Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Susurluk’tan geçerken Ergenekon’u düşündüm!

Susurluk’tan geçerken Ergenekon’u düşündüm!

Bilenler bilir... İstanbul’dan yola çıkıp, Bursa istikametinden Balıkesir, İzmir, Manisa veya Salihli’ye doğru gelinirken Susurluk’tan geçilir... Her Susurluk’tan geçişimde o meşhur kazayı hatırlar ve gözlerimin önüne o günlerde koparılan kızılca kıyametler gelir... Ne günlerdi onlar... Ellerine meşale alanlar sokağa fırlıyor ve “Susurluk Derin Devleti’nin bulunup çökertilmesini” istiyordu... İnsanlar da, Av. Engin Cinmen’in öncülüğünde, “ışık yakıp söndürüyor”du... Ağızlardaki slogan, “sürekli aydınlık için bir dakika karanlık”tı... Yani, “bir dakika karanlık” karşılığında “Susurluk’un aydınlatılmasını” istiyorlardı... O zamanlar katıldığım bir televizyon programında, bu eylemin “sosyetik bir eylem” olduğunu söylemiştim de, katılımcıların çoğu, “Sen Susurluk’un aydınlatılmasına karşı mısın?... Ne biçim aydınsın sen?” diye saldırgan ifadelerle üzerime gelmişlerdi...
Aradan yıllar geçti... Birkaç gün önce Susurluk’tan geçerken, hem o günleri hatırladım, hem de aynı kişilerin bugünkü duyarsızlık ve aymazlığını... Oysa, Susurluk’ta meydana gelen kazada, “Derin devletin kamyonla çarpışması”na ve daha o anda “deşifre” olmalarına şahit olmuştuk... çünkü, Mercedes’in içinde kimlerin bulunduğu, daha kazanın üzerinden 15 dakika geçmeden, bütün Türkiye tarafından öğrenilmişti... Otomobildeki kişileri ve bağlantılarını deşifre eden de; bugün Ergenekon’dan tutuklu bulunan İP Genel Başkanı Doğu Perinçek’ten başkası değildi.

DERİN’İN DE BİR DERİNİ VAR!
O zamanlar, şöyle düşünmüştüm:
“Demek ki, Derin Devlet’in de derini var!”
Susurluk’tan geçerken, bütün bunlar yeniden canlandı gözlerimin önünde... Hele “kaza mahalli”nden geçerken; o günlerde yazılanlar ve söylenenler bir şerit gibi geçti gözlerimin önünden... Erbakan Hoca’nın, Susurluk için söylediği “fasa-fiso” ifadesi ile dalga geçenler, dahası; bu sözünden dolayı Erbakan Hoca’nın üzerine yürüyüp, bir kaşık suda boğmak isteyenler, şimdi ne kadar “komik” ve “acınacak” durumda, görüyorsunuz...
Onlar da, Ergenekon Terör örgütü için “fasa-fiso” diyorlar.
“Hurafe” diyorlar, “masal” diyorlar.
Hatta ve hatta, “Böyle bir örgüt yok” diyorlar.
Tabii, hiç kimsenin ağzı torba değil... Bu yüzden kimsenin ağzını büzemeyiz... çünkü, bu ülke “ağzı olan herkesin özgürce konuşabildiği” bir ülke...
Bu ülkede “saçmalama özgürlüğü” bile var.
Ki, saçmalama özgürlüklerini sonuna kadar kullanmak isteyen bazıları; Susurluk için “arslan” kesilirlerken, Ergenekon için “süt dökmüş kedi”den farksızlar.
Haaa, bazılarının “Ergenekon’un avukatlığı”na, bazılarının da “Ergenekon’un sözcülüğü”ne soyunduklarını zaten biliyorsunuz.

KİM, KİME MİSİLLEME YAPTI?
Evet, biliyoruz da; şu mantığa bir türlü akıl erdiremiyoruz:
“Ergenekon’a yönelik operasyonlar, AK Parti’nin kapatılması davasına bir misillemedir... Eğer AK Parti hakkında kapatma davası açılmamış olsaydı, Ergenekon’a yönelik operasyon da başlatılmamış olacaktı... Bu bir intikam operasyonudur!..”
Bunun böyle olmadığını, eğer bir “misilleme”den söz edilecekse, “bunun tam tersinin geçerli olduğunu” çeşitli yazılarımızda dile getirdik.
öyle ya;
Ergenekon çetesine yönelik operasyon “daha önce” başladı... AK Parti hakkındaki kapatma davası ise “daha sonra” açıldı...
İşin tuhaf tarafı;
Bu davaya 28 Temmuz’da bakacak olan Anayasa Mahkemesi üyelerinin çoğu, “ihsas-ı rey” eylemiş durumda... Yani, “kimin hangi yönde oy vereceğini” az çok biliyoruz...
DSP’de politika yapmış olan Serruh Kaleli’nin, AK parti aleyhtarı Turhan çömez ile “gizli görüşmeler” yapan Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Ali Osman Paksüt’ün... Kısacası, Anayasa Mahkemesi üyeliklerine “militan bir laik” bilinciyle atamalar yapan A. N. Sezer imzalı atamalarla işbaşına getirilen üyelerin, hangi yönde oy vereceklerini hemen herkes biliyor...
Gerçek bu iken, bir “misilleme”den söz edenler, “misilleme”nin kimin tarafından ve nasıl yapıldığına bir baksınlar!..

DİYARBAKIR’I VURMA PLANI
Şimdi daha iyi anlıyoruz ki, bu “hedef saptırma”ya yeltenenler ile Ergenekon’cular arasında gizli veya açık bir ilişki, gizli veya açık bir bağlantı vardır... Dolayısıyla da, “Ergenekon’un gizli kalması” için gayret etmektedirler.
Gelin, görün ki:
Birçok ilişkinin açığa çıkıp, “deşifre” olmasından ve birçok maskenin düşmesinden sonra, mızraklar çuvala sığmaz oldu...
Hadi, biz buna “mızrak” değil de, “ok” diyelim.
“Ok”lar da çuvala sığmaz oldu.
Alın işte... Diyarbakır Söz Gazetesi Sahibi ve aynı zamanda ünlü bir işadamı olan Mehmet Ali Altındağ’ın dünkü Vakit’te yer alan açıklamaları, insanın tüylerini diken diken edecek derecede korkunç ve ürpertici açıklamalar...
Dünkü Vakit’in manşetinde de okuduğunuz gibi; Diyarbakırlı işadamı Mehmet Ali Altındağ, “İstihbarat kaynaklarından bana ulaşan kesin bilgi” diyor ve ekliyor:
“Ergenekoncular, Diyarbakır’ı kana bulayacaklardı... Tarih 9 Haziran 2007... Cumhuriyet mitinglerinin hemen ardından; ulusalcı dernekler, bu defa, liderleri Ergenekon’dan tutuklanan İP’lilerin çağrısı ile bir araya gelerek Diyarbakır’da bir miting düzenlemişlerdi.. İşte bu mitingte; ellerinde Türk bayrakları taşıyan mitingçilere saldırı düzenlenecek, daha sonra da bütün Diyarbakır kana bulanacaktı.... Bereket ki, istihbarat birimleri, böyle bir saldırı düzenleneceği bilgisini önceden aldılar da, bu kanlı provokasyonu önlediler.”
İşadamı Mehmet Ali Altındağ’ın verdiği bu bilgiyi önemsiyorum... Evet, önemsiyorum, çünkü benim kulağıma da böyle bir bilgi ulaşmıştı... Ancak, bana ulaşan bilgi, “mitingçilerin üzerine saldırılacağı” şeklinde değil, “Diyarbakır’ın havadan bombalanacağı” şeklindeydi... Bana bu bilgiyi aktaran kişi; “Lamı-cimi yok, taş üstünde taş bırakmayacaklar” diyordu...
Onun bu sözlerini önemli kılan şey, “daha birkaç gün önce; aralarında emekli subayların da bulunduğu bir toplantıdan sonra” söylenmiş olmasıydı...
Diyeceksiniz ki;
“Madem böyle bir duyum aldın, niye gereğini yapmadın?”
Hayır, gereğini yaptım... O günlerdeki bir yazımda, “böyle bir korkunç plan”ın varlığından söz ettim... Tabii üstü kapalı olarak... Zira, elimde evet “bilgi” vardı, ama “belge” yoktu.
Kaldı ki, o zamanlar “Ergenekon” denilen yapılanma da, bu kadar gündemde değildi...
Ama, şimdi anlıyorum ki;
“Diyarbakır’ı havadan bombalamayı” düşünecek kadar “psikopat” olan bu kafa, belki de o günlerde gerçekleştiremediği katliamı, daha sonraya bırakmış...
Kim, ne derse desin... Bunlar, “korkunç eylemler”dir ve “normal bir insan” bu işlere kalkışmaz... Böylesine “kanlı provokasyonlar” gerçekleştirebilmek için, herhalde “psikopat” olmak lazım...
“Ergenekon avukatlığı”na soyunanlar, aslında bu “psikopat kafa”lara sahip çıkıyor, onların avukatlığını yapıyorlar!..

ERGENEKON OKYANUS... SUSURLUK DAMLA!
İşin tuhaf tarafı; Ergenekon’un avukatlığı ve sözcülüğüne soyunanlar, “Ergenekon diye bir örgüt yok... Bunlar masal ve efsanedir!” derlerken, şu anda Ergenekon çetesi içinde yer aldığı gerekçesiyle tutuklu bulunan emekli Org. Hurşit Tolon, “Eğer Ergenekon bir okyanus ise, ben bu okyanus içinde bir su damlası bile değilim!:”
Efeniiiimmm.. Ne buyurdunuz?!?..
Hani Ergenekon diye bir örgüt, Ergenekon diye bir çete yoktu... Bırakın var oluşunu, Hurşit Tolon, dahasını söylüyor:
“Ergenekon’a baş arıyorlardı... Beni monte ettiler!”
Ergenekon avukatlığına soyunanların bundan böyle ne diyeceklerini şimdi daha çok merak ediyorum...
Acaba, şimdi de “Ergenekon bir masal” diyecekler mi?..
Hayır; ne masal, ne efsane!..
Emekli Org. Hurşit Tolon’un da ifade ettiği gibi, Ergenekon bir “okyanus”tur!..
“Susurluk” ise;
“Ergenekon’da bir su damlası!”
“Su damlası” ile mücadele edenler, her ne hikmetse Ergenekon’da kulaç atmaya yanaşmıyor... Bu da onların ne kadar “demokrat” ve ne kadar “özgürlükçü” olduklarını göstermeye herhalde yeterlidir...
Ve de ne kadar “ikiyüzlü” olduklarını!..
Susurluk’tan geçerken, işte bunları düşündüm...
--------------------------
Adil Serdar Saçan konuşmalıdır!
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nin eski müdürlerinden olan Adil Serdar Saçan, bana göre de “çok şey bilen” adamlardan biri... Adının “Ergenekon Terör örgütü soruşturması”nda geçmesinden dolayı son derece rahatsız olmuş ve Fatih Savcılığı’na müracaatta bulunarak, “Hakkımda soruşturma açın” demiş..
Bence de bu soruşturma açılmalı ve Saçan’ın bildikleri ortaya çıkarılmalı... Fethullah Hocaefendi ile niye bu kadar uğraştığı... Veli Küçük’ün evinde bulunan belgeleri “rüşvet ve şantaj”la kapatıp kapatmadığı ve dolayısıyla soruşturmayı engelleyip engellemediği... Kahve içme bahanesiyle Emniyet’e çağırdığı Tuncay Güney’e işkence yapıp yapmadığı... En önemlisi de, “Tuncay Güney’in evindeki altı çuval belge”den haberdar olup olmadığı gözler önüne serilmeli.
Ancak, bütün bunlar yapılırken, “rica”sı yerine getirilmeli ve “Adil Serdar Saçan’ın otomobilinin plakası” deşifre edilmemeli... çünkü, başına bir “kaza”(!) gelebilir... Tıpkı, daha önce de geldiği gibi!..
Evet, evet; Adil Serdar Saçan’ın “konuşma zamanı” geldi de, geçiyor bile... Adil Serdar Saçan, başına yeni bir “kaza”(!) gelmeden konuşmalı ve eğer varsa elindeki “belge”leri açıklamalı ki, “bilgi kirliliği”nden kurtulup, gerçek bilgi ve belgeler üzerinden yazı yazmaya başlayabilelim!..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi