Faruk Köse

Faruk Köse

İsrail ile ilişkiler...

İsrail ile ilişkiler...

İsrail, abluka altındaki Gazzeli müslümanlara yardım ulaştırmak için yola çıkan Mavi Marmara Gemisi’ne uluslararası sularda baskın düzenledi ve 9 müslümanı şehid etti. Bunun üzerine Türkiye-İsrail ilişkileri gerildi. Türkiye, ilişkilerin “tekrar eski haline gelmesi için” üç şart ileri sürdü: “İsrail özür dileyecek, şehid olanların ailelerine tazminat ödeyecek ve Gazze’ye uyguladığı ambargoyu kaldıracak...” İsrail, tazminat ödemeye hazır, ama diğer iki şartı kabul etmediğinden ilişkiler düzelmiyor.

Bu süreçte ticari ilişkilerin eskiye oranla daha da geliştiği dikkate alınırsa, iplerin sadece politik ve diplomatik alanda gerildiğini söyleyebiliriz. Gerçi bu da bir şeydir, ama “sanki İsrail’in canına okumuşuz, perişan etmişiz” gibi bir algının yanıltıcı olacağını da bilmeliyiz. “Arap Baharı” tabir edilen gelişmelerin fırtınalar estirdiği coğrafyada bu bile İsrail için ciddi bir sorun. Bu yüzden Türkiye ile ilişkilerini “eski düzeyi”ne getirmek istiyor. Nitekim, geçtiğimiz günlerde Kudüs’te Türk basın mensuplarıyla görüşen İsrail Dışişleri yetkilisi, “her iki ülkenin de yaptığı hatalar oldu, ancak bundan sonra iyi niyetle ve önkoşulsuz olarak masaya oturmalı, çözüm aramalıyız” diyerek şahsi fikrini ifade etti.
Aslında hepi topu bu kadar. Sadece bir İsrailli şahsın, ilişkilerin düzelmesine dair kişisel temennilerinden ibaret. Oysa bizim basında “İsrail’den zeytin dalı” başlığıyla sunulan bu gelişme, uluslararası arenada “devlet muamelesi” gören “Yahudi Terör Üssü İsrail”in resmi görüşü ya da talebi değil. Ancak demek ki İsrail ile ilişkilerin düzelmesi konusunda öyle bir beklenti yer etmiş ki zihinlere, bir şahsın kişisel görüşü, sanki İsrail’in görüşüymüş gibi sunulabiliyor.

Tabiî bu kadar da değil. Haberin nasıl verildiğine dikkat edin: “İsrail’den zeytin dalı.” Yani, etkin unsur, lütfeden taraf, affedip bir şans daha tanıyan güç kim oluyor bu cümlede? İsrail!... Sanki ilişkilerin bu noktaya gelmesinin suçlusu İsrail değilmiş gibi, bir de İsrail “zeytin dalı” uzatıyormuş. “Hadi gelin, size bir şans daha veriyoruz, barışalım da kaldığımız yerden devam edelim” demek istiyormuş gibi...

Başka? İsrailli yetkili, “her iki ülkenin de yaptığı hatalar oldu” diyor. Gazze’yi açık hava hapishanesine döndüren, bütün bir Gazze toplumunu açlığa ve yok olmaya mahkûm eden, istediği her an saldırıp öldüren, yardım gemisine uluslararası sularda saldırıp yardım gönüllülerini şehid eden İsrail; buna tepki göstermesinden daha doğal bir şey olmayan Türkiye’yi bu tutumundan dolayı “hatalı” olarak niteliyor. Ardından da “hatanızı affediyoruz, hadi tutun şu zeytin dalının ucundan da barışalım” demeye getiriyor. Bunu derken de, “Türkiye’nin Gazze’deki durumu iki ülke ilişkilerinden ayrı tutması halinde çözüme ulaşılmasının çok daha kolay olacağını” söylüyor. Yani Türkiye Gazze’yi satarsa, İsrail’in Gazze üzerindeki zulmüne göz yumarsa, yok sayarsa ilişkiler düzelebilirmiş. Eğer böyle olursa, “özür ve tazminat talepleri” de karşılanabilirmiş.
Ancak Dışişleri Bakanlığı oltaya yakalanmadı da durum kurtarıldı. “Tutumumuzda herhangi bir değişiklik yok” açıklamasını yapan Dışişleri, Başbakan’ın daha önce ileri sürdüğü “üç şart”tan vazgeçilmeyeceğini de ilan etmiş oldu.

Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesini istemiyorum. Hiçbir “yahudi”yi sevmiyorum; “siyonist ideoloji”ye sahip olanını ise son derece tehlikeli ve insanlığın, acilen kurtulması gereken bir tehlike olarak görüyorum. Bu yüzden yahudilerin toptan yok olması beni hiç de üzmez, bilakis bundan hoşnut bile olurum. İsrail’i bir “devlet” olarak değil, “yahudi terör üssü” olarak gördüğümü de biliyorsunuz. Hz. Yakub’a isyan edip Hz. Yusuf’a zulmettikleri günden bu yana, “yahudi kafası”nın en iyi “fitne-fesat”a çalıştığını bilmeyen yok. Zaten bu yüzden tarih boyunca farklı coğrafyalarda imha edilmeye çalışılan bir kavim ve bu hususta bir benzerleri de bulunmuyor.
İsrail’le ilişkilerin diplomatik ve politik olarak belli bir düzeyde tutulmasını, diğer alanlarda hiçbirşey olmamış gibi davranılmasını, hatta ticari ilişkilerin daha da gelişmiş olmasını son derece yanlış ve ikiyüzlü bir politika olarak görüyorum. Ancak İsrail’le ilişkiler konusundaki sorumluluğu sadece Hükümet’in omuzlarına yıkıp, kenardan seyretmek, Hükümet’in bu husustaki hatalarına saldırarak laf ebeliği yapmak da bundan daha çirkin bir “ikiyüzlü tutum.”

Zira; İsrail’e kızıp Hükümet’e rol biçen pek çok kişi, cebinde taşıdığı kredi kartı ile yaptığı her alışverişte, ağzında tüttürdüğü sigara ile, tükettiği envai çeşit ürünlerle yahudi sermayesini güçlendiriyor. İsrail Gazze’ye ambargo uygularken, müslümanlar yahudi malları kullanarak onlara finansal destek çıkıyor. Bu arada kimsenin aklına, her ne pahasına olursa olsun, her ne mahrumiyetle karşılaşılırsa karşılaşılsın, yahudi ürünlerini toptan ve kesintisiz olarak boykot etmek gelmiyor. Gelse de kimse bunu uygulamıyor. Sen hem İsrail’in gerçek gücü olan “küresel sermayenin kontrolü”ne katkıda bulunarak İsrail’i güçlendireceksin, yahudi ürünlerini satın alarak onlara finansal destek çıkacaksın, hem de Hükümet’in İsrail ile ilişkilerini sorgulayıp, yapılan falsolarda feveran edeceksin.
Yok, bu doğru değil, eksik. İsrail ile ilişkiler konusunda Hükümet’ten önce “müslüman toplum”un yapması gerekenler var. Ne pahasına olursa olsun, yahudi sermayesinin karıştığı bütün ürünlere karşı katı bir boykot!... Eğer Hükümet buna destek çıkmazsa, o zaman Hükümet’i de boykot!...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
14 Yorum
Faruk Köse Arşivi