Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Açlık grevleri beklenen desteği bulamadı, çünkü!


Açlık grevleri beklenen desteği bulamadı, çünkü!


Her zaman söylerim; “ne söylediğiniz” kadar, “nerede durduğunuz” da önemlidir...

Zira, “fikir” ve “görüş”lerinizin oluşmasında, “durduğunuz yer” ve “baktığınız pencere”nin büyük rolü vardır.

Evet; 
“Söylediğiniz söz” kadar, “durduğunuz yer” de önemlidir...

Tabiî, bir şey daha var: “Ne söylediğiniz” kadar, “nasıl anlaşıldığınız” ve “nasıl sunulduğunuz” da önemlidir...

Siz, “deniz veya göl”ün üzerinden “yürüyerek” geçseniz, ertesi günkü gazetelerde “Adam yüzme bilmediği için, karşıya yürüyerek geçti” türünden haberler okuyabilirsiniz!..


Ya da;
“Ağzınızla kuş tutsanız” bile, sizi şöyle takdim edebilirler: 
“Ne çağdışı adam!..

Kuşu vuracak silahı olmadığı için, kuşu ağzıyla tuttu!”

AMAÇLARI ÜZÜM YEMEK DEĞİL!

Bu örnekleri verdim ki; 
“Açlık grevleri” olayına “kimin, nasıl baktığı” çok daha iyi anlaşılsın...

Efendim;
Malûmlarınız olduğu üzre, PKK’nın dikte ettiği, BDP’nin de destek verdiği “açlık grevi” eylemleri 66 gün önce başladı...


“Üç talep”leri vardı:
“Anadilde eğitim.”
“Anadilde savunma.”
“Apo’ya tecritin kaldırılması!”

“Hükümet”ten bu taleplerin yerine getirilmesini istiyorlardı... 


Hükümet de; Apo’nun, “avukatları” ile değil ama “aile fertleri” ile görüşebileceğini, bunda bir engel olmadığını belirterek, “tecrit uygulanmadığını” açıklıyordu..


“Anadilde savunma”ya gelince...

Elimde, Anadolu Ajansı’ndan 13 Kasım 2012 tarihinde ve saat 01.58’de geçen bir haber var...


“Anadilde savunma düzenlemesi TBMM’de” başlıklı haber özetle şöyle;
“Yasanın ‘tercüman bulundurulacak haller’ başlıklı maddesinde yapılan düzenlemeyle, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilen sanık, iddianamenin okunması, esas hakkında mütalaanın verilmesi üzerine sözlü savunmasını kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilecek...

Bu durumda sanık, savunma yapacağı oturumda tercümanını hazır bulundurmak zorunda olacak...

Bu imkan, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamayacak.

Bu imkan, soruşturma evresinde dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanacak...

Bu evrede tercüman, hakim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanacak.”
Gördüğünüz gibi;
“Açlık grevleri”ni sürdüren mahkûm ve tutukluların taleplerinden ikisi karşılanmış durumda...

Dolayısıyla, “açlık grevleri”nin sonlandırılması gerekmiyor mu?..

Sonlandırılmadığına göre;
Burada “üzüm yemek” gibi bir amaç yok...

Amaç, “bağcıyı dövmek!”

“PKK patentli, BDP destekli eylem”in amacı bu: “Hükümeti dövmek!”

YAPMA BE CENGİZ ÇANDAR!

Tabiî, “Hükümeti dövmek” isteyen sadece PKK’lılar ve BDP’liler değil...

Bir de, onlarla “ittifak” halinde görünen “yazar-çizer takımı” var.


Bunlardan biri de Cengiz Çandar...

Yıllardır kalem oynatan ve bu işlerin nasıl olduğunu gayet iyi bilmesi gereken Cengiz Çandar, Radikal’deki önceki günkü yazısında demiş ki;
“Eğer, ‘açlık grevleri’nin üç temel talebinden biri ‘anadilde savunma hakkı’ olmasaydı, bu günlerde Başbakan’ın söz etmesi için, yasa tasarısının Meclis’e sunulması için bir neden ya da bir işaret var mıydı?

Yoktu...

Konunun gündeme gelmesi ve Başbakan tarafından kabul edilmesi düpedüz, ‘açlık grevleri’nin etkisi ve Tayyip Erdoğan’ın bundan etkilenmesi sonucunda oldu.

Yani, demek ki, iş sadece bir ‘şantaj, blöf, şov’ değilmiş ki, Başbakan nazarı itibara alıyor, almak zorunda kalıyormuş.

Ama, Başbakan’ın ‘anadilde savunma hakkı’na ilişkin olarak ‘Onlar için değil, milletimiz, halkımız için yapıyoruz’ sözlerine ne demeli?
Geçiniz, demeli.

”
Gördüğünüz gibi; Cengiz Çandar gibi bir “aydın”ın bile göremediği, ya da görmek istemediği “kör nokta”lar var...


Çandar diyor ki;
“Eğer açlık grevleri olmasaydı, Başbakan ‘anadilde savunma’yı Meclis’e getirtmezdi!..

Demek ki, açlık grevleri Başbakan’ı da etkiledi!”
El insaf!..


Başbakan Erdoğan’ın; “anadilde savunma” ile ilgili “girişim”leri, bugünün eseri değil ki?..

Sormak lâzım Çandar’a;
“Başbakan, anadilde savunma meselesini, 30 Eylül’deki AK Parti Kongresi’nde açıklamadı mı?..

”
Biliyorsunuz;
30 Eylül’deki Kongre’de duyurulan “AK Parti’nin önümüzdeki dönem yapacağı reformlar”la ilgili haberler, 1 Ekim 2012 tarihli gazetelerde, şöyle yer almıştı;
“AK Parti, önümüzdeki dönem yapacağı reformları ‘2023 Siyasi Vizyonu’ başlığı altında 63 maddelik yol haritasında topladı...

Kongre öncesi ‘AK Parti’ amblemli zarflarla basın mensuplarına dağıtılan yol haritasında eğitimden siyasete, yargıdan AB sürecine birçok alanda hedefe yer verildi...

63 madde şöyle:”
Sayılan “63 madde”nin “20, 21 ve 22. sıra”sında deniliyordu ki;
“20- Mahkûm ve tutuklular eşleriyle birlikte olacak.
21- Anadilde savunma sorun olmaktan çıkacak.
22- Anadilde kamu hizmetlerine erişilebilecek.”
Gayet rahat anlaşılabileceği gibi;
AK Parti veya Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “anadilde savunma” ile ilgili girişimleri, “açlık grevlerinden sonra” değil, “açlık grevlerinden önce”dir!..

Peki, Cengiz Çandar bunu bilmez mi?..

1 Ekim tarihli gazetelerin 1. sayfalarında, hem de manşetten; at nalı büyüklüğünde harflerle verilen “Demokrasi Manifestosu” başlığını Cengiz Çandar görmedi mi?..


Gördüğüne göre, niye böyle “PKK veya BDP ağzıyla” yazı yazıyor?..


Bu, en azından, “ayıp” değil mi?..


BUNUN ADI ŞARK KURNAZLIĞI!

Başbakan Tayyip Erdoğan, 13 Kasım günü AK Parti Grubu’nda yaptığı konuşmada, sanıyorum bu “şark kurnazları”na gönderme yapıyor ve diyordu ki;
“2 ay önce, 12 Eylül’de Türkiye’nin çeşitli cezaevlerinde tutuklular, hükümlüler açlık grevi başlattılar.

Kandil’den gelen emirle açlık grevi yapıyorlar.

Hukuki yönden gündeme getirilebilecek bir konu; can üzerinden, kan üzerinden, hayat üzerinden Türkiye’ye dayatılmaya çalışılıyor.

Kandil’e laf söyleyemeyenler, eylemcilere çağrı yapamayanlar Hükümet’i köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar.


Bu eylemlerle gündeme getirilmek istenen konuları eylemlerden önce gündemimize almıştık.

AK Parti’nin getirdiği demokratik adımlardan rahatsız olan çevreler, hükümet taviz veriyormuş izlenimi bırakmak için bu tür eylemlere başvuruyorlar. 


Genel kongremizde açıkladığım reformları sanki kendi mücadelelerinin bir sonucuymuş gibi göstermeye çalışıyorlar.

Bizim bu şark kurnazlığına karnımız tok. 


Siyasi konuların zemini siyasettir.

Siyaset yapamayanlar başka yollara tevessül ederler.

Siyasetçinin işi açlık grevi yapmak, açlık grevi yapanlara arka çıkmak değildir.

Bu acziyettir.”
Mesaj gayet net ve açık...

Başbakan diyor ki;
“Eylemlerde gündeme getirilen talepleri, biz AK Parti Kongresi’nde zaten gündemimize almış ve bunları deklâre etmiştik.

”
Buna rağmen “açlık grevleri” yapıyorlar ki; Hükümet’in yaptığı veya yapacağı düzenlemeler, “açlık grevleri sonrasında” yapılmış gibi görülsün!..


Yani; Hükümet “taviz” vermiş, eylemciler de “zafer” kazanmış gibi görünsün!..

Vayy uyanıklar vay!..

İşte bunun adı, gerçekten de “şark kurnazlığı”dır ve Cengiz Çandar da maalesef bu “dolma”yı yutmuştur!..

EYLEMLER BAŞARISIZ, ÇÜNKÜ!

Cengiz Çandar gibiler; “PKK patentli, BDP destekli açlık grevleri”nde, Hükümet’i “taviz” veriyormuş gibi göstermek istese de; Etyen Mahçupyan gibi “entelektüel”ler, olaya çok daha “objektif” baktılar.

Etyen Mahçupyan; Zaman’daki önceki günkü yazısında özetle demiş ki;
“(...)

Dolayısıyla açlık grevleri esas olarak pasifist ve barışçı bir çaresizlik duruşunun sergilenerek insanların insanlığa davet edilmesidir...

Bu nedenle de direnişin gücü ve anlamı söz konusu siyasi hareketin bu eylemi nasıl taşıdığıyla doğrudan bağlantılıdır.

Eğer açlık grevlerini sürdürenlerin dahil olduğu örgüt hemen her gün insan öldürmeye, okul yakmaya, belirli bir bölgede asıl iktidarın kendisi olduğunu söylemeye devam ediyorsa, o açlık grevi de ‘kendisi’ olmaktan çıkar, toplum nezdinde araçsallaşır ve beklenen etkiyi yaratamaz.

Örneğin eğer açlık grevleri süresince PKK da ateşkes ilân etse ve Kürt meselesinin tüm gerilimini sembolik olarak bu direnişin omuzlarına bıraksaydı, şu anda çok farklı bir duyarlılık noktasında olurduk.

Çok muhtemelen dindar kesimden de geniş bir destek alınabilir, dünya kamuoyu ayağa kaldırılabilir ve hükümet de şimdiki savsaklama taktiğini sürdüremezdi...

”
Devam etmiş Mahçupyan;
“BDP-PKK çizgisi, gelinen noktadan siyaseten sorumludur!..

Siyasî meşruiyeti zayıf direnişler, daima reformları geciktirirler!..

BDP-PKK çizgisi de, açlık grevlerinin etkisiz olmasına yol açmış durumdadır...

Eğer Kürt siyaseti insanî bakıştan uzak duruyor ve açlık grevlerine girenleri korumak bir yana, öldürme eylemlerine devam ediyorsa, iktidarı eleştirmenin toplumsal bir etkisi olmaz!..

Direniş, haklı ve masum olsa da, onu destekleyen siyaset haklı ve meşru değil!..

Şiddet kullanmadan elde edilebilecek haklar şiddet üzerinden aranırsa, o hakların verilmemesini meşru kılan bir siyasi atmosferi kendi elinizle oluşturursunuz...

Başarısızlığın bedelinin insan hayatıyla ödenmesi ise; ne insanidir, ne de ahlâki!

EYLEMCİLER DÜRÜST DEĞİL

Dediğim gibi; “açlık grevi” eylemine Cengiz Çadar gibi “şaşı” bakanlar olduğu gibi, Etyen Mahçupyan gibi “objektif” bakanlar da var ve Etyen’in görüşü, toplumda daha fazla destek buluyor.


Bence de Etyen Mahçupyan, son derece haklıdır...

Öyle ya; PKK veya BDP, talep ettiği hakların yerine gelmesini samimi olarak istiyor ve “açlık grevleri”ni de bunun için başlattıysa, “şiddet eylemleri”ni niye devam ettiriyor?..


Hem saldıracaksın, hem de taleplerde bulunacaksın!..

Söyleyin, bu yoğurdun bolluğu nerede?..

Şunu herkes bilmeli;
“PKK saldırıları” devam ettiği sürece, “açlık grevleri”ne yatanlar “ölse” ya da “PKK tarafından öldürülse” bile, “beklenen desteği” bulamayacaklardır.

Çünkü, “dürüst” değillerdir!..

Bu milletin de “şark kurnazlığı”na karnı toktur!..


Bilsinler ki, onları kimse umursamıyor...

Hesaplar mı dönüyor?

Hani bir sözümüz var ya; 
“Keser döner sap döner, bir gün hesap döner!”...

Son gelişmeler, acaba “hesabın döndüğünü” mü gösteriyor?..

Biliyorsunuz; “evlilik dışı” ilişkisinin ortaya çıkmasıyla; “çuvalcı general” olarak da bilinen CIA Başkanı Petraeus’u “istifa”ya götüren süreç, Afganistan’a kadar uzanmıştı...

FBI’ya gönderdiği elektronik postayla “Petraeus’un kirli çamaşırları”nı deşifre eden Jill Kelly adlı kadının da Afganistan’daki Barış Gücü’nün, yani ISAF’ın komutanı John R. Allen’la ilişkisi varmış, iyi mi?..

Yani; al birini, vur ötekine!..

Bu olayda ilginç olan şu: Malûm, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton; Oval Ofis’e kadar sızan Monica Lewinsky ile yaşadığı “cinsel fantezi”ler sonunda hayli yıpranmış, itibar kaybetmiş ve zor durumlara düşmüştü...

Sonradan ortaya çıkmıştı ki; Monica Lewinsky adlı kadın; hem bir “Musevi”, hem de bir “MOSSAD elemanı”dır!..


Şimdiki “cinsel ilişki”lerin “erkek” taraflarının “Musevi” olması ise; Obama ile başlayan süreçte; “Neocon”ların pek de etkili olamadığının bir göstergesi olsa gerek...


İşin özü şu: Dün “Musevi kadınlar” iş bitiriyordu, bugün ise işi bitirilen erkekler, birer Musevi!..

Nasıl yorumlasak acaba?..

Yoksa, “hesap”lar mı dönüyor?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi