Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

5 günlük gezinin resmî ve gayriresmi yönleri

5 günlük gezinin resmî ve gayriresmi yönleri

Öncelikle, dünkü 1. sayfamızda, haber başlığındaki “tashih”ten dolayı özür diliyorum... Sayın Başbakan’ın; “Apo da dağa güvenmiyor” şeklindeki ifadeleri; haber metninde “Güvenmiyor” olmasına rağmen, başlıkta, maalesef “Güveniyor” şeklinde çıkmış... Bu yanlışlıktan dolayı hem Sayın Başbakan’dan, hem de değerli okuyucularımızdan özür diliyorum...


Bu açıklamayı yaptıktan sonra, gelelim gezinin detaylarına... Malûm, 6 Kasım günü saat 23.45 civarında Ankara’dan Endonezya’nın Bali adasına doğru yola çıktık...

14-15 saatlik yolculuğun ilk durağı Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi oldu...

GÖZÜMÜZ ABD SEÇİMLERİNDE

Ana uçağı “yakıt ikmali” için Yeni Delhi’ye indiğinde, hepimiz salondaki ekrandan “ABD seçim sonuçları”nı öğrenmeye çalışıyoruz.

Başbakan’a eşlik eden heyette Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ve AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik ile Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı İbrahim Kalın var... Gözler ekranda, “Obama’nın kazandığı” haberi bekleniyor. Basın Danışmanı Lütfullah Göktaş eyalet sonuçlarını yorumluyor.

Uçak yeniden havalandıktan birkaç saat sonra “beklenen haber” alınıyor.

Obama kazanmış; Romney ile oy bazında arayı açamasa da (51-49) başkanı seçecek delegelerde fark atmış: 206’ya 303 gibi açık ara kazanmış.

Bu sonuç Ankara’yı rahatlatıyor.

Başbakan Erdoğan, Bali adasına indikten sonra kaldığımız otelde basın toplantısı düzenleyerek Obama’nın seçilmesinden duyduğu memnuniyeti dile getiriyor. Obama dönemindeki “dört yıllık çalışma arkadaşlığı” sonucu Türkiye-ABD ilişkilerinin “stratejik ortaklık”tan “model ortaklığa” dönüştüğünü ve dünya siyaseti ve bölgesel gelişmelerde iki ülkenin birlikte çalıştıklarını anlatıyor.

Erdoğan, Obama’yı kutlarken, Romney’i de övüyor..

Romney’in “Bundan sonra her şey ABD için” dediğini hatırlatıp, muhalefete gönderme yaptı ve “Darısı başımıza” diye konuştu. Obama’nın “Artık mavi-kırmızı eyaletler yok, tek Amerika var” sözleri ise Erdoğan tarafından “İşte birlik-beraberlik mesajı” şeklinde yorumlandı.

ANA UÇAĞI DEĞİŞMELİ

Dediğim gibi;

Yeni Delhi’de “yakıt ikmali” yaptıktan sonra 7-8 saat daha uçup, Bali’ye ulaştık.

Bu vesileyle şunu ifade edeyim;

“Ana uçağı” büyüyen Türkiye’ye “küçük” geliyor... Başbakan Tayyip Erdoğan’a “daha büyük bir uçak” lâzım...

Uçak büyük olmalı ki, yollarda “yakıt ikmali” için zaman kaybedilmesin...

Bir de; Başbakan’ın uçaktaki odasında röportaj yapan gazeteciler tıkış tıkış oturmak zorunda kalmasın...

Uzun lâfın kısası;

Ana uçağı, artık ihtiyaca cevap vermiyor... “Büyük Türkiye”ye “büyük uçak” olmalı... Ki, Başbakan da rahat etsin, biz de...

5. BALİ DEMOKRASİ FORUMU

Neyse... Yeni Delhi’deki yakıt ikmalinden sonra Bali’ye indik... Yatıp dinlendikten sonra öğleye doğru “5. Bali Demokrasi Forumu”nun yapılacağı Westin Oteli’nin Mangupura Salonu’na geçtik...

Endonezya Cumhurbaşkanı Susilo Bambang Yudhoyono ve Güney Kore Cumhurbaşkanı Lee Myung-bak eşbaşkanlığında yapılan oturumlarda, davetli ülkelerin devlet başkanları ve başbakanları birer konuşma yaptılar...

Forumun en ilginç yanı; “Demokrasi”nin “d”sinin olmadığı ülke liderlerinden “demokrasi nutukları” dinlemek oldu... Meselâ işgal altındaki Afganistan’ın lideri Hamid Karzai ve Doğu Timor lideri Jose Ramos Horta’nın “demokrasiye güzelleme” yapan konuşmaları son derece komik geldi bana...

Demokrasi kim, Afganistan kim?..

Demokrasi kim, D. Timor kim?..

Kimi ABD kuklası,

Kimi de İngiliz kuklası!..

BM’YE SERT ELEŞTİRİ

Oturumda Avustralya Başbakanı Julia Gillard’ı da dinledik, Tayland Başbakanı Yingluck Shinawatra’yı da...

Ne yalan söyleyeyim:

Onların konuşmalarında ne “heyecan” vardı, ne de içtenlik... Çok “yapay”dılar. Hepsi de; “Ne şiş yansın, ne kebap” türünden sözler sarfettiler.

Açık ve net söyleyeyim;

“Bizim Başbakanımız” diye söylemiyorum, ama gördüğüm ve dinlediğim o ki; “Forum”un belki de “en kapsamlı” ve “en protest” konuşmasını Başbakan Tayyip Erdoğan yaptı... Gerçi, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın konuşması da oldukça kapsamlı ve oldukça protestti ama Erdoğan’ın konuşması hepsine fark atardı...

Konuşmasında;

Birleşmiş Milletler’in insanlığın geleceğini tehdit eden, umutlarını körelten korkuları ortadan kaldırabilecek bir liderlik sergilemediğini dile getiren Erdoğan, dedi ki;

“Biz, BM’nin, bütün insanlığın hukukunu koruyacak, uluslararası toplumu ortak değerler ve adalet temelinde örgütleyecek şekilde yeniden yapılanması gerektiğini savunuyoruz. IMF’nin de kapsamlı bir reform sürecinden geçmesi gerektiğine inanıyoruz.”

Evet, özetle; “BM ve IMF’nin yapısı değişmeli” dedi Başbakan... Yetmez... Aslında AB’nin yapısı da değişmeli!..

Meselâ, BM Güvenlik Konseyi’nde ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya gibi “daimi üyeler”den oluşan “5’li çete” var... Onlar, herhangi bir kararı “veto” ettiğinde ortak karar alınamıyor...

Erdoğan’ın teklifi şu:

“Dünya 5 tane daimi üyenin iki dudağının arasında bırakılamaz... Eğer tüm dünyayı 5 daimi üyenin iki dudağı arasına bırakacak olursak işte burada insanlık her geçen gün kan kaybeder...

BM Güvenlik Konseyi’ne 7 kıtadan ve çeşitli dinlerden temsilci ülke alınmalı... Meselâ; Müslüman; Hıristiyan, Musevi ve Budist ülkelerden!..”

BALİ’NİN YÜZDE 90’I HİNDU

Başbakan, bu kapsamlı konuşmasının ve ikili temasların ardından bir “yorgunluk çayı” içmek için, deniz kıyısına geliyor ve biz gazete yöneticileri ile birlikte “zencefilli çay” içip, sohbet ediyor.

Bir ara; “Şehri gezdiniz mi?” diye sordu bize.. “Gezdik” dedik... “Nasıl buldunuz?” deyince, kendimi tutamadım;

“Otellerde kalanlar zengin de, ada halkı çok fakir... O kadar fakirler ki, tanrılarının önüne bile ancak ot koyabilmişler!”

Başbakan, “Fesubhanallah” deyip, şaşkınlığını ifade etse de, “adanın yapısı” bu...

Efendim, Bali; “Endonezya’nın 17 bin 500 adasından biri” olsa da, burada “Hindu inancı” egemen... “4 milyonluk bir nüfus”a evsahipliği yapan Bali’de; halkın yüzde 90’ı “Hindu inancı”na mensup... Kalan yüzde 10 ise Budist, Hıristiyan ve “Müslüman”lardan oluşuyor.

Adadaki her Hindu evinin önünde bir “totem” var... Tabii, hepsi aynı değil, farklı farklı totemler... Ve hepsinin önünde “yiyecek” var... Kiminin önünde “meyve dilimleri”, kiminin önünde ise “yeşil ot”lar... Ama, daha çok “ot” konulmuş!..

İşte ben, bu “ot”lara bakıp; “O kadar fakirler ki, tanrılarının önüne ot atmışlar” dedim... Öyle ya; “zengin” olsalar, tanrılarının önüne; herhalde “börek-çörek” koyarlardı!..

BİR DE İNGİLİZCE BİLSEYDİ!

Bir yandan çaylarımızı yudumlarken, bir yandan da “forumun yankıları”nı öğrenmeye çalışıyoruz...

Ben, forumdaki “protest konuşma”nın diğer liderler tarafından nasıl karşılandığını öğrenmeye çalışırken, Milliyet’ten Derya Sazak; bu “derinlikli” konuşmanın; “Türkçe” değil de, “İngilizce” bile yapılsa, liderlerin “nüans”ları kavrayamayacağını söylüyor...

Başbakan, bunun üzerine; “Sonunda bana İngilizceyi de öğreteceksiniz” deyip, Enis Berberoğlu’na dönüyor;

“Sen ne dersin?”

Enis cevap vermeye fırsat bulamadan, ben espriyi patlatıyorum;

“İngilizce öğrenmeseniz de olur... İki kelime İngilizce ile (One minute) dünyayı salladınız... Bir de İngilizce bilseydiniz, Allah bilir neler olurdu.”

Beşir Atalay Bey yanımda oturuyordu... Bana dönüp, dedi ki;

“İyi bir tespitti.”

Yolculuk da dahil, “5 günlük seyahat”in Bali bölümünü burada noktalayalım, “Brunei” bölümünü de yarına bırakalım...



Kısaca Endonezya ve Bali

Oralara kadar gitmişken, Endonezya ve Bali’den bahsetmeden geçmek olmaz... Başkenti Cakarta olan Endonezya, “dünyanın en kalabalık Müslüman nüfusu”na sahip bir ülke...

Endonezya “248 milyon nüfus”a ev sahipliği yapıyor...

Bu nüfusun yüzde 85’i Müslüman... Yüzde 10’u Hıristiyan, yüzde 3’ü Budist ve Animist, yüzde 2’si de Hindu...

Etnik dağılım ise şöyle: Yüzde 60’ı Malay ve Java, yüzde 14’ü de Sunda kökenli...

Geri kalan yüzde 26’lık kesim ise Melanez, Çinli ve Aborijin...

Bali’ye gelince... “Müslüman Endonezya”nın, bu “Hindu Adası”, ismini “kültür ve turizm”le duyurmasına rağmen, “Bali”yi dünyaya tanıtan, 2002 yılında uğradığı “saldırı” olmuş; Kuta bölgesine düzenlenen bombalı saldırıda çoğu Avustralya vatandaşı 202 kişi ölmüş, yüzlerce kişi yaralanmış...

Bali, ekonomik yönden “turizme bağımlı” bir ada... Adanın kıyıları “otel”lerle çevrili ve parası olanlar kâh denizde, kâh havuzda dinleniyor... Ama adanın içleri, “bizim köylerden bile fakir” durumda...

Adada “meyve” bol... Balıkesir’de de meyvenin bol olmasından hareketle, Zaman’dan Mustafa Ünal, buranın adını “Bali-kesir” diye değiştirdi... Yalnız, burası “tropik ve nemli iklimi” ile Balıkesir’den çok çok farklı... Hele 30 derece sıcağa, bir de nem eklenince, durulacak gibi değil...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi