yayınlar yapıldığını dile getiriyor...


İTİBARSIZLAŞTIRMA KAMPANYASI


Buyrun, bir örnek daha...


Yaşananlardan sonra gittiği Amerika’da da; “medya”nın kendisini rahat bırakmadığının söyleyen Merve Kavakçı, basından birilerinin özel hayatına dair belgeler bulmak üzere ABD’ye gönderildiğini açıklıyor... Kavakçı, o dönem Milliyet’te çalışan Yasemin Çongar’ın Dallas’a giderek, babası Prof. Yusuf Ziya Kavakçı’nın görev yaptığı İslam Merkezi’nin kapısında bekleyip, çıkan cemaatten aleyhinde beyanlar toplamaya çalıştığını söylüyor...


Bunun, “belge”si de var...


Geçtiğimiz Cuma günü; Ülke TV’de, sunuculuğunu Banu Yüm’ün yaptığı ve Ergun Yıldırım’la birlikte katıldığımız “Soru-Yorum” programında, “Milliyet’in o haberi”nin belgesini gösterdik.


Milliyet’in, “yemin olayı”ndan hemen sonra, yani 8 Mayıs 1999 tarihli haberinde; “Merve Kavakçı ve ailesini itibarsızlaştırmak” için, babası hakkında “Teksas İmamı” denilmiş ve onun “HAMAS’a yakınlığı ile bilinen(!) Filistin İslâmî Birliği” ile temas halinde olduğu yazılmıştı...


Sanki “suç” ve “ayıp”mış gibi; Yusuf Ziya Kavakçı’nın “Teksas’ın en büyük imamı” olduğu, “hutbe” verdiği, “çok imanlı ve saygın bir dinî önder olarak tanındığı” da eklenmiş habere...


Amaç; onu “HAMAS’a yakın” göstermektir... Baba “HAMAS’a yakın”(!) olduğuna göre, Merve Kavakçı da öyledir!.. O gün verilmek istenen mesaj buydu...


Haber “imzasız” olmakla birlikte; bunun Yasemin Çongar’a ait olduğunu bilmek için, müneccim olmaya hiç gerek yok!..


Şu garabete bakın ki;


O dönemde “28 Şubat darbecilerinin değirmenine su taşımak” için taa Dallas’lara giden Yasemin Çongar, bugün Taraf gazetesinde “özgürlük, demokrasi, insan hakları” nutukları atmaktadır!..


Sadece Yasemin Çongar mı?..


Birçoğu!..


AKİT’İN GÖRDÜĞÜ ZULÜMLER


Hani, “Azerî” bir vatandaş, “belediye başkanlığı”na adaylığını koymuş ya...


Seçim günü, “karısı” da dahil, herkes “Sana oy verdik” demiş ya...


Ama sandıklar açılınca görülmüş ki; adamcağıza “sadece 1 oy” çıkmış!..


O da, “kendisinin” verdiği oy!..


Adamcağız, “Sana oy verdim” diyen herkesi etrafına çağırıp, sormuş: “Hepiniz bana oy verdiniz de, özüm kime verdi?”


Buradan hareketle;


Darbe Komisyonu’na verdikleri ifadelerde; “28 Şubat Darbesi’ne aslanlar gibi karşı çıktık!.. Darbecilerin ağzından girip burnundan çıktık!.. Biz olmasaydık, neler yapacaklardı neler?.. O dönemin asıl mağduru biziz!” diyen “Darbekatör Baryam”lara sormak lâzım;


“Hepiniz darbe mağduruydunuz, hepiniz darbeye karşı çıktınız da, Refah-Yol Hükümeti’ni kim yıktı?..


Merve Kavakçı’yı kim linç etti?..


Özellikle bu gazetenin üzerinden silindir gibi geçen kimlerdi?”


Hatırlarsınız; 26 Nisan 1998 tarihli Hürriyet ve Sabah gazetelerinde, “Sakık’tan şok iddialar” başlığı ile “manşet”ten haberler verilmişti...


Haberlerin özü ve özeti şuydu:


“PKK’nın Apo’dan sonraki ikinci adamı Şemdin Sakık, deprem yaratan ifadesinde, örgüte destek veren, zaman zaman işbirliği yapan isimleri tek tek açıkladı.


Sakık; irtica yanlısı iki gazetenin Apo’ya, PKK aleyhine yazmama sözü verdiklerini söyledi. Sakık, Apo’nun Ermenistan ile ittifak ve Türkiye toprakları üzerine pazarlık yaptığını bildirdi. Milli Gazete ve Akit gazetesiyle PKK arasında gizli bir anlaşma olduğunu söyleyen Sakık, Apo’nun kendisine ‘Bunlarla bir nevi ortak düşmana karşı anlaşma yaptık’ dediğini belirtti.”


Malûm, biz bu haberlere, ertesi günkü Akit’te şöyle cevap vermiştik;


“Şerefsizler!”


Ancak, daha sonra, Şemdin Sakık; “Ben böyle bir ifade vermedim” demiş ve söz konusu ifadelerin düzmece olduğu ortaya çıkmıştı!..


Ordunun üst kademesindeki değişikliğin ardından Şemdin Sakık’a ait olduğu iddia edilen ifadelerin sahte olduğu, Çevik Bir ve Erol Özkasnak’ın talimatıyla basına verildiği ortaya çıkmıştı.


Ki, bu gerçeği; o dönemde Sabah gazetesi yönetiminde bulunan Can Ataklı, Öküz dergisine verdiği röportajda, şöyle açıklıyordu:


“O generalin emriyle, bir insanı siyaseten yok etme, yani linç kampanyası açıldı. Tüccar generaller var, geliyorlar. ‘Şöyle bir şey yazın da bu kadının kafasını koparalım’ diyorlardı...”


Hele söyleyin;


O günlerde açılan bu “linç kampanyası”na hangi gazete ve hangi gazeteci destek verdi?..


Bugünün “demokrat, özgürlükçü ve hümanist” geçinen gazetecileri değil mi?!?..


Tabiî, bütün bu haberler ne “ilk”ti, ne de “son” olacaktı.


Akit veya Vakit’le ilgili “linç” kampanyasını, 1999’daki “Ahmet Taner Kışlalı cinayeti”nde de sürdürmüşlerdi.


“Arşiv” sayfamızda yayınladığımız bir “çarpı” işaretinden yola çıkıp, “Kışlalı’yı Akit hedef gösterdi” demişlerdi...


Amaçları “üzüm yemek” değildi... Amaçları, “bağcıyı dövmek”ti!..


Kendilerinin de içinde bulundukları “derin devlet”in cinayetlerini “birilerinin üzerine yıkmak” istediler ki; “irticaî tehlike”yi tepe tepe kullansınlar!..


Bunun için de; “Akit’i devredışı bırakmaları” gerekiyordu...


Bunu, “Danıştay cinayeti”nde de kullandılar;


“Hedef manşetten, kurşun avukattan” dediler ama, yine de Alparslan Arslan’ın “Ergenekon bağlantısı”nı örtbas edemediler.


Bu gazete, ne “badire”ler atlattı, ne “illegal eylem”lere maruz kaldı...


Gazetemizin merkez binasına sıkılan “Kaleşnikof kurşunu” da, maruz kaldığımız “gözaltı”lar da, “400 polis, 2 panzer ve keskin nişancılar”la “baskın”a uğramamız da, bizi “susturmak” içindi!..


Baktılar ki, susmadık; Cumhuriyet Çalışma Grubu adlı illegal bir grup kurup, hakkımızda “illegal saldırı plânları” hazırladılar!.. Yetmedi, “312 general” tarafından hakkımızda “linç” dâvâsı açıldı.


BİZ NE YAŞADIK?


Uzun lâfın kısası;


“Gazete” ve “gazeteci” olarak “28 Şubat Süreci’nin en büyük mağduru” biz olduk... O günlerin, burunlarından kıl aldırmaz “mağrur”ları ise, bugün Komisyon’da ve ekranlarda “mağdur” olduklarını iddia ediyorlar ki, bu iddialara kargalar bile münasip yerleriyle gülerler.


Biz de, “Azerî vatandaş” gibi soralım;


“Siz hepiniz darbe mağduru iseniz, bizim yaşadığımız zulümler neyin nesi?.. Söyleyin, bu zulümleri kim yaptı bize?.. Bütün baskıları siz gördüyseniz, bizim gördüğümüz neydi?!?”


Bakıyoruz da;


Hepiniz “demokrat”, hepiniz “hümanist” ve hepiniz “özgürlükçü” kesildiniz başımıza!.. Komisyon’da konuştuğunuz yetmiyormuş gibi; ekran ekran dolaşıp, nasıl bir “darbe karşıtı” olduğunuzu anlatıyorsunuz... İyi de; siz “darbe karşıtı” iseniz, millete karşı “Topyekûn Savaş” ilân edenler kimdi?..


Sahi, o darbe nasıl oldu?..


Sizi gidi “yalancılar” sizi!..


Selâm ve saygılarımızla...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi