Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Rehineler bırakıldı ama müzakere “3. adım”dan sonra!

Rehineler bırakıldı ama müzakere “3. adım”dan sonra!

Dün, şüphesiz ki “önemli bir gün”dü... Nasıl ki; “Ateş düştüğü yeri yakar”mış, dün de “ateş düşen yüreklere” soğuk su serpildi.

Evet, yaklaşık 2 yıldır PKK’nın elindeki “rehine”ler dün serbest bırakıldı ve “aileleri”yle kucaklaştılar.

“Tarihe not düşmek” açısından olayla ilgili bir-iki bilgi aktarmak istiyorum.
Malûmlarınız olduğu üzre;

Terör örgütü PKK tarafından kaçırılan kamu görevlileri, Kuzey Irak’a giden heyet tarafından teslim alındı.

Heyet kamu görevlileriyle buluştuktan  sonra  Zaho’dan ayrıldı. Kaçırılan kamu görevlilerinin teslim alınması için oluşturulan heyette, Mazlum-Der Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, Genel Başkan Yardımcısı Selahattin Çoban, İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici, BDP Hakkari Milletvekili Adil Kurt ve Bitlis Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu da bulunuyordu...

KİMLİKLERİ VE DUYGULARI

Bir de PKK tarafından “rehin” alınanların isimlerine ve ne zaman rehin alındıklarına bir bakalım...

l Kaymakam adayı Kenan Erenoğlu: Muş-Diyarbakır arasında (12 Ağustos 2011)       
l Polis memuru Nadir Özgen: Van’ın Çatak ilçesinde (10 Eylül 2011)
l Polis memuru Kemal Ekinci: Şırnak’ta (1 Ekim 2011)
l Astsubay Abdullah Söpçeler: Diyarbakır-Lice karayolunda (9 Temmuz 2011)
l Uzman Çavuş Zihni Koç: Diyarbakır’ın Lice ilçesinde (9 Temmuz 2011)
l Erler Reşat Çeçan, Hadi Gizli ve Ramazan Başaran: Diyarbakır-Bingöl karayolunda (6 Ağustos 2012)

İşte bu rehineler dün serbest bırakıldılar ve aileleriyle kucaklaştılar.
O halde; çok kısa da olsa “ailelerin duyguları”nı da aktaralım...

9 Temmuz 2011’de Diyarbakır-Lice karayolunda kaçırılan Astsubay Abdullah Söpçeler ve uzman çavuş Zihni Koç, 640 gün sonra aileleriyle buluşurken, erler Reşat Çeçan, Hadi Gizli ve Ramazan Başaran 613 gün sonra ailesine kavuştu. Kaymakam adayı Kenan Erenoğlu 607 gün, polis memuru Nadir Özgen 579, Uzman Çavuş Kemal Ekinci ise 559 gün sonra ailesiyle kucaklaştı.

Kaymakam adayı Kenan Erenoğlu, ablası Hatice Diktaş’la kucaklaşırken, astsubay Abdullah Söpçeler, babasıyla kucaklaştıktan sonra eşini telefonla aradı. Eşine, “Beni her zamanki gibi evimizde bekle, geleceğim” diyen Söpçeler, 4 buçuk yaşına gelen kızı Melis’le, uyuduğu için telefonla görüşemedi.

Erenoğlu, demiş ki;

“Mutluyuz, huzurluyuz, rahatız. Her şey olması gerektiği gibi bir his var içimizde. İçimde hem doğruları yapmış olmanın memnuniyeti hem de bir eksiklik var; aileme yaşattıklarımdan dolayı. Huzurluyuz, rahatız, ne yaptığımızı biliyoruz.”

Erler, Ramazan Başaran, Reşat Çeçan ve Hadi Gizli ise, anne ve babalarına sarılarak hasret giderirken, sevinçli aileler, terörün son bulmasına yönelik çözüm sürecinin başarıyla sonuçlanması temennisinde bulunmuşlar.

Polis memuru Nadir Özgen de babasıyla sarılarak hasret giderirken, baba Özgen, “Allah devletimize zeval vermesin. Dimdik ayaktayız” demiş...

Uzman çavuş Kadir Ekinci de babası ve ağabeyine sarılarak hasret gidermiş...

KAÇIRMAK İNSANİ Mİ?

Evet, duygular böyle...

Peki, bu olayı nasıl yorumlamalı, fotoğrafı nasıl okumalıyız?..

Açık ve net söyleyeyim;

“Ailelerin sevinci”ni anlayış ve saygıyla karşılıyor olsam da, bu konuda “sevindirik” olmanın da alemi olmadığını düşünüyorum.

İçişleri Bakanı Sayın Muammer Güler’in dediği gibi;

“Tabii ki teslim edilmiş olmalarını insani buluyoruz, teslim edilmeleri aşamasında katkı veren davranışları olumlu davranışlar olarak değerlendiriyoruz ama kaçırılmaları da; getirilmiş olmaları ne kadar insaniyse, kaçırılmış olmaları da bir hak ihlalidir, insani değildir, özgürlüğün kısıtlanmasıdır ve asla tasvip edilecek bir olay değildir. Asla tekerrür etmemelidir.”

Evet, PKK’nın “rehine”leri serbest bırakmış olması, elbette “insani”dir, elbette “sürece olumlu katkı” sağlayacaktır... Ne var ki; PKK’nın yaptığı; bir insanı önce “kurşunlamak”, sonra da onu “tedavi” etmeye benziyor!..

Tamam; “tedavi” etmen iyi-hoş da, adamı niye vurdun?..

PAZARLIK YAPILDI MI?

Her neyse;
Olan oldu,
Geçen geçti.

Başbakan Yardımcısı Sayın Beşir Atalay’ın, dün yaptığı açıklamada; “Kamu görevlilerinin serbest bırakılması, karşılıklı bir pazarlık sonucu falan değil, kesin olarak onu ifade etmek istiyorum. Ama bunu biz sürecin yürümesi açısından olumlu bir jest, olumlu bir tutum olarak değerlendiriyoruz. O açıdan memnunuz” demesi, herhalde kamuoyunu da rahatlatacak, kamuoyunu da memnun edecektir.

Ne var ki;

PKK’nın “jest” yapması, ailelerin de sevinç içinde olmaları, “sorunun varlığı”nı ortadan kaldırmıyor.

Sorunun ortadan kalkabilmesi için, dün bir “iyi niyet adımı” atıldı ve rehineler serbest bırakıldı.

PKK’nın, “ikinci bir iyi niyet adımı” olarak, Nevruz’un kutlanacağı 21 Mart’ta “silah bırakacağı”na dair haberler alıyoruz... Bu haberlerin “doğru” çıkmasını temenni etmekle birlikte, meselenin “silah bırakmak”la sona ereceğine de ihtimal vermiyoruz.
Ne demişti Sayın Başbakan;

“Bölücü terör örgütü silahları bırakmakla kalmayacak. İkinci, üçüncü ülkeye gideceklerse Türkiye sınırları içinde olanlar, sınırlarımızı terk ederken bundan önce (Habur) düşülen yanlışlara fırsat vermesin. Bizler onların yurtdışına çıkışlarında bu noktada müsamahayla karşılarız.”

Demek oluyor ki;

Dünkü “iyi niyet adımı”nı diğer adımların takip etmesi gerekiyor.
Yani;

1- Esirler teslim edilecek.

2- Silah bırakılacak.

3- Türkiye terkedileck.

Ancak bunlardan sonradır ki;
“Müzakere başlayacak!”

Lütfen dikkat;

Özellikle MHP kurmayları; “Hükümet terör örgütüyle müzakere yürütüyor” iddiasında bulunsa da, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sözlerinden onu anlıyoruz ki; ortada “müzakere” filân yok!.. Müzakere; “PKK elebaşıları Türkiye’yi terkettikten sonra” başlayacak.

KARŞILIKLI EL-ENSE!

O halde; İmralı’da Abdullah Öcalan başta olmak üzere, MİT’in, Kandil’in ve BDP’nin yürüttüğü “görüşme”lerin, “mektuplaşma”ların adı nedir?..

Bunun adı “test”tir!..

Şu anda, taraflar birbirlerini “test” ediyorlar, birbirlerinin “nabız”larını yokluyorlar...
Bunun, “güreş”teki adı;

“El-ense çekmek”tir.

“Pehlivan”lar öyle yaparlar ya; birbirlerine “el-ense” çekip, bir anlamda “güç”lerini test ederler ya; şu anda İmralı ve onun siyasi uzantısı BDP ile yürütülen görüşmeler, sadece ve sadece “el-ense”dir!..

Anlayacağınız;

Henüz “güreş” başlamamıştır.
Temenni ederiz ki;

“Birinci adım” gibi, “ikinci ve üçüncü adımlar” da “tekme”ye, “çelme”ye ve “tepme”ye dönüşmeden atılsın, süreç tıpış tıpış yürüsün!..

Ki; sadece rehine aileleri değil,

Kürt aileler de sevinsin...

Yeni bir otomobil, Avrupa’ya yeni bir köle!

Aslında, ilk bakışta kulağa çok hoş geliyor... Öyle ya; “Çevreyi az kirleten otomobil için az vergi ödenecek!”

Ne güzel değil mi?.. Madem “eski otomobil” kullanıyorsun, madem etrafa “zehir” saçıyorsun, o halde bunun faturasını öde!..

Anlayacağınız, durum “tersine” dönüyor... Eskiden “yeni otomobiller için çok vergi” ödenirdi...

Maliye Bakanlığı’nın yaptığı yeni çalışmaya göre ise, artık “yeni”ler değil, “eski otomobiller” daha fazla vergi ödeyecekler!..

Gerekçe, eski otomobillerin çevreyi çok kirletmeleri!..

Dediğim gibi, kulağa çok hoş geliyor ama ben şunu düşünüyorum: Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, vatandaşı “yeni otomobile teşvik” ederken bu otomobillerin dışarıdan “Dolar” ve “Euro” ile alındığını biliyor değil mi?.. Dolar ve Euro ile alıyoruz diye “akaryakıt” fiyatlarını indirmeyen Sayın Mehmet Şimşek, otomobil ihracatçısı ülkelere “avuç dolusu döviz” ödeyeceğimizi herhalde biliyordur!..

Merak ediyorum, Sayın Bakan; “çevre”ye bu kadar duyarlılık gösterirken, “yeni bir otomobil”in, “Avrupa’ya yeni bir köle” anlamına geldiğini bilmiyor mu?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi