M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Ehl-i Sünnet Haktır Doğrudur

Ehl-i Sünnet Haktır Doğrudur

En yıkıcı, en korkunç, en sarsıcı, en yere serici fitne Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanlarının bölünmesi, parçalanması, birbirinden kopması, hizipleşmesi ve ilmihallerini öğrenmemeleridir.

İslam olumlu çeşitlilikleri, farklılıkları, meşrebleri kabul eder ama yıkıcı tefrikayı kabul etmez.

Ehl-i Sünnet Müslümanı kardeşlerime önemle hatırlatıyorum:

(1) Ehl-i Sünnet itikatta, usûlde, esasta, temelde birdir. İtikad meselelerinde Ümmetin iki büyük imamı vardır, İmam Eş’arî ve İmam Mâturidî. Birliğimizi korumak istiyorsak itikatta bu iki imama bağlı olmalıyız, bağlı kalmalıyız. Reformcuların, yenilikçilerin, değişimcilerin, Necdîlerin, Rafizîlerin, Fazlurrahmancıların, Afganîcilerin ve diğer tüm bid’at ehlinin inanç sistemlerinde bozukluklar vardır. Bunlardan uzak durmalıyız.

(2) Ehl-i Sünnet İslamlığı’na yapılan tenkitlerin ve saldırıların hiçbiri haklı ve doğru değildir. Hepsi (tekrar ediyorum hepsi) haksızdır, yersizdir.

(3) Ehl-i Sünnet’in dört hak mezhebi vardır. Bunlardaki çeşitlilik teferruattadır. Bu dört mezhebin dördü de haktır. Ayrıntılara ait çeşitlilikler Ümmet için geniş bir rahmettir. İslam’ı, Kur’an’ı, Sünnet’i, Şeriat’ı hayata uygulamak isteyen her Sünnî bu dört mezhepten birini bütünüyle uygulamalıdır.

(4) Mezhepsizlik bozuk bir yoldur, yıkıcı bir bid’attir.

(5) Zaruret olmadıkça mezheplerin hükümleri ve kolaylıkları birbirine karıştırılarak uygulanamaz. Buna teflik-i mezahip denir, bâtıldır, dini oyuncak etmektir.

(6) Emperyalistler, sömürgeciler, vesayetçiler, Kripto Yahudiler, Kripto Haçlılar, Pakraduniler, bilcümle iki kimlikliler, laikçiler biz Ehl-i Sünnet Müslümanlarını parçalamak, bölmek, güçsüz düşürmek istiyor, bunların oyunlarına gelmemeliyiz.

(7) Müslümanların üç gün bile başsız kalmaları caiz değildir. Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) vekili, varisi, halifesi durumundaki icazetli ve ehliyetli gerçek ulemaya, icazetli gerçek fukahaya, icazetli gerçek şeyhlere ve mürşid-i kâmillere itaat edilmelidir.

(8) Müslümanlar ulemanın, fukahanın, meşayihin, kamil mürşidlerin de üzerinde ehliyetli, liyakatli, dirayetli, kiyasetli bir İmam-ı Kebire biat ve itaat etmekle mükelleftir. Zamanındaki İmama biat etmeden ölen kimsenin cahiliyet ölümüyle öleceğini Resulullah (Salat ve selam olsun ona) haber vermiştir.

(9) Kafirler, münafıklar, fesatçılar din konularını ayağa düşürmüşler, yeterli din eğitimi ve kültürü almamış Müslümanların dinî konuları mıncıklamasına yol açmışlardır. Bu anarşiden kurtulmamız şarttır. Dinimizi icazetli ulemanın ve fukahanın yazdığı güvenilir, doğru, muteber, sağlam kitaplardan öğrenmeliyiz ve cahilce ve aptalca tartışmalardan uzak durmalıyız.

(10) İslam’ın ve imanın temel şartlarından biri kadere imandır. Bu inancı inkar edenler sapıktır.

(11) İslam’da din ile dünya ayırımı yoktur. İslam’ın dünya ile ilgili hükümlerini devre dışı bırakmak isteyenler sapıktır. Kur’an’daki, Sünnet’teki, Şeriat’taki bütün hükümler haktır. Bu hükümlerin hiçbiri tarihsel değildir. Fazlurrahman’ın tarihsellik ve tatiliye mezhebi ve doktrini sapıklıktır, batıldır.

(12) Ramazandaki Teravih=Gece namazı haktır, doğrudur.

(13) Cuma namazının sünnetleri, (zamanımızda cumanın şartlarından biri bulunmadığı için) cumadan sonra zuhr-i âhir namazı kılmak haktır, doğrudur.

(14) Feminizm İslam’a ters düşen görüşler içeren batıl ve bozuk bir ideolojidir. İslam Feminizmi olmaz.

(15) M. Kemal’in ölümünden sonra oluşturulmuş Kemalizm ideolojisi İslam ile kesinlikle bağdaşmaz ve uyuşmaz.

(16) Sünnetin inkarı, Sünnet düşmanlığı küfre kadar giden bir sapıklıktır.

(17) Ehl-i Sünnetin temel hükümlerinden biri günlük farz namazların erkekler tarafından cemaat ile kılınmasıdır. Cemaat hanımlara farz değildir, onların evlerinde kılmaları efdaldir.

(18) Riba/faiz Kur’an’la, Sünnet’le, icma-i ümmetle haramdır. Mevrid-i nasta ictihad olmaz. Faizin azı helaldir fetvaları ve ruhsatları sapıklıktır.

(19) Zina Kur’an’la, Sünnet’le, icma ile haramdır, büyük günahtır, ağır suçtur. Zinaya helaldir diyen kâfir olur.

(20) Şeriat’a, İslam’ın zahir hükümlerine aykırı olmayan bütün tasavvuf tarikatları haktır.

(21) Ehl-i Sünnet Müslümanlarına müşrik ve kafir diyenlerin kendileri kafir olur.

(22) Kadınların tesettürü Kur’an’la, Sünnet’le ve icma-i ümmetle sabit bir farz-ı `ayndır.

* (İkinci yazı)

Türkiye Suriye’de Mezhepçilik mi Yapıyor?

Türkiye’nin Suriye konusunda mezhepçilik yaptığını iddia edenler var. Mezhepçilik kaypak bir kelime… Suriye multi-confessionnel bir yapıya sahiptir… Çoğunlukta olan 1. Yüzde 75 Sünniler… 2. Yüzde 10 Nusayri-Alevi azınlığı… 3. Dürzîler… 4. Yüzde 10 civarında Hristiyanlar… (Maruniler, Ermeniler vesaire)

Suriye’nin dominant unsuru Sünniler ve Sünniliktir.

Bundan kırk küsur sene önce, orduda kadrolaşmış olan Nusayriler bir darbeyle iktidarı aldılar ve faşist bir düzen kurdular. İnsan haklarına aykırı büyük baskılar ve zulümler yaptılar. Hama ve Humus’ta on binlerce sivil Müslümanı kadın, çocuk, ihtiyar demeden vahşi şekilde katlettiler.

Suriye halkının Nusayri iktidarını demokratik ve barışçı yollardan değiştirme imkânı olmadığı için, Arap Baharı havası içinde silahlı bir isyan başladı. İsyancılar homojen değildi, çeşitli unsurlara ve gruplara ayrılmıştı. Türkiye bu durumda ne yapmalıydı?.. Elbette ki, çoğunluktan yana olmalıydı. Çoğunluk Sünni diyerek mezhepçilik yapıldığını iddia etmek boş laftan, safsatadan ibarettir.

Suriye konusunda mezhepçilik yapan İran’dır. İran olmasa orada bu kadar kan dökülmeyecekti.

Tunus’ta Arap Baharı başlayınca diktatör Zeynelâbidin uçağa bindi, çekip gitti. Direnmiş olsaydı orada da çok kan akacaktı.

Libya’da diktatör Kaddafi direndi de ne oldu, feci şekilde katledildi… Hâlbuki onun kabul edecek bir ülke bulunabilir, ülkesinden defolup orada yaşayabilirdi.

Türkiye Suriye’deki başkaldırma hareketini desteklemekte haklıdır ama satrançta hatalar yapmıştır.

“İslam hareketini destekleriz, Esed silkelenip düşürülür yerine Türkiye’ye dost bir rejim gelir…” Bunun kolay olacağını sanmak büyük bir aldanış olmuştur.

Silkeliyorsun silkeliyorsun ama diktatörü düşüremiyorsun.

Suriye’deki dinler, mezhepler, unsurlar hep birer realitedir… Suriye halkı demek doğrudur ama Suriye halkları demek daha doğrudur.

Orta Doğu’da siyaset yapmak için dâhi satranç ustası olmak gerekir. Dünyada kaç büyük satranç ustası vardır?.. Bilemediniz beş on kişi. Böyle satranççılar milyarda bir çıkar.

Suriye’de İngiltere’de veya İsviçre’de olduğu gibi bir demokrasi olamaz. Tarihi, kültürel, siyasi, dini, etnik kontekst buna müsait değildir.

Suriye’nin inter-confessionnel yapısı göz önüne alınmadan, hesaba katılmadan başarılı olunamaz.

1960’ların başında Suriye’ye gitmiştim. Çoğulcu bir demokrasi vardı. Sünni âlim Devalibî başbakandı. Kabine’de İhvan-ul Müslimîn’in bile bakanları vardı. Sünniler, Nusayriler, Ermeniler, Maruniler, Dürziler iyi kötü geçinip gidiyorlardı. Nusayri darbesiyle bu serbestlik, bu çoğulculuk, bu hürriyet elden gitti; kanlı, acımasız, gaddar bir diktatörlük kuruldu. Faşist rejim kendi halkını uçaklarla bombaladı… Şimdi de böyle yapmıyor mu?..

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra galip devletler çok kötü barış anlaşmaları yaptılar, çok yanlış sınırlar çizdiler. Suriye sınırları da böyle çizilmiştir.

Bendeniz Türkiyeli bir Müslüman olarak Suriye’ye pasaportsuz gitmek isterim, Suriyeliler de Türkiye’ye pasaportsuz gelsinler… İki ayrı devlet olsun ama sanki bir devletmiş gibi birlikte hareket edilsin, alabildiğine ticaret yapılsın… Alabildiğine turizm, alabildiğine öğrenci ve kültür mübadelesi…

Böyle bir şey hem Suriye’nin hem Türkiye’nin lehine olur, lakin bunu ABD istemez, AB istemez, İsrail ve Siyonistler istemez… Onlar istemiyor diye böyle güzel şeyler olmasın mı?..

Daha önce yazmıştım tekrar edeyim:

Bu isteklerim sadece Müslüman komşularımız için değildir, Yunanistan ile de pasaportsuz, vizesiz alabildiğine geniş münasebetlerimiz olmalıdır. Biz Müslüman kalalım, onlar Hıristiyan kalsınlar ama iyi komşuluk olsun, ticaret olsun, turizm olsun, kültür mübadelesi olsun.

Türkiye’nin çok vahim bir eksikliği:

ABD’de, Fransa’da, başka medeni ülkelerde Suriye uzmanları var. Üstelik bu uzmanlığın şubeleri var. Mesela Fransa’da (1. Suriye Nuseyrileri, 2. Suriye Durzileri, 3. Suriye Baas Partisi, 4. Suriye Tarikatleri, 5. Suriye Hıristiyanları…) ? Bu uzmanlar bir ömür boyu çalışarak konularında derinleşirler ve gerektiği zaman devletlerini ve halklarını bilgilendirir ve aydınlatırlar. Bizde maalesef bu yoktur.

Suriye krizi ele alınınca, yakın tarihte Suriye Sünnilerinin ölümcül bir gaflete düştüklerini zikretmeden geçmek büyük bir eksiklik olur.

Suriye Sünnileri yüzde yetmiş beş çoğunluk oldukları halde nasıl bugünkü feci duruma düştüler ve ezildiler?

Bunun birinci sebebi, durum müsait iken Sünni ailelerin, bilhassa zenginlerin çocuklarını askeri mekteplere vermemeleri, Sünni subay ve kurmay yetiştirmemeleridir. Onların bu ihmal ve gafletinden yararlanan Nusayriler ise çocuklarını subay yetiştirdiler, orduda kadrolaştılar ve bir darbe ile iktidarı ele geçirdiler.

Türkiye Sünnileri de aynı hataya düşmüştür…

Suriye halkının yüzde yetmiş beşi Sünni, yüzde onu Nusayri mi?.. Ordudaki subay oranı da böyle olmalıdır.

Netice: Türkiye’nin Suriye’deki haklı isyan hareketini desteklemesi doğrudur ve mezhepçilik yapmak değildir… Lakin Türkiye Suriye satrancında hatalar yapmıştır…

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi