Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Akademik Yazı mı, İlaç Prospektüsü mü?

Akademik Yazı mı, İlaç Prospektüsü mü?

 

Akademik yazılar, “it yese kudurur” cinsinden âdi yazının en kötüsü ve sevimsiz olanıdır. İçinde bol miktarda “loji”, “lojik”, “sel”, “sal” ile biten isim, sıfat, fiil, kavram ve yabancı terimlerle sıkıştırılmış zarf ve mazrufuyla okuyanı hasta eden yazılardır. Bu tür yazılara yazı demek yazıya hakarettir. 
 
      OKUYANI ÖLDÜREN İLAÇ PROSPEKTÜSÜ GİBİ YAZI
 
      Akademik yazılar, baldıran zehiri gibi daha ikinci cümleye gelmeden okuyanı öldüren ilaç prospektüslerine benzer. Okuyup anlamak için saçınızı başınızı yolmanız ve sinirlerinizi bir hayli yıpratmanız gerekecektir. 
 
      Batı’dan ithal edilen sözde bu “bilimsel” yazı türü, insanın dimağını, idrakini ve zekâsını bozmaya memur modern bir zihin işkencecisidir. İyi yazının kaidelerinden nasibini almayan, hurufat ve rakamlarla meydana getirilmiş bir işkence âletidir.
 
      Milletlerarası alınıp satılan, dili ve yazı geleneği cihetinden “millî” olmayan, sadece akademisyen ve aydınlarca kullanılan yazı türüdür. Millete aidiyeti ve şahsiyeti yoktur. Tarz, üslûp ve diliyle millîleşmedikçe üniversitelerdeki kamyonlar dolusu akademik yazılar hiçbir derde deva olmayan kağıt yığınları olarak kalacaktır.
 
     Okuyucunun düşmanı olan akademik yazılar, “bilim”de olduğu gibi meslekî yazı tarzında da sömürgeleşmenin alâmetidir. Okuyan tarafından severek, tat alarak okunan yazılar değildir. Avrupa’nın icat ettiği Frankeşntayn’e benzeyen bu ucube yazı tarzı Cumhuriyet’ten bu yana şahsiyetini ve aidiyetini kaybeden üniversite âllâmelerinin eline tutuşturulan zihin köleliğinin beratıdır. 
 
      AKADEMİK YAZI, ZEHİRLEYİCİ ECZA METİNLERİNE BENZER
 
      Şimdi sıkı durun. Akademik bir yazının eşkâlini ve deruhte ettiği dehşetengiz hususiyetlerini târif eden satırlarımızı sabr-ı cemil ile okumaya çalışın.
 
      Akademik yazılar, aynen ilaç prospektüsünde olduğu gibi önce “Konunun Formülü” diye başlar. Batılı falan bilim adamının şu kitabı, şu dipnotu, şu makâlesi, şu sözü dedikten sonra, kimya ve fizik terimlerini hiç alâkası olmayan sosyal bir yazının terimleriymiş gibi kullanılarak yapılan uzun bir girizgâhla okuyanı daha baştan mânasızlığın girdabına çeker ve dimağını allak bullak eder. Verilen bu “Formel bilgilerin” bir çoğu ecnebî ıstılah ve kelimeler yığınıdır. Allah için bir tane Türkçe terim, kavram ve dipnot bulamazsınız. 
 
      Ardından “Konunun Farmakolojik Özellikleri”ne geçilir ki, dinleyenin ve okuyanın hiçbir işine yaramayacak terim, iktibas, rakam ve sonu “lojik”lerle biten ucube kavram ve ifade kalıpları peş peşe akmaya başlar. 
 
     Ecnebî ve sözde yerli iktibasları, ince köşeli, kalın köşeli ve hilâl biçimindeki çeşit çeşit parantezler ve tırnaklar içine hapsedilmiş bir şekilde okursunuz. Okuduklarınız yazı cümlesi midir, yoksa tel örgüler içinde tutuklu hurufat yığınları mıdır, anlayamazsınız. Cümlelerin, çeşitli aç-kap parantezleri içinde hapis olması ve pasajların bol miktarda rakamlarla doldurulmasıyla matematik sayfasını andıran akademik yazının bu bölümünde okuma zevkine erişmeden kafanız bulanmaya başlar. Devamında bol miktarda ne işe yarayacağı bilinmeyen Batı dillerinden acayip kelimelerin ortalığı kasıp kavurduğu bir metin ortamıyla karşılarsınız ki, deli olmanıza yeter de artar da. 
 
       “Konunun Farmakolojik Özellikleri”ni yabana atmayın. Akademik yazının, okuyucunun ilk baştan dimağını karıştırıcılığı ve yazıdan nefret ettiriciliği bu kısımda başlar. Umumiyetle cümleler ve ifade çeşitleri şöyledir: Sosyolojik akıntılar, protesom temel etki mekanizması içinde apriori ve inorganik bir deltaya dönüşür ve yeni bir yapısallaşmaya atak yapar. Toplumsalın ekinsel antropolojik yapısallığı evrimsellik geçirerek çağdaş protesom ve yaşama alanları açar. Protesom toplumsal yapısalcılığın etkisi Nöronal etkilerle buluşarak, hipo-klan toplumsal yapısalcılığından kurtulmuş olur.  
 
      Sonra, “Konunun Endikasyonları ve Kontrendikasyonları”na geçilir. Bu bölümde de ifade kalıplarının Türkçe yazı ve cümle örgüsünden naipsiz olduğunu görürsünüz. Şöyle başlayan daha ilk paragrafta idrakiniz rahatsızlaşmaya, başınız dönmeye başlar: Toplumsalın yapısallığı ensel ve boysal olarak eşgüdümsel bir paralelizm içinde nominal ve anominal eşleşmeden ayrılarak yeni bir düzlemselliğe oturur. Toplumsalın belleği ve ruhsalı protesom etkileşimle trombasit agretoplumsallığı yenerek çağdaş yaşamsal ölçütler kazanır. Miyoklonuslu sosyolojiksel özellikler taşıyan toplumsallar, klansal özelliklerini atmak için protesom formososyolojik aşamalarını tamamlaması gerek. Bu aşamaları gerçekleştiremediğinde toplumsal plasenteleri ve eritrosif genetikleri yeniden baş gösterir.  
 
       “Konunun Formasotik” kısmı da aklınızın karışmasına ve yazıdan nefretinizin artmasına “katkıda” bulunacak kuvvettedir: Toplumsalın yapısallığını inorganikten aorganiğe evrimselleştirmek için akut oranda çağdaş metro-toplumsal kültürselleşme trendine girmesi gerek.  
 
      “Konunun Dozaj Şekli” ve “Konunun Üretim Yeri”ni okurken de aklınıza mukayyet olmanız gerek: Toplumsallığı akut ve anlamsal oranda kazanmak için intersosyolojik yap ısallığı dikey ve yatay enlemde ve boylamda yaygınsallaştırmak gerek. Seçilen parametreler dizinsel olarak iyi belirlenmelidir. Toplumsallık, uzun bir evrimselleşme ve doğurgansallaşma sürecinden sonra oluşabilir. Toplumsalın, bu mağmasal yapısallıktan sonra megasosyolojik üst üniteye geçmesi için süper sosyalsal moderatörlerin gözlemselliğinde yeni bir yapısal kuluçka dönemselini yaşaması gerek.
 
      “Konunun Etkileşimleri ve Diğer Etkileşimleri”: Toplumsalın blokajlarını amorf bir gözlemsellikle değil de, flaşbek bir gözlemsel edimle elde etmek bilimsel parametrelere uygundur. Deneklerle ölçütlendirilen eritrosit sosyoparamatik veriselliklerini belleklere yerleştirmek, toplumsallığı tanımsallamada başat yoldur. Denek sayısı, Hg birim üzerinden alınmalı. Pascalcı nominatif gözlemsellikle toplumsalın dikeysel ve yataysal antropolojik dengesel verilerine ulaşmak gerek. (TSS) Toplumsalın Standart Sapmalarını gözlemsellemek için VO2 max-maksimal ultrasosyo-parametrelerin kullanımı ön koşuldur.
 
      “Konunun Uyarıları ve Önlemleri”, “Konunun Doz Kullanımı”, “Konunun Beklenmeyen Etkileri”,  “ Konunun Yan Etkileri ve Advers Etkileri”, “Karsigonezsosyo-ekinsel ve Periferisel Etkilenmeler” ve “Konunun Saklama Koşulları”na gelindiğinde çok sabırlı olmanız lâzımdır.
 
      AKADEMİK YAZI OKURKEN ZİHİN TRAVMASI GEÇİREBİLİRSİNİZ
 
       İşte böyle yüzlerce iğrenç, yabancı isim ve terimlerle doldurulmuş bir halde hilkat garibesi bir yaratığa benzeyen akademik yazı paçavrasının içinde kıvranır durur ve travma tehlikesi atlatabilirsiniz. Dilini anlamaz ve tat almazsınız. Çünkü dili, kelime tercihleri ve cümle kaidesi bakımından Türkçe’nin “İyi yazı” ölçülerine uymadığından ilaç prospektüsleri gibi zehirleyici özellikler taşımaktadır.
 
       Hâsıl-ı kelam; sarahat, selaset, akıcılık gibi yazının en basit kaidelerinden dahi mahrum olan akademik yazı, bir yazı metni değil, âdeta Avrupalı ecza filozofistlerinin metinlerine benzer. Allah için belîğ bir cümle, milletin idrak ve irfanına uygun tek paragraf bulamazsınız. 
 
--------------------------------------
 
İLÂVE YAZI:
 
İSMAİL GÖKTÜRK, ALPERENLERLE İSLÂM MEDENİYETİNİ KONUŞACAK
 
   Türkiye Yazarlar Birliği Yazarlar Birliği K. Maraş Şube Başkanı KSÜ öğrt.gör. İsmail Göktürk, Alperenlere “Medeniyet ve İslâm” başlığı altında İslâm medeniyetini ve onun inşa ettiği insan tipini anlatacak. Medeniyetin tartışmasız İslâmın kendisi olduğunu, Cumhuriyet döneminde Batı’dan iktibas “uygarlığın” medeniyet olmadığını, medeniyetin Hz. Peygamberimizle Medine’de başladığını, medeniyet kaynaklarının Kur’an ve Sünnet olduğunu anlatacak. Alperen Ocaklarının mensupları en çok üzerinde titizlikle durması gerektiği en baş mevzu üzerine İsmail Göktürk’le İslam medeniyeti ve insanı konuşacaklar. Türkiye’nin en âcil problemi üzerine teati yapacaklar. 
 
-----------------------------------
 
     ŞİİRİ MEMDUH ATALAY YAZINCA… 
 
     Şair Memduh Atalay şiir yazınca böyle olur… Yüreğiniz yanınızdayken okuyun, derim. Dünyaya eyvallah etmeyecek duruma gelmişseniz okuyun derin. “Ölümü bekledim hep ikindi yağmurunda”  diyebiliyorsanız kalbinizce, ölümü bir sevgili, bir düğün gecesi gibi beklemeye hazırsanız, tabutunuzun ve kefen bezinizin hüzünle donatılmasına tâlipseniz bu şiiri okuyabilirsiniz. Buyurun aşk ile…   
 
“SAÇLARIMI HÜZNÜMLE KEFENLEDİM “
 
“Gözyaşıyla gusletmeyen zifir gözlerde / Nuh tufanı koptu gece şahidim / Dağa kaçan oğul peşinde dünya yüküyle / Bindiğim hangi gemi ki su almamış / Tanık olmak kaygısından bin kere /Köprü kurdum, şiir söyledim / Hayatımı ölümle değişmek üzre / Az gittim, sözle gittim ne yazık/ Döndüm korkunun kök saldığı yere! / Yaşamak sanılan bu yanılgıda / Dişlerim gövdelere bilendi ah kalbim / Bütün varsıllığımla kimsesiz ve mütereddit / Kuyunun dibinde bekleyen köpek ben’im / Ölümü bekledim hep ikindi yağmurunda / Saçlarımı hüznümle kefenledim / Taş ve toprak olmak temennisini
Huzurlu müşahitlerden gizleyip / Köpeğe su vermek için kalbine eğilen / Affa mazhar bir kadına gösterdim / Neden ölmedim ah neden ölmedim / Zamanın öncesi ve sonrası için / Aşk mümin gönüllerindir ateşler içre / Kahraman olmadım ama insandım hep / Adım korku ve yazıklanma defterinde / Sırrımı geceye aşkımı ateşe sarmalamışım / Gözyaşına konar mı bilmem güvercinler / Kalbim deşilen bir yara gibi / Nice korku nice acı gezmişim / -Sen de yalan söylüyorsun – diye
Kalbini yumruklayan Mansur ‘un dostları / Beni bilirler / Köpeğe su vermek için kalbine eğilen / Affa mazhar kadın kadar temiz değilim.”
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi