Kenan Alpay

Kenan Alpay

Vesvese ve korkuya stratejik akıl kılıfı

Vesvese ve korkuya stratejik akıl kılıfı

Rusya ve İran’ın tam desteğini arkasına almış Baas/Esed rejiminin Suriye halkına yönelik yıkım ve katliam politikaları karşısında Türkiye’de siyasal, entelektüel ve dinî cemaatler nasıl bir pozisyon aldılar?

Tam 50 yıldır ağır bir zulme maruz kaldığı halde özellikle son iki yıldır silahlı mücadelesini sürdüren muhalif İslâmî hareketler için nasıl oldu da sağlıklı bir anlama ve sahiplenme süreci hayata geçirilemedi? Türk-Kürt ulusalcı siyasetin ve onlara kuyrukçuluk yaparak tutunmaya çalışan sol-sosyalist hareketlerin Baas rejimin yanında ve İslâmcı muhaliflerin karşısında durmasının izahı var elbet.

Çünkü en temelde mezkûr siyasi hareketler Türkiye’deki laik-Kemalist rejimi ayakta tutmakla Suriye’deki laik-Baas rejimini ayakta tutma mücadelesi arasında bir fark görmüyorlar. Bu sebeple sahip oldukları ideolojik-sınıfsal formasyonları aracılığıyla kazandıkları tüm becerileri Baas-Esed rejimini muhafaza ve müdafaa etmek üzere sahaya sürüyorlar.
 

Vesveseci Perspektif Ve Refleks Sol-sosyalist ve ulusalcı siyasetin Suriye’de yaşanan Baas katliamlarını meşrulaştırmak üzere İslâmî muhalefeti itibarsızlaştırmak üzere kapsamlı bir konsept geliştirdikleri görülüyor. Bunlar kadar çirkefleşmese de liberal çevrelerin sessizliğe gömülerek katliam ve yıkımları görmezden gelerek geçiştirmesi Batı menşeli insan, ahlâk ve hukuk algısının sefaletini gözler önüne sermektedir. Başta CNN ve NTV olmak üzere merkez medyanın Suriye’de yaşanan her bir kanlı gelişmeyi önce İslâmcı muhalefetin, sonra da onlara görece destek veren AK Parti Hükümeti’nin günah hanesine yazmakta ne kadar acul ve iştahlı olduğunu anlatmaya gerek var mı?

En son örnek Cilvegözü’nde yaşanan bombalı saldırının hemen akabinde en çirkin haliyle çıktı karşımıza. Fehim Taştekin isimli “çağdaş vesvasil hannas” başta olmak üzere neredeyse tüm “dış politika uzmanları” Baas’ı temize çıkarıp en-Nusra başta olmak üzere Suriye’deki İslâmî hareketleri katliam(lar) yapmakla suçlamak üzere adeta sıraya girmişlerdi.

Hüsnü Mahalli, Ceyda Karan gibi “nüfuz casusu” niteliğindeki ustaların yerini operasyonel karakteriyle bihakkın ifa eden Fehim Taştekin, Rusya-İran-Esed rejiminin oluşturduğu blok ile Türkiye’deki hem TÜSİAD medyasına hem de Kemalist sol çevrelere sözcülük ve kılavuzluk eden ortak payda. Taştekin’in asıl marifeti “Türkiye’de üretilen bombalar, Türkiye’den geçiş yapan silahlı militanlar dudak uçuklatıyor” propagandalarıyla katil Baas rejimine yönelen tepkileri engellemek.

Rusya’nın Tartus askeri üssü, diplomatik ve silahlı desteği, başında Kasım Süleyman’ın bulunduğu ve Masume Zeyneb’i haccetme bahanesiyle İran’ın gönderdiği Kudüs Ordusu’nun Suriye’deki görevi, Şebbiha ve Muhaberat rejimini ayakta tutmak üzere AB ve ABD’nin klasik üç maymun rolünü oynaması nasıl örtülebilir? İşte kimi zaman kara propaganda, çoğu zaman gri propaganda ile psikolojik harp cephesinde görev ifa eden Taştekin’in medyadaki serencamı bu örtme operasyonunda kaydettiği başarıyla paralel seyretmektedir. Baas katliamlarından İran ve Rusya’yı temize çıkarabildiği, İslâmcı hareketler ve AK Parti Hükümeti’ni sorumlu tutabildiği oranda Fehim Taştekin ve onu piyasaya sürenler hedeflerini gerçekleştirebilmiştir.

Taştekin’in şahsı, birikimi veya becerisinin değil bu süreç ve ilişki ağında oynadığı rolün üzerinde durmak önemsiz sayılmamalı. Stratejik Dengeler: Hesaba Katılır Ama Tapılmaz! İran’daki Devrim Muhafızları’nın etkin komutanlarından General Hişam Hoşneviş (Hasan Şatıri)’nin bu hafta başı Şam’da öldürülmesi nedense Suriye’deki silahlı muhaliflere değil de alelacele siyonistlere isnat edildi. İran ve Baas rejimini zora sokacak her türden saldırının arkasında İsrail ve ABD’nin olduğu anında tespit edilirken, özellikle Türkiye-Suriye ilişkileri bağlamında İslâm dünyasını sıkıntıya sokacak her türlü cinayetin arkasında el-Kaide başta olmak üzere İslâmî hareketler aranıyor. Strateji ve devletler oyunu konusunda fazlasıyla donanımlı ve hassas bazı İslâmcı aydınlar, Suriye’deki muhalif hareketlerin kısa sürede dış müdahale ve başarı beklentisine sokularak tuzağa düşürüldüğünü iddia ediyor.

Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül ve Akif Emre de başından beri bu yönde görüşler serdediyorlar. Muaz el-Hatip’in Esed rejimiyle görüşülebileceğine dair beyanından yola çıkan Akif Emre, “Suriye’de Başa Sarmak” başlığıyla kaleme aldığı yazısında Türkiye’deki Suriye dostlarının tamamen duygusal ve hamasi yaklaşımlarla askeri güç ve stratejik dengeleri hiçe sayarak Suriye halkını ölümüne mücadeleye teşvik ettiğini iddia ediyor. Suriye’de savaşıp bedel ödeyenlerin, soğukkanlı bedel ödemeyip Türkiye gibi yerlerden akıl verenlerin son derece hamasi-ajitatif bir tablo oluşturduğunu anlatırken Akif Emre doğru ve yerinde bir tespit ve tahlil mi yapıyor acaba? Suriye halkı; AK Parti Hükümeti’nin, Suud’un, Katar’ın, AB ve ABD’nin, yetmedi şimdi de Türkiye’deki cemaatlerin mi piyonu-oyuncağı haline geldi? Suriye’de iradesiz bir halk, öngörüsüz ve ufuksuz bir mücadele tablosu çizmenin strateji bilmekle veya devletler oyunu hakkında fikir sahibi olmakla falan bir alakası yok.

Bir halk güçsüz ve çaresiz olabilir, ama bu onların iradesiz olduğu anlamına gelmez. Coğrafya ve toplumlar ise her zaman stratejik hesabı kuvvetli olduğu vehmedilenlerin keyfine göre şekillenmez.

Stratejik dengeleri hesaba katmakla o hesaplar karşısında acziyete düşüp hapsolmak arasında temelden fark var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Kenan Alpay Arşivi