Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Gözünüz aydın Emine Hanım... Aradığınız “militan”lar Baro’da!

Gözünüz aydın Emine Hanım... Aradığınız “militan”lar Baro’da!

İstanbul Barosu’na üye “faşist ruhlu militan avukatlar”ın, muhabirimiz Mehmet Özmen’e yönelik “linç” girişimi, bir “zorbalık” olmakla birlikte “çok boyutlu” bir olaydır.

Öncelikle “linç” faslına bakalım...

Muhabirimiz Mehmet Özmen’le olaydan sonra konuştuğum gibi, dün sabah da konuştum ve “Nasılsın?” diye sordum.

Dedi ki;
“Herhalde darbelerin sıcaklığından olsa gerek, ilk gün pek fazla ağrı-sancı hissetmemiştim... Ama, sabah kalktığımda, bir baktım boynumu çevirmekte zorlanıyorum... Yataktan kalkıp, yere basmak istediğimde bacaklarımı kaldıramadım... Kimse görmedi ama, baldırlarıma tekmelerle vurdular... Çok sert darbeler almış olmalıyım ki, nefes almakta da zorlanıyorum... Kaburgalarım kırılmadı ama, atılan yumruklarla zedelenmiş olmalı!..”

Hep böyle olmaz mı?..

İnsana “kamyon” çarpsa, “olayın sıcaklığı” ile bir şey anlayamaz.. Ama o sıcaklık geçince, “darbe” alınan bölgeler ağrımaya, sızlamaya başlar... İşte bu yüzden, “kaza” geçiren bir insanı, “iç kanama” endişesiyle “24 saat müşahede altında tutarlar.”
Gerçi Mehmet Özmen’e “kamyon” çarpmadı... Ama, “onlarca ayı”nın saldırısına uğradı ki, muhabirimiz “kamyon çarpmıştan beter” oldu!..

Şu hâle bakın;
“Göğsünü” yumruklamışlar,
“Boynunu” yumruklamışlar,
“Baldır”larını tekmelemişler!

Bir insan, “onlarca ayı”nın saldırısına karşı ne yapabilir, ne kadar direnebilir?..
Mehmet; “Kendimi korumaya çalıştım ama, baktım yumruklar çoğaldı... Son gücümle bağırdım... Daha sonra bayılıp, yere düşmüşüm... Sonrasını hatırlamıyorum... Eğer bayılıp yere düşmeseydim, herhalde öldüreceklerdi!..”

Sadece bu saldırıdan sonra bile, İstanbul Barosu’nun saldırgan avukatlarına, artık “Baro’cular” demekten vazgeçip, “Boz ayılar” denilse, yeridir!.. Demek ki; “in”lerinden çıkıp, “salon”lara kadar geldiler!..

EDEN, BULUR!

Haliç Kongre Merkezi’nde “ayıların saldırısı”na uğrayan muhabirimiz Mehmet Özmen’e bir defa daha “geçmiş olsun” derken, gelelim olayın bir diğer boyutuna...
Muhabirimiz Mehmet Özmen, sille-tokat dövülerek salondan çıkartıldığına göre; bir gün gelir, “ayı”ları da “salon”lardan atarlar.

Malûm, bu dünya;
“Etme-bulma dünyası”dır!.
Ne ekersen, onu biçersin!..

Fizikteki “etki-tepki” kuralı, bir gün gelir, “hukuk”ta da uygulanır ve “hakim” veya “savcı”, Baro’nun avukatlarına der ki;

“Kamu görevi yapan gazeteci sizler tarafından tekme-tokat salondan çıkarılıyorsa, şu anda biz de aynı hakkı kullanıyor ve jandarmaya diyoruz ki: Bunları dışarı atın!.. Eğer çıkmazlarsa dipçik veya postalla icaplarına bakabilirsiniz!..
Savunma hakkı da neymiş?..

Sizler, bir gazetecinin haber alma hakkına saygı gösterdiniz mi ki, biz de sizin savunma hakkınıza saygı gösterelim?..
Ne ettilerse, bulsunlar!..
Vurun!.. Dipçikleyin!..
Tekmeleyin!.. Atın dışarı!”

Ne o; “Kocaçakal”ların itirazları mı var?.. Kendilerinin “kamu görevi” yaptıklarını söyleyip, “savunmanın susturulduğunu” mu iddia ediyorlar?..

Eee, sizin yaptığınız ne?..

Siz de Haliç Kongre Merkezi’nin salonlarında “kamu görevi” yapan bir gazeteciyi “susturmaya” ve hatta daha ileri gidip “kan kusturmaya” kalkmadınız mı?..
Ne yani;

Günlük hayatta “etki-tepki” kuralı vardır da, “hukuk”ta yok mudur?..
Dün “saldıran” insanlar, bugün “saldırıya uğramayı” hak etmiş olmazlar mı?..
Susun!.. Zırlamayın!.

Unutmayın ki;
Bu dünya, “etme-bulma” dünyasıdır!..
“Şiddet” eken, “şiddet” biçer!..
“Dövenleri de döverler!”

Hakim veya savcı, bir gün gelir de, avukatlara böyle der mi?..
Elbette demez!.

Çünkü hakim veya savcılar, “hukuk kuralları”na göre hareket ederler, Baro’cular gibi “Orman Kanunları”na göre değil!..

Ama, “orman kaçkınları”na aynı mukabelede bulunurlarsa da, hiç kimsenin karşı çıkmaya hakkı olamaz!..
“Orman kaçkınları”na,

Elbette “Orman Kanunları” uygulanır!

SİZ DE Mİ NUMARA YAPIYORSUNUZ?

Bu olay;

“Kişi başkalarınıda kendisi gibi bilirmiş” sözünün ne kadar isabetli olduğunu bir defa daha göstermiştir!.

“İki kör”ün hikâyesini bilirsiniz...
Hikâye bu ya;

“İki kör”; karşılıklı oturmuş, “dolma” yiyorlarmış da, biri, diğerine, “Dolmaları niye çift çift yiyorsun?” diye sormuş da, öteki kör; “Allah’tan kork be adam!.. Sen kör, ben kör; nereden çıkardın ikişer ikişer yediğimi?” demiş ya... Bunun üzerine, “soruyu soran kör”, şöyle karşılık vermiş ya;

“Ben ikişer ikişer yiyorum da!”
Aynen hikâyedeki gibi...

Yazının başında anlattığım gibi; muhabirimiz Mehmet Özmen’in “Ensesinden... Göğsünden... Ve baldırından” aldığı darbeler sonucu daha fazla direnç gösteremeyip, bayıldığını söyledim ya; “Darbeci Baro”nun “faşist militanları” ne demişler biliyor musunuz;

“Numara yapıyor, numara!
Provokatöre aldanmayın!”
“Vicdansızlığı” görüyor musunuz;

Adam bayılmış ve öylece yerde yatıyor ama “insanlıktan nasipsiz adamcıklar” bağırıyor;
“Numara yapıyor, numara!”

Dedim ya;
“Kişi, başkalarını da
Kendisi gibi bilirmiş!”
Demek oluyor ki;
“Bunların hayatı numara!”

Kendileri hep “numara” yaptığından olsa gerek, Mehmet Özmen’in “yerde baygın yatması”nın da bir numara olduğunu zannediyorlar!..

Bu “Ergenekon avukatları”na sormak lâzım değil mi?.. Savunmasını üstlendiğiniz “general”lerden biri; “Hastayım, beni GATA’ya kaldırın” dediğinde, biz de; “İnanmayın!.. Numara yapıyor!” mu diyeceğiz?..

Ya da, kendilerine dönüp;
Hani, “üzerimizde baskı ve şiddet var” diye yırtınıyorsunuz ya; aslında üzerinizde baskı ve şiddet yok da, “numara” mı yapıyorsunuz?..
 

Mehmet Özmen’in bayılmasına “Numara” dediğinize göre, demek oluyor ki, sizler birer “numara uzmanı” olmuşsunuz!
Yalnız, anlayamadığım şu;
“Uzman” olmaya uzmansınız da;

Numara yapmada “Bir Numara” mısınız, yoksa “Yüz Numara” mı, onu anlayamadım!..
Sizi gidi “numaracılar” sizi!..

SOĞAN ERKEKLERİ!

Herkesin gözleri önünde, bir “gazeteci”yi yalnız yakalayıp, üzerine çullandınız!..
Yumrukladınız, tekmelediniz ve “bayıltıncaya” kadar dövdünüz!..
Aklınız sıra, “erkeklik” yaptınız!..

İyi de, Mehmet Özmen “yalnız” değil ki... Onun arkasında “Akit ailesi” var...
Nitekim, onun “yalnız olmadığını” göstermek için, dün “Yayın Kurulu üyeleri” olarak, “İstanbul Barosu’nun merkez binası”na geldik ve orada hem “basın açıklaması” yaptık, hem de “siyah çelenk” bıraktık...

Dedik ki;
“Lincin hesabını soracağız!”
Peki, siz nerelerdeydiniz?..

Kendinizi niye içeri kilitlediniz, niye bir tekiniz bile dışarı çıkamadı?..
Madem “erkek”tiniz, niye hiçbirinizin gıkı çıkmadı?..
Niye korktunuz?..
Niye tırstınız?..

Sizin erkekliğiniz, sizin gücünüz sadece “yalnız bir gazeteci”ye mi yetiyor?..
“Kalabalığı” görünce içeri kaçıp, kendinizi kilitlediniz, öyle mi?..
Sizi gidi “soğan erkekleri” sizi!..

EMİNE ÜLKER’İN MİLİTANLARI!

Bir çift söz de, CHP’nin YARSAV’dan transfer ettiği Emine Ülker Tarhan’a...
Malûm, Emine Ülker Tarhan, 2011 yılının Aralık ayında internete düşen “ses kaydı”nda diyordu ki;

“HSYK’da verimli olacak adama ihtiyacımız yok bizim... Bize, orada dik duracak adam lâzım!.. YARSAV’ın haklarını koruyacak, yani YARSAV’IN MİLİTANI olacak adam lazım bize!.. Başka bir şeye ihtiyaç yok!!!”

Sırası gelmişken, Emine Ülker Tarhan hanımefendiye;
“Gözünüz aydın” diyorum, “Gözünüz aydın Emine Hanım; aradığınız militanlar, arka bahçenizde, yani İstanbul Barosu’nda yetişiyor!”
Bunlar, öyle “militan”lar ki;

“Yumruk” onlarda!..
“Tekme” onlarda!..
“Zorbalık” onlarda!..

“Bayıltıncaya... Hastanelik edinceye kadar gazeteci dövmek” onlarda!..
Atatürk, “Aradığın kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur” der ya, Emine Ülker Tarhan’ın aradığı “militan”lar da, İstanbul Barosu’nu işgal eden “fosil gen”lerde mevcuttur!..

Bu “faşist zihniyet”in İstanbul Barosu’nda “iktidar” olunca neler yaptığını gördükten sonra, diyorum ki;

“Bu zihniyet, iyi ki halkın oyuyla iktidara gelemiyor!.. Eğer bir de iktidar olsalar var ya, inanın, millete yaşam hakkı da tanımazlar!”

Bugün “gazeteci”yi çiğneyenler,
Yarın da “millet”i ayaklarının altına alırlar ve üzerinde “dans”ederler!..
Yaparlar mı?.. Yaparlar!..
“Zorba”lardan her şey beklenir!..
Allah, “şer”lerinden korusun!..
Şükürler olsun ki;
Bunlar, “son çırpınışları”dır!..

 


Bir zamanlar, onlar da güçlüydü!
“İstanbul Barosu’nun zorba faşistleri” hakkında aşağıda yazdığım yazıyı daha iyi anlayabilmek için, dün “savcılık” tarafından “Ergenekon sanıkları” hakkında talep edilen “ceza”lara bir bakmak lâzım...
Kimi hakkında “ağırlaştırılmış müebbet” istendi, kimi hakkında “müebbet”, kimi hakkında da “birkaç yıllık hapis”ler!..
Aralarında İlker Başbuğ da vardı, Alparslan Arslan da!.. Kemal Gürüz de vardı, Kemal Alemdaroğlu da...
“Eli silahlı” da vardı, “tepesi külahlı” da!..
Bunların hemen hepsi; “yetki” ellerinde, “koltuk” altlarında iken adeta “terör” estiriyorlar, hukuk-mukuk tanımayıp; “Biz ne dersek o olur!” havalarında dolaşıyorlardı.
Sonra; “Keser döndü, sap döndü, elbette hesap da döndü” ve bugün hesap veriyorlar.
Onun için diyorum ki;
Muhabirimiz Mehmet Özmen’i “döven” zorbalar, bir gün gelip, kendilerinin de “dayak” yiyeceğini unutmamalıdır!..
Öyle ya, bugünün yarını da var!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi