Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Başörtülü kadınları görmeyen, konuşmayan ve duymayan 3 Maymun’lar!

Başörtülü kadınları görmeyen, konuşmayan ve duymayan 3 Maymun’lar!

 

Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu mensuplarını “2 defa tebrik” ediyorum... Bir; “başörtüsüne özgürlük” için, bıkmadan-usanmadan, “tam 412 hafta”dır yani “9 yıldır” seslerini duyurmaya çalıştıkları için... Dile kolay; Türkiye’de hiçbir eylem, Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu’nun başlattığı ve halen sürdürdüğü eylem kadar “uzun soluklu” olmadı... Sadece Türkiye’de değil, herhalde dünyada bu kadar “uzun soluklu” hak arama eylemi yoktur.
Dediğim gibi;
 
Öncelikle, eylemlerini “412 haftadır” sürdürdükleri için kutluyorum onları...
İkinci olarak da;
 
“8 Mart Dünya Kadınlar Günü”nün adına itiraz edip, bugünün adını “Dünya Üç Maymunlar Günü” olarak değiştirdikleri ve bunu dün açtıkları “afiş”e yansıttıkları için!..

HEPSİ BATI’DAN İTHAL
 
Malûm olduğu üzre;
 
Dün, “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”ydü... Yani, hiçbiri “yerli” olmayan günlerden biri..
“Sevgililer Günü” de yerli değil, “Anneler Günü” de!.. “Babalar Günü” de yerli değil, “Kadınlar Günü” de!..
 
Hepsi ithal,
 
Hepsi yabancı...
 
Alın işte;
 
Dün kutlanan “Kadınlar Günü” de Amerika’dan ithal!.. Peki, diğer “gün”lerde olduğu gibi, Kadınlar Günü’nde de “ABD’nin kuyruğuna takılmaya” mecbur muyuz?..
Tıpkı, “Sevgililer Günü”nü kutlarken de, “Papaz Valentin”in şahsında “Hıristiyan Batı’nın kuyruğu”na yapıştığımız gibi!..
 
Herhalde biliyor olmalısınız;
 
“Kadınların, erkeklerle eşit haklara sahip olmak” yolunda verdiği “savaş”ın temsili başlangıcı, 8 Mart 1857 yılında ABD’nin New York kentinde başladı.
 
Konfeksiyon ve tekstil fabrikalarında çalışan “40 bin işçi”nin “insanlık dışı çalışma şartları”na ve “düşük ücret”e karşı başlattığı grev, polisin saldırısıyla “kanlı” bitti.
Saldırı sırasında çıkan yangında çoğu kadın, 129 işçi can verdi.
İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.
 
Danimarka’nın Kopenhag kentinde 1910 yılında toplanan “2. Enternasyonal”e bağlı kadınlar toplantısında, Almanya Sosyal Demokrat Parti önderlerinden Clara Zetkin, bu yangında hayatını kaybeden 129 kadın işçi anısına 8 Mart’ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını teklif etti.
 
Kadınlar Günü teklifi, oybirliği ile kabul edildi.
 
1975 yılında Dünya Kadınlar Yılı’nı ilan eden Birleşmiş Milletler, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın tüm kadınlar için “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını kararlaştırdı.
Ne garip değil mi?..
 
Hemen her fırsatta meydanlara çıkan, mitingler düzenleyen ve kürsülerde “Türkiye laiktir, laik kalacak” diye bağıran “Çağdaş(!) Cumhuriyet Kadınları” dün; 8 Mart’ı, yani “ABD merkezli” bir günü kutladılar!..
Ehh, ne diyelim;
 
“Ne mutlu Türküm diyene!”
 
Ne yani; “kutlama” yapmak için; o günün illâ da “Batı’dan ithal” olması mı gerekir?..
Bu, “aşağılık kompleksi”nin bir göstergesi değil midir?
 
BAŞÖRTÜLÜ DE KADIN
 
Sadece “aşağılık kompleksi” de değil, ortada bir “yaman çelişki” var!..
“Kadınlar Günü”ne gelince; ABD’nin ve Batı’nın kuyruğuna takılıp kutluyoruz da; aynı ABD ve Batı’nın üniversitelerinde uygulanan “kıyafet özgürlüğü”nü görmek, her nedense işimize gelmiyor!..
 
Yani, “işimize, keyfimize gelen bir şey” olunca balıklama atlıyoruz da, “başörtüsüne serbestlik” gibi, işimize gelmeyen bir konuda, yorgunu yokuşa sürüyoruz!..
8 Mart, madem ki; “kadınlarla erkeklerin eşit haklara kavuşma kavgası”nın sembolüdür, o halde; “kadınların önüne, yine kadınlar tarafından konulan bu yasak” niye?..
 
Ne yani;
 
“Başı açık” olanlar “kadın”dır da, “başörtülü” olanlar kadın değil midir?..
Tekrar soralım;
 
“Başörtülüler kadın değil midir?”
 
Elbette “kadın”dırlar ve “diğer kadınlar”dan da hiçbir farkları yoktur...
Peki, “farkları yoktur” da, onlara niye “ayrımcılık” uygulanıyor?..
“Başı açık kadın” istediği her yerde çalışabiliyorken, “başörtülü kadın” niye çalışamıyor?..
 
Meselâ, niye “öğretmenlik” yapamıyor, niye “hakim” veya “savcı” olamıyor?..
Danıştay’ın lehte kararına rağmen, “avukat” olarak duruşmalara katıldıklarında haklarında niye “tutanak” tutuluyor?..
 
SEVİL AKBAŞ’IN İSYANI
 
Öyle sanıyorum ki;
 
Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu; 9 yıldan bu yana sürdürdüğü eylemlerinde “412. Hafta”nın konusu olarak, özellikle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü seçmiş olmalı...
Kadınlar Günü dolayısıyla, farklı kesimlerin kadınların haklarından dem vurup kadınların kazanılmış haklarından bahsedeceklerini ifade eden Kocaeli Kartepe İnsan Hakları Dayanışma Derneği Hanım Kolları Başkanı Sevil Akbaş, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün aslında kadınlara karşı uygulanan ayrımcılığı ortaya çıkardığını söylemiş ve demiş ki;
 
“8 Mart günü kadına yapılan ayrımcılığa karşı çıkanların, aslında ne kadar büyük ayrımcı olduğuna şahit olacaksınız! Çevrenizde ne kadar çok, üç maymun olduğunu görecek şaşıracaksınız... Bu meşhur üç maymunlar, kadına yapılan şiddetten, ayrımcılığa kadar her konuda bas bas bağırırken, inançlarından dolayı 90 senedir bu ülkede başörtü zulmü gören kadınlara karşı, görmedim, duymadım, işitmedim diyeceklerdir...
 
‘Kadına şiddete hayır’ gibi birçok laflar edilecektir... Bunları söyleyenlerden hiçbiri, başörtülü kızların, Kemalist sistem tarafından gördüğü şiddetten, bahsetmeyecek... Neden?.. Çünkü onlar Müslüman başörtülü kızlar... Bunları görmezden gelerek nutuklar atacaklar, ‘Kadına ayrımcılığa hayır’ diyecekler, fakat meşhur üç maymunlar, başörtülü kadının uğradığı ayrımcılığı görmeyecekler. Aslında görmemeleri mümkün değil... Görseler de konuşmayacaklar, Bizim burada onları 8 Mart’ta protesto ettiğimizi de işitmeyecekler.”
 
Sevil Akbaş haklı...
 
Gerçekten işitmezler!..
 
Çünkü, “3 Maymun”un özelliğidir...
“Görmez, Duymaz, Konuşmaz!”
Konuşsalar da, ağızlarından tek bir cümle dökülür: “Kadına şiddete son!”
TEK ÇARE DİNİ EĞİTİM!
Peki, yıllardır; “Kadına şiddete hayır” diye bağırıyorlar da, erkeklerin uyguladığı şiddette azalma mı oldu?.. Tam aksine arttı!..
Demek oluyor ki;
Bağırmak çözüm değil!..
 
“Polisiye tedbirler” veya “panik butonu” da çözüm değil.
O halde, çözüm ne?..
 
Sevil Akbaş diyor ki;
 
 “Kadına şiddeti önlemenin tek çözümü vardır, kalplere Allah korkusunu yerleştirmek... Bu da insanlara ilkokuldan itibaren dini eğitim vererek olur... Sayın üç maymunlar, çoğunluğunuz din düşmanı olduğunuzdan, bunu hiç gündeme taşımayacaksınız. 8 Mart’ta kadına şiddeti önlemenin tek yolunun dini eğitim olduğunu hiç konuşmayacaksınız”
 
FUHUŞ SEKTÖRÜ
 
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV)’in birer “kristal” olarak gördüğü kadınlara uygulanan “şiddet”in, ancak ve ancak “dinî eğitim”le önlenebileceğini görmek isteyenler, her yıl 8 Mart’ta “şiddete hayır” diyecekler ama “fuhuş”tan hiç bahsetmeyeceklerdir.
 
Oysa, Doç.Dr. Cevdet Yılmaz, 5 yıl önce yaptığı bir açıklamada diyordu ki;
“Tahminlere göre, zorla çalıştırılmaya maruz bırakılan 12,3 milyon kişinin 2,5 milyonunu insan ticareti mağdurları oluşturmakta ve bu kişilerin yüzde 43’ü cinsel sömürü amaçlı kullanılmaktadır... Dünyada insan ticaretinden elde edilen gelir 32 milyar dolar olarak hesaplanmaktadır. Bunun 28 milyar doları da cinsel sömürü ve fuhuştan elde edilmektedir. Bu rakam insan tacirlerinin ticaretini yaptıkları tek bir kişi üzerinden aylık 1100 dolar kazandıklarını göstermektedir.”
 
Bu rakamların en çarpıcı olanı şu:
 
“Fuhuş sektörü”nde kullanılmak üzere, ülkeden ülkeye götürülen “her 3 kadından biri anne”ymiş, iyi mi?!?..
 
Peki, sorarım size;
 
“Kadına şiddete hayır” ya da “Töre cinayetine son” diye bağıran kadın dernekleri veya feminist kadınların ağzından bir defacık olsun “Genelevlere hayır” veya “Fuhuşa son” gibi bir cümle duydunuz mu?..
 
Peki; kadının “fuhuş sektörü”nde “cinsel sömürü vasıtası” olarak kullanılması, “haram”lığının yanı sıra bir “kadın hakları ihlâli” değil midir?..
Bu da bir “şiddet” değil midir?..
 
O halde, “eli kalem tutan” ve gazetelerde yazı yazan bazı kadınlar; “genelevlerin kapanmasını” istemek yerine, niye açık tutulmasını istemektedir?.. Bunları söyleyenlerin yaptıkları “iş” midir, yoksa fuhuş tüccarlarından aldıkları bir “sipariş” midir?..
 
KANAL-D’DEN AYRIMCILIK
 
Gördüğünüz gibi;
 
“Olay”lardan ve “demeç”lerden kesitler aktardık, “rakam”lar verdik, bunlara dayalı olarak da “yorum”lar yaptık.
 
Ama, “son bir örnek” var ki, onu da nakletmeden geçemem...
 
Efendim; bugünkü “haber sayfalarımız”da da okuyacağınız gibi, olay, özetle şu:
“Geçtiğimiz ay ölen Kanal D Haber Dairesi Başkanı Mehmet Ali Birand’ın “kanalın kalitesini ve imajını zedeler” gerekçesiyle çalıştırmadığı başörtülüler, Kanal D binasına, bu defa seyirci olarak bile giremedi!.. Kanal D’de yayınlanan “Ben Bilmem Eşim Bilir” programına seyirci olarak Kocaeli’nin Gölcük ilçesinden davet edilen Seviye Dergisi Dersanesi öğrencileri, içlerinde başörtülü olduğu gerekçesiyle İstanbul Bağcılar’daki Doğan Center’in içinde yer alan Kanal D binasına giremeden geri döndü.”
Peki, Kanal D’nin bu yaptığı da “kadına şiddet” veya “ayrımcılık” değil midir?
Şimdi, diyecekler ki;
 
“Yoğunluktan dolayı alamadık!”
 
İyi de, soralar adama;
 
“Madem yer sıkıntınız vardı, o halde, o kadar öğrenciyi niye davet ettiniz?”
Hem sonra;
 
“55 öğrenci”ye “Buyrun” dediğiniz halde, sadece “7 başörtülü”ye mi yer bulamadınız?!?.. Ekranlarınızda “kadın hakları”ndan dem vururken, “başörtülü öğrencilere” yaptığınız bu “halt”ı nasıl izah edeceksiniz?..
 
Uzun lâfın kısası;
 
“Başları örtülü” kadın ve kızların “istikbal”lerinin öldürüldüğü, “hunhar bir cinayet”e kurban gittikleri Türkiye’de, hâlâ “Kadınlar Günü” kutlanıyor olmasını, bir türlü anlayamıyorum...
 
Yukarıdan beri saydığım sebep ve gerekçelerle, böyle bir günün varlığını asla kabul etmiyor ve hiçbir kadının 8 Mart’ını kutlamıyorum!..
 
Çünkü kadın, bana göre “bir günün” değil, “her günün” süsüdür!..
Ve ayrıca; kadın ile erkek;
 
“Bir elmanın iki yarısı”dır.
 
 
 
Anne sütünün içinde sadece gıda değil, DNA da var!
 
Sağlık Bakanı Sayın Mehmet Müezzinoğlu’nun yaptığı son açıklama, bugünkü birinci sayfamızın manşetinde... Tamamen Bakan’ın açıklamalarına dayanarak dedik ki; “Süt Bankası askıda”.
 
Zaten, Bakan Bey de bunu söylüyor:
 
“Ülkemizde büyük bir proje halinde uygulanmasına ihtiyaç duyulan bu projenin yeterli tedbirler alınmadan kadük bir proje halinde kalmasını arzu etmiyoruz. Bu yüzden de, projenin uygulamasında bir süre gecikme olacak.”
 
Ne yalan söyleyeyim, Sayın Müezzinoğlu’nun şu sözlerini duymadan önce, “anne sütü”nün bu özelliğini bilmiyordum... Sayın Bakan, dün İzmir’de dedi ki; “Son yapılan bilimsel araştırmalarda görüldü ki; anne sütünden bebeğe, annenin DNA özellikleri de taşınmaktadır... Bu da demektir ki, anne sütü; bünyesinde sadece bir gıdayı değil, aynı zamanda can yapısını da taşımaktadır!”
 
Demek oluyor ki; “süt kardeşlerin birbirleriyle evlenmeleri” bu yüzden “haram”dır.. Öyle ya; çocuklar; “süt kardeş” olarak “aynı DNA’ları” taşımaktadır...
 
Anne sütünün bu özelliğinden sonra, Sayın Bakan’ın; “fayda ve tedbir” konusunda daha hassas olacağını sanıyorum... Bu açıklamayı yapmadan önce telefon edip, “kısa bir bilgilendirme” yapma nezaketinde bulunduğu için de kendisine teşekkür ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi