Hasan Karakaya

Hasan Karakaya


Hep gündem, hep gündem... Bugün de gündemin dışına çıkalım!


Hep gündem, hep gündem... Bugün de gündemin dışına çıkalım!

Bu yazıyı, dün “erken saatte” yazdım... Dolayısıyla, Pervin Buldan, Altan Tan ve Sırrı Süreyya Önder’den oluşan BDP heyetinin; İmralı’ya gitmesinin, Apo ile görüşmesinin ve yaptıkları açıklamanın ayrıntıları, yazıyı yazdığım saatlerde belli değildi...
Anlayacağınız, “İmralı görüşmesi” hakkında yazı yazmam mümkün olamadı.
O halde ne yazayım?..
Kendi kendime dedim ki;
“Bugünlerde madem ki herkes herkesi uyarıyor, sen de vatandaşı uyar!”
Hay hay, uyarayım.
Herkesin; “Dinleniyorum” paranoyasına kapıldığı şu son yıllarda, Telekomünikasyon İletişim Başkanvekili Nihat Şen demiş ki;
“Dinlendiğini, cızırtı var türü şeylerle tesbit edemezsiniz... Dinlemeler çok temiz yapılıyor... Sesti, mandaldı, aradaki kesilmelerdi, batarya çabuk bitiyordu filan, bunlar dinlemeyle ilgili konular değil... Dinlendiğinizi hissetmezsiniz bile!..
Dinlemeye karşı eski tip, akıllı olmayan telefon kullanın!.. Akıllı telefonlar büyük tehlike!.. Mesaj atıyor, sizi dinliyor!..
Faturayı kontrol edin!
SMS sayısına bakın!
Attığınızdan daha fazla mesaj varsa, bu demektir ki, dinleniyorsunuz!”
Siz de takdir edersiniz ki;
İşi bilen biri bu “uyarı”yı yaptığına göre, benim uyarmama hiç gerek yok!..
Hani, 1980’lerde bir reklâm vardı;
“Eskimiş çoraplarınızı atın,
Jil geliyor jil.”
Siz siz olun;
“Eski telefonları atmayın,
Akıllı telefonlara bakmayın!”
Yeni telefonlar, evet “akıllı”dır ama aynı zamanda “cebinizdeki casuslar”dır!..


APTALLARA NOBEL ÖDÜLÜ!

Hem sonra, “akıllı” olan her şey, mutlaka “matah bir şey” de demek değildir.
Meselâ, Orhan Pamuk...
Pamuk, bir İtalyan gazetesine verdiği demeçte demiş ki; “Mühendislik okuyan ağabeyimin yanında, kendimi ailenin idiotu, yani aptalı ve budalası gibi hissettim...
Bu yüzden asosyal kaldım.
Ama buna Nobel verdiler!”
Demek oluyor ki;
“Nobel” almak için illâ da “zeki” olmaya gerek yok!
“Budala” ol, “aptal” ol, yeter!
Kim bilir, belki de;
Sadece “aptal”lara “Nobel” veriyorlardır!


EN ÇALIŞKANI TÜRKLER!

Evet, “başarmak” için “zeki” olmak, ya da “çok çalışmak” bazen yeterli olmuyor.
Meselâ Türkler ve Japonlar...
Malûm, “dünyanın en çalışkan milleti”nin Japonlar olduğu, hafızalara kazınmıştır.
Japonlar çok okur,
Japonlar çok çalışır!..
Buna örnek olarak da;
2. Dünya Savaşı’nda tamamen yıkılan Japonya’yı, 50 yılda “dünyanın en ileri teknolojisini üreten ülke” haline getirmeleri gösterilir.
Ama, ‘OECD Raporu” öyle demiyor... OECD’nin raporuna göre;
Türkiye’de bir işçi, yılda ortalama “1877 saat”ini işbaşında geçiriyor.
Japonya’da ise;
Bu rakam “1728 saat!”
Anlayacağınız;
Türk işçiler, Japonlardan daha fazla çalışıyor ama Türkiye bir “teknoloji devi” değil!..
Demek oluyor ki;
“Başarmak” için “bilek gücü” değil, “beyin gücü” gerekiyor.
Türkiye, var olan “beyin gücü”nü, eğer “beyin göçü”ne kurban etmeseydi, bugün herhalde bambaşka yerlerde olurdu!
“Beyin gücü” dediysem, sakın “okumuş insan”lardan söz ettiğimi sanmayın!
Hayır; “Okumuş, Vali olmuş ama adam olamamış”lardan da söz etmiyorum.
Dolayısıyla, dillere pelesenk edilen ve neredeyse atasözü haline getirilen “eğitim şart” sözünün de doğruluğuna inanmıyorum.
Öyle ya;
“Aile içi şiddet”in en büyük uygulayıcıları “eğitimli erkekler”den çıkıyor!..
Ve yine;
“Zırcahil”ler de,
Yine, “eğitimli”lerden çıkıyor.


KADEME DEĞİL, HADEME!

Buyrun, bunun son örneği:
Atv’deki “Kim Milyoner Olmak İster” programı, “başarılı öğrencilerin başarısızlığı”na sahne olmaya devam ediyor.
Geçen Çarşamba akşamı yayınlanan bölümde de, Robert Koleji mezunu, aynı zamanda Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi 1. sınıf öğrencisi Mehmet Fatih Çamlı, üniversite sınavını derece ile geçmesine rağmen, yarışmada sadece “bin lira” kazandı!..
Hem “ilkokul mezunu” ve hem de Çankırı’daki bir ilk öğretim okulunda “hademelik” yapan 31 yaşındaki Gülsüm Veli ise, üniversiteli genci solladı.
Daha baştan, hedefinin “60 bin lira” olduğunu, bununla “ev” alacağını söyleyen Gülsüm Hanım, 60 bin liralık hedefine ulaştı ve “125 bin liralık soru”da yarışmadan çekildi ama, bu soruyu da bildi, iyi mi?..
Demek oluyor ki;
“İlk, orta, lise, üniversite” gibi “kademe”lerden geçmekle “eğitimli” olunmuyor!..
Gördünüz işte;
Bir “hademe” de olsa, diğer “kademe”lerin üstünde başarı gösterebiliyor!
Siz siz olun;
“Hademe”leri hor görmeyin...
Çankırı’da Oxford olsaydı,
Mutlaka okurlardı!..


İSRAİL, YANLIŞ ÖRNEK!

“Çalışmak” ve “okumak” dedim de, aklıma geldi... Dedik ya; “En çok Japonlar çalışıyor” efsanesi yıkıldı... Bundan sonra “Japonlar” örnek alınır veya örnek gösterilir mi bilmem ama, bu “örnek alma” işi, bazen insanların başına olmadık şeyler açabiliyor.
Mesela Şükrü Sarıışık...
Malûm;
Geçtiğimiz hafta tutuklanan 10 askerin ardından Perşembe günü de 28 Şubat soruşturması kapsamında Balyoz davasının tutuklu iki sanığı ifade için Ankara Adalet Sarayı’na çağrıldı... Dönemin MGK Genel Sekreteri emekli Orgeneral Şükrü Sarıışık ve emekli Korgeneral Doğan Temel, 28 Şubat kapsamında da hakim karşısına çıktı... Sarıışık, tutuklanarak cezaevine gönderilirken Temel ise “adli kontrol” şartıyla serbest bırakıldı...
Peki, niye tutuklandı Şükrü Paşa?..
Hani, atalarımız; “Hey dilim, seni dilim dilim doğrayayım” demişler ya, Şükrü Paşa da, “dil”inin kurbanı!..
BÇG’nin resmen kurulduğu 7 Nisan toplantısında, “Hükümete muhtıra verelim” önerisi gündeme gelmişti... İşte o toplantıda, Sarıışık, Balyoz davasına konu olan ses kayıtlarında demiş ki;
“İstanbul ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki olaylara Filistinlilere sertlik uygulayan İsrail örneğinde olduğu gibi kesin süratli ve sert tedbirler alınmadığı takdirde bilhassa irticai olayların ülke geneline yayılma ihtimali mevcuttur.”
O günlerde;
işte böyle, “İsrail’i örnek alan” komutanlarımız, herhalde bunun ilelebet süreceğini düşünmüşlerdi...
Bugün, o sözlerin döküldüğü dillerini dilim dilim doğrasalar yeridir...


SARIGÜL, AYRILIK DEMEK!

Gördüğünüz gibi; daldan dala atlayıp, her konudan bahsettik... Ama, “siyaset”e hiç girmedik...
Oysa;
“Düğün Kambersiz,
Yazı da siyasetsiz olmaz”
Demiş, kim demişse!..
Madem olmazmış, o halde, “siyaset”e de girelim...
Efendim;
Gürsel Tekin ve bazı CHP’liler “rahatsız” olsalar ve “birçok dosyası var, CHP’yi sıkıntıya sokar” deseler de, görünen o ki, Bay Kemal Kılıçdaroğlu’nun kafasındaki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı, Mustafa Sarıgül’dür.
Gazetelere yansıyan “kulis bilgileri”ne göre;
CHP ile Sarıgül arasında oldukça ciddi bir “güven bunalımı” yaşanıyormuş... Partide, Sarıgül’ün CHP’ye gelse bile büyükşehir adayı olmayacağı, Kılıçdaroğlu’nun koltuğu için yarışacağı kanaati çok güçlü imiş...
Sarıgül de bu inanışı tekzip eden güven uyandırıcı bir açıklama yapmış değil...
Güven eksikliğinin giderilmesi için geçmişte DSP’de Bülent Ecevit’in sağ kolu olarak görev yapan Hüsamettin Özkan’ın bu ikili arasında “arabuluculuk” yaptığı söyleniyor...
Peki “Sarıgül kararı” ne zaman ve nasıl açıklanacak kamuoyuna?..
Kılıçdaroğlu’nun kafasında şekillenmeye başlamış bir takvim de varmış... Yerel seçimler 2014 Mart ayında yapılacak ya... CHP lideri İstanbul adayını oldukça erken açıklayacakmış... Kafasında, adayını “yaz başında” açıklama düşüncesi varmış... Önümüzdeki günlerde olağanüstü bir gelişme olmazsa haziran başı gibi Sarıgül’ün CHP’ye geçişi ile İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adaylığı bir arada açıklanacakmış... CHP lideri bu geçişi öyle sessiz sedasız yapma niyetinde de değilmiş... İstanbul’da büyük bir törenle ve şölen havasında açıklayacakmış İstanbul adayını...
Yazıya, “uyarı” ile başlamıştık... O halde “sonuncu uyarı”mızı yapalım...
Kırmızı gül, “aşk” demektir.
Beyaz gül “masumiyet” demektir.
“Sarıgül”ise, “ayrılık” demektir!..
Mustafa Sarıgül CHP’ye gelince “ayrılıklar” başlarsa, hiç şaşırmayın!
Demedi, demesinler!.. Mekânın cennet olsun Enver Abi
“En zor yazı”lar, herhalde böyle günlerde yazılıyor... Ben “Enver Ören’in Hakk’a yürüdüğünü” nasıl yazayım şimdi?.. Hep “güleryüzlü” olan, etrafına “neş’e” saçan bir adamın, bu defa “ağlattığını” nasıl yazayım?..
Türkiye gazetesinde, günü gününe, “tam 9 yıl” beraber çalıştık... Bir gün olsun, kalbimi kırmadı... Başkaları tarafından kalbimin kırıldığını hissedince de; “Herkesten Enver Abi olmasını bekleme” dedi.
“Göz”lerinden ve “böbrek”lerinden çok çekti ama İhlas Finans’ın tasfiye edilmesinden sonra çok üzüldü, adeta yıkıldı... Zaten, ondan sonra, bir daha da sağlığına kavuşamadı...
Demek ki, kısmet değilmiş... “Hasta” olduğunu öğrenince, bir defa daha görmek ve “helalleşmek” için, yakınlarından istirhamda bulundum... “Hastaneden eve gelince buyursun” demiş... Çıkamadı hastaneden...
Önceki gece “Hakk’ın rahmeti”ne kavuştu...
Cenab-ı Allah, gani gani rahmet eylesin ve mekânı cennet olsun...  
Kim ne derse desin, “samimi bir Müslüman”dı...
“Enver Abi”ye rahmet, İhlas Holding ve Türkiye gazetesi mensupları ile ailesi ve sevenlerine başsağlığı diliyorum...








Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi