Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Muhteşem Yüzyıl’a eleştiriler... Atatürk’ün yatak sahnesi niye yok?

Muhteşem Yüzyıl’a eleştiriler... Atatürk’ün yatak sahnesi niye yok?

Başbakan Tayyip Erdoğan; İspanya’ya gitmeden önce yine “bomba”yı kucağımıza bıraktı gitti... Şimdi herkes tartışıyor, herkes görüş açıklıyor.


Malûm; Kütahya’da havaalanı açılışı esnasında şunu demişti Başbakan;

“Ecdadımızın at sırtında gittiği her yere biz de gideriz, her yerle biz de ilgileniriz ama bunlar televizyon ekranındaki ecdadımızı zannediyorum o ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisindeki gibi tanıyor.

Bizim öyle bir ecdadımız yok.

Biz öyle bir Kanuni tanımadık.

Biz öyle bir Sultan Süleyman tanımadık. Onun ömrünün 30 yılı at sırtında geçti. Sarayda, o gördüğünüz dizilerdeki gibi geçmedi.

Bunu çok iyi bilmeniz, anlamamız lazım.

Ve ben o dizilerin yönetmenlerini de, o televizyonun sahiplerini de milletimizin huzurunda kınıyorum.

Ve bu konuda da ilgilileri uyarmamıza rağmen, yargının da gerekli kararı vermesini bekliyorum.”

Şimdi, bu sözler tartışılıyor.

MHP’li Özcan Yeniçeri gibi “milliyetçilik” iddiasındaki tipler; “Sırf Başbakan Erdoğan’a muhalefet etmek” için, “Bu film her yönüyle yanlıştır ama, sonuç itibariyle bir filmdir... Kültür ve sanatın yanlış yapma özgürlüğü vardır” deseler de; “Muhteşem Yüzyıl”da sergilenen “tarih katliamı”na ateş püskürenler çoğunlukta...

TUDORS’TAN AŞIRMA!

Aslını söylemek gerekirse;

Muhteşem Yüzyıl’a, “yerli” bir dizi gözüyle bakıp da eleştirmek, son derece yanlış... Çünkü Muhteşem Yüzyıl, her şeyden önce “yerli” değildir, “Türk” değildir...

Muhteşem Yüzyıl, “İngiltere’den aşırma” bir dizidir, yani hem “hırsızlama”dır, hem de “çakma”dır!..

Evet, evet;

Bu dizi, bir “İngiliz dizisi” olan “Tudors”un çakmasıdır... Kaldı ki; Tudors bile, gösterilmeye başlanmadan önce Kraliçe Elizabeth’ten “izin” alınmıştır!..

Tartışmaların zirveye çıktığı geçen yıl bugünlerde, şunlar yazılmıştı:

“İngiltere Krallığı’nın en kritik döneminde, 1500’lü yıllarda krallık yapan 8’inci Henry’nin hayatının anlatıldığı yabancı dizi ile Muhteşem Yüzyıl adlı yerli dizinin; konu başta olmak üzere, çekim teknikleri, görüntü açıları, animasyonlar ve savaş sahneleriyle bire bir aynı olduğu ortaya çıktı.

İngiltere ve Kanada ortak yapımı olan ve 4 sezon yayınlanan Tudors dizisinde İngiltere Kralı 8’inci Henry’nin hayatı, yaptığı altı evlilik ve kiliseye yönelik yaptığı reformlar ile çalkantılı dönem ele alınıyor. Yerli dizi olan Muhteşem Yüzyıl’da da Kanuni Sultan Süleyman’ın hayatı aynı şekilde ele alınarak çekiliyor.”

Dahasını da söyleyelim;

Tudors ile Muhteşem Yüzyıl o kadar “aynısının tıpkısı” imiş ki; “tanıtım afişleri” bile bire bir örtüşüyormuş iyi mi?..

ÖMRÜ “CİHAT”LA GEÇTİ

Hepsi bir yana da;

“Kanuni Sultan Süleyman 26 yaşında tahta çıktı... 46 yıl boyunca padişahlık yaptı. Ama öyle dizide sergilendiği gibi bir hayat sürmedi... Aksine ömrünün sadece 2.5 yılını sarayda geçirebildi.

Kanuni Sultan Süleyman’ın, filmdeki gibi, öyle hareme girecek çok vakti de olmadı... 2.5 yıllık saray hayatında hareme girmesi haftada iki defaydı. Tabii o dönem harem diye adlandırılan yer eşi, kardeşleri, çocuklarının yaşadığı eviydi.”

İşte böyle; ömrünü “cihat”la geçirmiş, “at” sırtından inmeyen bir adam, bugün “avrat”ların üzerinden inmiyor gibi gösterilirse, ben, bunda “sinsi emeller” ararım!..

Böyle bir “dizi”yi de, hiç kimse bana “yerli” diye yutturmaya kalkmasın!..

Bu dizide oynayan aktör ve aktrisler “yerli” olsa da, “senaryo”yu yazan kafa kesinlikle “yabancı”dır!..

“Osmanlı’ya yabancı”dır, “Kanuni Sultan Süleyman’a yabancı”dır... Eğer Osmanlı’yı veya Kanuni’yi tanısalardı, hayatı “cihat” ve “at”la geçen bir padişahı, kalkıp da “avrat” üstünden inmeyen bir uçkur düşkünü göstermezlerdi.

OSMANLI’YI BÜYÜTTÜ

Peki, kimdir Kanuni?..

Osmanlı İmparatorluğu’nun onuncu padişahı ve 89. İslam halifesi... Batı’da Muhteşem Süleyman, Doğu’da ise adaletli yönetimine atfen Kanunî Sultan Süleyman olarak da bilinmektedir... 1520’den 1566’daki ölümüne kadar, yaklaşık 46 yıl boyunca padişahlık yapan ve toplamda 13 sefere çıkan Kanuni Sultan Süleyman, devletin hem en uzun süre görev yapan hem de en çok sefere çıkan padişahıdır.

Sultan Süleyman 1520 yılında, babası I. Selim’in vefatının ardından tahta çıktı... Batı’da Belgrad, Rodos, Boğdan ve Macaristan’ın büyük kısmını imparatorluk topraklarına kattı... 1529 yılında Viyana’yı kuşatsa da çeşitli sebeplerden ötürü bu kuşatma başarısızlıkla sonuçlandı. Doğu’da, Safevilerle yapılan savaşlar sonrasında Ortadoğu’nun büyük kısmını ele geçirdi. Afrika’da imparatorluğun sınırları Cezayir’e kadar uzanırken; Osmanlı donanması ise Akdeniz’den Kızıldeniz’e kadar olan sularda hakimiyet kurmuştu I. Selim’den 6 milyon 557 bin kilometrekare olarak devraldığı Osmanlı İmparatorluğu’nu, padişahlığı döneminde 14 milyon 893 bin kilometrekareye ulaştırdı... Zigetvar Muharebesi’nin sonlanmasından yaklaşık bir gün önce, 6 Eylül 1566 tarihinde hayatını kaybetti ve yerine oğlu II. Selim geçti...

Şu hâle bakın;

“Son nefesini bile düşmanla savaşarak vermiş” bir adam, “Harem”den çıkmayan ve “oynaş” peşinde koşan bir adam olarak gösteriliyor ki; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi; “Bizim böyle bir ecdadımız yok... Biz, böyle bir Kanuni, biz böyle bir Sultan Süleyman tanımadık.”

Bizim tanıdığımız Kanuni’nin ömrü “avrat üstünde” değil, “at sırtında” ve “cihat”la geçti... Yoksa Osmanlı toprakları “14 milyon küsur kilometrekare”ye çıkabilir miydi?..

Kanuni’nin ömrü;

“Harem” ve “Hürrem” arasında geçmiş olsaydı, Akdeniz, bir “Türk gölü” haline gelir miydi?..

Ama, bunu kime söylüyorum ki;

“İngiliz dizisi Tudors’tan aşırma” bir senaryo yazan adam ve madamlardan ne beklenir ki?.. Kaynağı “yabancı” bir diziden, hiç “yerli” olması beklenir mi?..

“MUSTAFA” İÇİN LİNÇ!

Gelelim, “madalyonun öteki yüzü”ne...

Herhalde hatırlarsınız...

Can Dündar’ın, Atatürk’ü anlattığı “Mustafa” isimli belgesel filmi 2008 yılında sinemalarda gösterilmeye başlanınca; neredeyse gök kubbeyi Can Dündar’ın başına yıkmışlardı... Resmen “yargısız infaz”a maruz kalmış, adeta “linç” edilmişti...

“Vayyy... Sen misin bu filmi yapan?” deyip, Can Dündar’a saldırıyorlardı... Öyle “organize bir saldırı”ydı ki; film hakkında; “sadece 1 haftada 300 haber ve yorum” çıkmıştı... Çoğu da aleyhteydi...

Özetle dedikleri şuydu;

“Atatürk iş yapmayan, yalnız rakı içen, her akşam bir büyük rakı deviren adam olarak gösterilmiş ki, bu doğru değil... Can Dündar, Atatürk’e ‘Mustafa’ demiş... Sen kimsin de Atatürk’e ‘Mustafa’ diyorsun?.. Babanın oğluna mı sesleniyorsun?.. Bu, bir saygısızlıktır...

Atatürk’ün sofrası, içki içilen, birisinin ud çaldığı, coşku bulunmayan, başarısız olmuş, bıkmış, umutsuz, yalnız ve yaşlı bir adamın sofrası olarak lanse ediliyor... Atatürk günde bir büyük rakı içen birisi olarak gösterilmiş. Zaafları olabilir. Ancak Atatürk gibi bir adamın sofrası bu resim olamaz.”

Şimdi sormak gerekmez mi;

Atatürk’e böylesine sahip çıkılırken, dahası Can Dündar’a “soruşturma” açılırken, Kanuni’ye niye sahip çıkılmıyor?..

Kaldı ki;

Atatürk’ün, “sigara” veya “içki” içerken gösterilmesine bile tahammül edemeyenler, Kanuni’yi “Harem”den çıkarmayan ve hep “avrat”larla beraber gösteren “senarist”lere niye gıklarını çıkarmıyorlar acaba?..

ATATÜRK DE BÖYLE GÖSTERİLSE!

Tarihçi Mustafa Armağan, işte bu “çelişki”ye dikkat çekip, diyor ki;

“Muhteşem Yüzyıl, madem sadece bir dizi filmdir, o halde Atatürk’le ilgili filmlerde neden hiç yatak sahnesi gösterilmiyor?”

Devam ediyor Mustafa Armağan;

“Atatürk’ü Koruma Kanunu var. Dizide yapılanlar karşısında, biz de Kanuni’yi, Fatih’i, Yavuz’u da koruma kanunu çıkarılması gerektiğini mi savunalım?.. Atatürk’ü, Koruma Kanunu’yla koruma altına aldık... Tarihimizdeki diğer büyük şahsiyetleri de koruma altına alalım. Aynı haktan onlar da faydalansınlar...”

“Atatürk’e yapılmayanlar, Osmanlı padişahlarına yapılıyor... Muhteşem Yüzyıl dizisinde gösterilen Kanuni’nin yatak sahnesi Atatürk için gösterilmiyor... Atatürk hakkında onlarca film çekildi, hiç birinde Muhteşem Yüzyıl dizisindeki gibi yatak sahneleri yoktu. Atatürk’ün Latife Hanım’la yatak sahnesini izleyebiliyor muyuz ekranlarda? Atatürk’ü koruyorsak, Kanuni’yi de korumamız gerekiyor. İkisi de Türk tarihinin önemli şahsiyetleridir...”

Mustafa Armağan’a hak vermemek mümkün değil... Öyle ya; Atatürk “korunuyor” ise Kanuni de korunmalıdır!..

Ya da;

Bu “müptezelliğe” bir an önce son verilmeli ve bu dizi yayından kaldırılmalıdır... Aksi halde, yarın bir “sivri akıllı” çıkar ve Atatürk’ü de “yatak sahneleri”yle gündeme getirebilir.

BİZ DE SUÇLUYUZ!

Toparlayacak olursak;

Gerek “magazin dünyası”nda yaşanan “müptezellik”ler, gerek ekranlarda yayınlanan “dizi film”ler, sadece “para ve şöhret” için yapılmıyor.

Bu “yaşantı”lar ve “dizi”lerle “sinsi bir amaç” güdülüyor ve toplum “dönüştürülmeye” çalışılıyor.

Bizler de, maalesef “kerizlik”lerimizle, “ahmaklık” ve “aptallık”larımızla bunlara “çanak” tutuyoruz!..

Bir yandan “Ahlâksızlık, çirkeflik, kepazelik, müptezellik” diye bağırıyor ama bir yandan da bunları seyredip, “dizi manyağı”na dönüyoruz!..

Daha ne diyeyim;

Aptallığımıza doymayalım!..

Bilmem, anlatabildim mi?!?..





Yargıtay’ın kararı ve Muharrem İnce!



25 Kasım Pazar günü gazetelerde yer alan haberlere göre; Bartın’da İsmail C. adlı biri, yolda takip ettiği bir kıza; “Beni bu numaradan ararsın” yazılı bir kâğıt vermiş... Kız, kâğıtla savcılığa gidip, şikâyetçi olmuş... Yerel mahkeme demiş ki; “İsmail C. suçsuzdur.”

İş Yargıtay’a intikal etmiş... Yargıtay, bir kadına; “Beni bu numaradan ararsın” yazan bir kâğıt vermenin “sırnaşma”ya ve “cinsel taciz”e girdiğine hükmedip, yerel mahkemenin kararını bozmuş...

Şimdi... “Beni bu numaradan ararsın” yazılı bir kâğıt vermek “sırnaşmak” ve “cinsel taciz” oluyorsa, Muharrem İnce’nin, telefonla mesaj gönderip, “Abazayım gel” demesi acaba “daha ağır bir cinsel taciz” değil midir?..

Muharrem İnce, “tacizi kabul edip, özür dilemek” yerine, hâlâ diyor ki; “Bana taciz suçlaması yapan Fatma B. adlı kadın, AKP’nin sandık görevlisidir!”

Kadın da diyor ki; “Ben aileden CHP’liyim... Üye numaram da, ANK484014235371’dir!” Kadının “CHP üyeliği” ortaya çıkınca, Muharrem İnce, tekrar başa dönüp demiş ki; “Dokunulmazlığımı kaldırın!”

Yahu, bırak “dokunulmazlığının kaldırılmasını” istemeyi de; önce Fatma B.’den, sonra da İklim Bayraktar’dan bir “özür” dile...

Ne yani, dokunulmazlığın kaldırılsa, yargılansan ve aklansan, “tacizci” damgasından kurtulacak mısın?.. Adın çıkmış “tacizci”ye, inmez sekize!.. “Özür” dile de, kurtul şu işten!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi