Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Kur’ânî Mânada Milliyetçi, Şeriatçı ve İslâmcı Demektir

Kur’ânî Mânada Milliyetçi, Şeriatçı ve İslâmcı Demektir

Ulusçuluk, ırkçılık ve kavmiyetçilik, milliyetçilikle karıştırılmaktadır. Kavram kargaşası vebadan, âfetten, savaştan daha kötüdür. Türkiye’de bu kötülüğü yapanlar Cumhuriyet ilkeleriyle düşünenlerdir. Milliyetçi olduğunu söyleyenler, milliyetçiliğin İslâm ve şeriat üzere bir araya gelerek millet olanların değerlerini sevmek ve ihya etmek mânasına geldiğini bilmekle sorumludurlar.

Millet kelimesinden neşet eden “milliyetçilik”, dini ve dinin sosyal değerlerini savunmak demektir. 20. Asrın başlarına kadar Osmanlı’da millet ve milliyet kavramları dinî açıdan müsbet mânaya sahipti. Çünkü millet kavramı İslâm’la aynı mânaya geliyordu.
“Milliyetçiyim” diyenlere, milliyeti, İslâm ve şeriatı sahiplenme mânasında kullanıp kullanmadığını sorun. Cumhuriyetin modern seküler zihniyetiyle “milliyetçiyim” diyorsa, yanlış kullandığını ikaz edin. Milliyetçiliği İslâmî mânada kullanmayan siyasî partileri, dernek, kuruluş ve grupları aydınlatmak ve uyarmak millî, yani Kur’ânî bir vazifedir. 
20. Yüzyılda Türkiye’ye ideolojik bir kavram olarak giren ulusçuluk karşılığında kullanılan milliyet ve milliyetçilik kelimeleri Batı’daki muhtevasıyla anlaşılagelmiş ve İslâmî olan bu kavramlar kirletilmiştir. 
Milliyet kelimesi, İslâm ve şeriat mânasına gelen millet ve dolayısıyla millî kavramının oluş hâlidir, Kur’ânî bir kelimedir ve şeriattan yana olmak demektir. Müslümanlar açısından milliyetçilik “millet”ten olma şuurudur. Milliyetçi fikirlerde, İslâmî kaynak ve deliller olup olmadığına bakmak şarttır. 

D. Mehmet Doğan’ın “Büyük Türkçe Sözlük”ünde milliyet kelimesi “aynı milletten, yani aynı dinden olma hâli, bir milleti diğer bir milletten ayıran unsurların toplamı, aynı millete mensup olanların tamamı” mânasında ve milliyetçilik de; “millet, milliyet topluluğunu, kendi dininden olanları esas alan, onu sevmek ve yüceltmek ana fikrine dayanan görüş” olarak târif ediliyor.        

“MİLLİYETÇİLİĞİN ‘MİLLET’İNİ BİLMEK GEREK ÖNCE”

Ali Yurtgezen’in ifadesiyle “Milliyetçiliğin ‘millet’i”ni bilmek gerek önce. Onun tesbitleri meseleyi vuzuha kavuşturacak tesbitlerdir: 

“Millet kavramını yanlış anlıyoruz. Böyle olunca da gönül gönüle, omuz omuza vermesi gereken müslümanlar birbirinden ayrışıyor, ırk ve köken davası güdüp kardeşini yabancı görüyor. Millet İslâmî bir kavramdır ve kesinlikle bugün anlaşıldığı üzere ırkla, ulusla, kavimle ilgili değildir. Cenazelerimizi ‘Millet-i İbrahim’ üzere defneden bizler, o milletin ne olduğunu anlamamız, milliyetçiliğimizi buna göre tashih etmemiz gerekiyor. 19. yüzyıldan sonra İslâm âleminin yaşadığı parçalanmanın, ümmetin düştüğü tefrikanın önemli bir sebebi, Türkçeye yanlış olarak ‘milliyetçilik’ diye aktardığımız ‘nasyonalizm.’ Cahiliyye asabiyesinin modern versiyonu olan nasyonalizm, Fransız İhtilali’nden sonra, Batı’nın kendi şartlarında elverişli bir çözüm imkanı olarak rağbet görmüş. Sadece dünyevî bir verimliliği esas alan ve bu uğurda geleneksel bütünlükleri ayrıştırıp daha küçük birimler halinde yeniden düzenlemeyi metod olarak kabul eden modernizmin, şimdilerde modası geçen ulus-devlet dizaynına gerekçe yaptığı bir ideoloji. Vahye sırtını dönerek sabit ayağını kaybettiği için hiçbir meseleyi asla düzgün çizgilerle kuşatamayan modernizmin diğer kavramları gibi bu da kaypak, karmaşık ve belirsiz. Bizdeki milliyetçilik anlayışlarında görüldüğü üzere, ‘Kişi kavmini sevmekle kınanmaz’ noktasındaki masum ve meşru türünden, kollektif bir nefsaniyetin ateşine odun taşıyanına kadar belki yüzlerce çeşidi var. (…) Fakat bir müslüman ‘milliyetçiyim’ diyorsa öncelikle bu anlayışın dayandığı millet kavramının ne olduğunu bilmek durumundadır. Milliyetçilik sonuçta bir millet kavramı üzerine kurulduğuna göre ‘millet’ nedir? Kur’an-ı Kerim, millet ‘din’dir diyor. Bizim irfanımızda Osmanlı’nın son zamanlarına kadar da topluluk ismi olarak kullanıldığında ‘bir dine mensup insanlar’ anlamı veriliyor millet kelimesine. Halbuki nasyonalizmin dayandığı ‘nation’ veya ‘ulus’u belki ‘kavim’ kavramıyla karşılayabiliriz. Belki diyoruz, çünkü ‘ulus’ kavim bile değil. Çok zaman devlet eliyle planlanan bir toplum mühendisliğinin, yapay bir inşanın ürünü.”
   
“DİN VE MİLLİYET MÜTTEHİTTİR”                                                                                      
Bediüzzaman Hazretleri, “Milliyetimiz bir vücuttur; ruhu İslâmiyet, aklı iman ve Kur’ân’dır”  diyor ve millîyet kavramının asıl mânası dışındaki ırkçılığı ve milliyetçiliği reddediyor. “İslâm, kati bir sûrette menfî milliyeti ve fikr-i unsuriyeti (ırkçılığı) kabul etmiyor. Çünkü müsbet ve mukaddes İslâmiyet milliyeti ona ihtiyaç bırakmıyor. Evet, acaba hangi unsur var ki, üç yüz elli milyon (şimdi bir buçuk milyar) vardır? Ve o İslâmiyet yerine o unsuriyet fikri (ırkçılık), fikir sahibine o kadar kardeşleri, hem ebedî kardeşleri kazandırsın? Evet, menfî milliyetin tarihçe pek çok zararları görüldü. Ezcümle, Emeviler, bir parça fikr-i milliyeti (Arap ırkçılığını) siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâmı küstürdüler, hem kendileri de çok felâketler çektiler.”
                                                                                                                                                 Müsbet bir istikâmet gösteren Bediüzzaman Hazretleri, “dine dayalı gayret ve hamiyetin genelde millete daha çok mâlolduğunu, ırka dayalı hamiyetin hususî kaldığını” ifade ediyor. “Biz Müslümanlar indimizde ve yanımızda, din ve milliyet, bizzat müttehittir; itibarî, zâhirî, ârızî bir ayrılık var. Belki, din milliyetin hayatı ve ruhudur.”
Türkçülük adındaki menfî milliyetin zararlarını da temas ediyor. Bu tarzdaki milliyeti yanlış uygulamaktansa, onu İslâm’a göre faydalı hâle dönüştürmeyi teklif ediyor: “Müsbet milliyet, hayat-ı içtimâîyenin ihtiyac-ı dâhilisinden ileri geliyor. Teavüne, tesanüde sebeptir, menfaatli bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i İslâmîyeyi daha ziyade teyit edecek bir vasıta olur. Şu müsbet fikr-i milliyet, İslâmiyete hadim (hizmetkâr) olmalı, kal’a olmalı, yerine geçmemeli.” 

“MİLLİYETÇİYİM” DEMEK, “ŞERİATÇIYIM” DEMEKTİR

Demek ki “milliyet” üzerinden konuşup hareket eden herkese “İslâmî mânasında kullanıp kullanmadığını sormak gerek. İslâmî mânada “milliyetçiyim” diyenlere “İslâmcı ve şeriatçı olduğunu” söylemek ve tebrik etmek lâzım. Tepki gösterenlere de “siz milliyetçi değil, ulusçusunuz” demek gerek.

“Milliyetçi bir anlayışa sahibim” diyenlerin milliyetçiliğinde İslâm ve şeriata dair mesnet ne kadar güçlü ise o kadar millîdir. Yoksa gayr-ı millîdir. Günümüzde kullanılan “milliyetçi” ve “milliyetçilik” söylemleri ulusçuluktur, kelimenin asıl mânasıyla ünsiyeti yoktur. Bu mânada milliyetçi kavramını siyasi partilerinin ön ismi yapan hareketin milliyetçiliği yanlıştır, sekülerdir ve ulusçuluktur. Öyle ki kırk yıllık milliyetçi parti bu mânada milliyetçi değildir. 

Bir başka misal: Türkçü derneklerin bir asırdır sürüp gelen ve elan devam eden Türk milliyetçiliği anlayışı da milliyetçi değil, ulusçudur. Zemini modern ve sekülerdir. Bu ve benzeri kuruluşların “milliyetçiyiz” demelerinin millet nezdinde hiçbir değeri ve inandırıcılığı yoktur. Çünkü Müslümanlığın esas olduğuna inanan Türkiye’deki Türkler, bu grupların, “milliyetçi” ve “milliyetçilik” kavramını İslâm ve şeriat mânasında kullanmadığını gayet iyi biliyor. 

HER MİLLİYETÇİ AYNI ZAMANDA ŞERİATÇI VE İSLÂMİYETÇİDİR 

Ulusçuların ve kavmiyetçilerin dilinden bu Kur’ânî kavramları düşürtmeye çalışmalı. Ya aslına uygun “milliyetçiyim, yani şeriat yolundayım” dedirtmeye çalışmak, ya da “milliyetçi” kavramını kullanmamasını, “ulusçuyum” demesini tavsiye etmek lâzım. Böylece Kur’ânî bakımdan gerçek milliyetçiler ve modern ulus çizgisindeki sun’î ve yapma milliyetçiler belli olmalı ve herkes yerini bu mânaya göre tercih etmelidir. İslâmî ölçüler içinde idrak edilirse ancak “milliyetçiyim” denilebileceği kavranmalı. Bu ölçüler içinde her milliyetçi aynı zamanda şeriatçı ve İslâmiyetçi olduğunu bilmelidir. 
    
Bakışımızı Kur’ân’dan aldığımızda “milliyetçi” ifadesi, İslâmiyetçi ve şeriatçı, yani bu istikâmette bir toplum ve devlet üstüne gayesi olan demektir. “Şeriatçılık” ifadesinde “cılık” ekini misâlleri açıklığa kavuşturmak için kullandığımız dikkate alınmalı. Elbette İslâm ve şeriat bir ideoloji değildir. Dolayısıyla “şeriatçılık” ifadesine ihtiyacımız yok, şeriata tâbi olunur.
  
Milliyetçiliğin dünyevî bir ideoloji olarak alınışı Batı kaynaklıdır. Milliyetçilik (ulusçuluk, ulusalcılık), Türkiye Cumhuriyetinin ideolojisinin de temelini oluşturdu. İslâm öncesi Türk tarihi ile Batılılaşma veya “muâsır medeniyet” (çağdaş uygarlık) seviyesine ulaşma düşüncesi, bu milliyetçiliğin esasıdır. Devrimler bu esaslar üzerine oturtulmuştur. Atatürk milliyetçiliği, şeriatçı mânasındaki milliyet kavramının antitezidir. 2. Meşrûtiyet devrinde başlayan Batılı mânada milliyetçilik tartışmaları, milliyetçiliğin Türkçülük çizgisine çekilmesinin bir sonucudur. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu gibi aydınların (bunlar arasında Tekinalp takma adlı Mohiz Kohen gibi Yahudiler de vardır) başını çektiği, İttihat ve Terakki iktidarının desteğine de sahip bir akımdı. Türkiye’deki hâlihazırdaki milliyetçi düşünceler buna yakın sentezci karakter taşır.
 
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ MİLLİYETÇİ DEĞİLDİR

Modern-ulus mânasıyla "millîyetçilik" hiçbir zaman millete ait olan değildir. Ulusçu Cumhuriyet devletinin kabul ettirmeye çalıştığı resmî ve laikçi ideolojisidir. Modern zihniyette önce ordu, sonra devlet, arkasından ulus gelir. Yani ordu önce devlet kurar, devlet ulus inşa eder. Tek Parti Cumhuriyeti’nin yaptığı da bu doğrultudadır. Bu mânada milliyetçilik, "kökü dışarıda bir ideoloji"dir. Batı tarzı milliyetçilikten iktibas ve ithal edilen bir şablondur. İslâmîlikten neşet eden milliyetçi tavırla hiçbir uyum ve benzerliği yoktur.                            
"Milliyet" kelimesini suiistimal ve tahrif edenler, Atatürkçülük zemininde bir milliyetçiliği dayatanlardır. Bu tahrif ameliyesine katılanların içinde kafa karışıklığına en çok sebebiyet verenler ise, Cumhuriyet ilkeleri istikâmetinde seküler bir İslâm’ın ve İslâm öncesi Türk kültürünün sentezi olan Türkçülük adıyla milliyetçilik yapanlardır. Çünkü bu akım çok kullandığı “milliyetçi” kavramının yanında üçüncü derecede bir unsur olarak İslâm’ı seküler zeminde kullanarak toplumla sözde akrabalık kurmaya ve “yakın” olmaya çalışmaktadır ki sûret-i haktan görünüşü yanıltıcıdır ve yeterince “millî” değildir. Siyasî parti, ocak ve benzeri kuruluşlar adı altında yapılan milliyetçi düşünceler de bilerek veya bilmeden bu tahrif ameliyesine hizmet etmektedir.  

ULUSÇULUK VE ETNİSİTE ÜZERİNDEN MİLLİYETÇİLİK OLMAZ

Ulusçuluk ve etnisite üzerinden milliyetçilik kurgulama projeleri hiçbir zaman millet değerlerine hitap etmemiştir ve etmeyecektir. Çünkü milliyetçilik için oluşturulan aklî ve seküler kaynaklar, İslâmî esaslara karşıdır. İslâm’ın varlığının devlet ve kamu hayatında hâkim olmasını kabul etmez ve kültürel olarak kalmasını yeğler. 
"Milliyetçilik", günümüzde uluslaşma sürecinde pek çok değişme geçirmiş, erozyona uğramış ve yozlaşmıştır. Uluslaşma sürecinde dinî medeniyetin yerine modern-seküler “kutsalların”  yerleştirilmesi ve İslâm’dan arıtılmış bir milliyetçi şuur oluşturulması için dili, yani Türkçe’yi laikleştirerek, İslâm’la olan bağını kesmişlerdir. Kemalistler ve Türkçüler tarafından “dilin bir enerji olduğu” söylenir. Fakat Türkçe’nin Kur’ân’la ve İslâmîyetle irtibatını keserek inandırıcı olamamışlardır. 

KİM ŞERİAT ÜZERE MİLLİYETÇİYİM DİYORSA MAKBULDÜR

Türkçe’nin ve milliyetçiliğin “enerji” olduğu düşüncesi doğrudur. Türkçe’nin Kur’ân’a muhatap bir dil olduğuna inanmak ve Türkçe’yi yeniden Kur’ân’a yaslanan bir dil hâline getirmek, milliyetçiliğin de şeriat ve din üzere tutulan yolun idealistliği mânasına geldiğini kavramak şartıyla bu iki “enerji” millet olmayı güçlendirebilir. Türk milliyetçileriyiz diyenler bu iki şartı yerine getirip değişirlerse “millet”i inşa etmeye fayda sağlayabilirler.                                                                                                                                                                                                                                                 
Türkiye’de bugün ve yarınki milliyetçilik, İslâmî mânasıyla milliyetçilik olmalıdır. Kim İslâmiyeti ve şeriatı esas alarak milliyetçiyim diyorsa makbuldür. 

------------------------------------

İLÂVE YAZI:

MUARIZLARIMDA İNSAFIN NÂMI KALMAMIŞ

Ey azizan! Böyle muarızlar gördünüz mü siz? Abdülhamid Han’ın muarızları Jöntürkler bile, fakirin muarızlarından insaflıydı. Haddi aşan bir teşbih olacak amma, Hunu, Ömay ve Cemay gibi muarızları merhum Abdulhamit Han bile görmedi desem yeridir. Hatta onun karşıtları olan İttihatçılar muarızlarımı tanımış olsalardı bu işe Yakup Cemil gibi bir silahşör ayarlarlardı. Durum bu noktaya geldi ey azizan!
“Doğu’nun oğulları” yazımıza iftira etmiş Hunu adlı muarızım, “Bu yazıyı kime yazıyorsunuz bilmiyorum, Doğunun oğulları ile Türklere laf söylemek nereden ve hangi gerekçe ile icap ediyor onu da bilmiyorum ama bu içi boş sözde İslamcı tavrınız yüz yıl öncesinin nafile çabalarını hatırlatıyor, kastınız kürtlere islamcılık ümmetçilik va'zetmekse borun pazarı uzak değil, sizin zannettiğiniz gibi kürt-islamcılar da solcu kürtlerden daha fazla ırkçılık var, boşyere gölge boksu yapmayın” demiş. 
Neresinde fikir var bu sözlerin? Kürt İslâmcılıkla hiç ilgilenmedim. Saham da değil. Kürtçülükle de ilgilenmiyorum. BDP ve PKK’nın Allah belâsını versin, umurumda bile değil. Kürtçüler bıktırdı artık. Ne halleri varsa görsünler. İnandığım Cumhuriyet devleti anlayışında Müslüman Kürtlerin yeri var. Bendenizin düşüncesindeki İslâmileşmiş ve şeriat üzere yol tutmuş Türklerin hadim olduğu Türkiye İslâm Cumhuriyetinde yaşayacaklarsa buyursunlar, “yok biz illa ki ayrı olacağız, sizi sevmiyoruz” diyorlarsa, ne diyeyim. Dövüşmeye değmez, “hadi gülle güle” derim.
Fakirin dâvası, İslâm’ı bütünüyle sahiplenmiş Türklerin inşa edeceği Türkiye İslâm Cumhuriyetidir ve bu yönde tedrici ve hazmederek değişmeyi sağlamak, var olan seksen beş yıllık ulusalcı kavram ve idrak kirliliğini temizlemektir.  
Muarızım Cemay da “Türk denir diyemiyorsunuz. Şükürler olsun ki mübarekler size türkistan dedirtiyorlar. mübarekleri tanımlarken ki ızdırabınızı anlıyoruz ancak ne yapalım Allah'ın takdiri böyle tecelli etmiş. ne kadar üzülseniz de bu böyle” diyor. 
El insaf yahu! Bu uydurma gerekçeleri hangi ifadem ve yazıma göre yakıştırıyor?
Çanakkale yazımızın kahramanı Koca Seyit’e, Hunu’nun dedikleri akıl-izan işi değil: “liberalizmde böyle şeylerin yeri var mı acaba ali ağabey, birde aslında askerlerimiz düşmanlarla ya müzakere etmesi yada diyalogculuk yapması lazımdı boşyere!!! şehit olmuşlar.”
Ömay,  ulusalcı komplocular gibi soru soruyor ve sözde fakiri düşürmeye çalışıyor: “Yüzbaşının türk olduğunu nerden biliyorsunuz?” diyor. Güya, Türkleri teori olarak bildiğimi ima etmiş. Bu iftirayı ne İsrail, ne ABD atar?
Hunu çok tehlikeli ve ince yerden vuran bir muarızımdır. Attığı iftiraları, ne Aydınlıkçılar, ne Mossad ve CİA atamaz inanın. Şu iftira, fakire atılaca bir iftira mıdır?  “Efendim M. Şevket Eygi’nin adı çıkmış diyorlar, her gittiği yerde yiyip içtiklerini anlatıyor diye, esas tatlıya, çikolataya düşkün olan siz imişsiniz, öyle diyorlar. Hem yer-içer hem de mevzua bile girmez diyorlarmış, bir de evde cuma kıldığınızı tüm memleket biliyor.
Ömay, bugünlerde iftirada irtifa kaydediyor ve Mossad-Ergenekon’un tâlimli iftiracılarını da geçmiş. Şu sözler fakire leke sürmek içindir: “Kadim de biziz. Bin küsur yıl bizim temsil ettiğimiz kavramlarla mı bizi eleştireceksin. Dön de bir bak sizin İslamcıların haline, Tanzimat’tan ders çıkaramayan ittihatçılara benziyorsunuz.”
Ömay, Aydınlıkçı ulusalcı ağızla muhalefet etmeye başladı. İftiraya bakın:
“Uzatmayın. biz Türk milletinden değiliz deyin, siz de kurtulun biz de. Bırakın Türk milletinin ve Türk milliyetçilerinin yakasını. Artık İbrahim milletinden mi olursunuz, Musa’nın mı nereden olursanız olun keyif sizin. Biz sizin hangi milletten olduğunuza karışıyor muyuz.” 
Hunu’nun, şu iftiraları derin devletçilerin kuruluşu olan milli güvenlik akademisinde verilen muarızlık strateji derslerinden öğrendiğine şüphem yok: “Mustafa Recep Paşa’nın fermanına şerh yazıyorsunuz herhalde. Türk’e Türk denmeyecekmiş yazınızdan anlaşılan. Böylece dünyada değil kainattaki bütün problemler hallolacakmış. kımıl ve süne zararlısı tarih olacakmış çiftçimiz nefes alacakmış, bol ürün olacak inekler samansız kalmayacak kısaca hayat bayram olacakmış. Devir değişti İbrahim milleti denince akla diyalogculuk evangelizm geliyor, vsvs.”
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu partici olarak değil de, değerli bir insan olarak gördüğümden hakkında bir mersiye yazmıştım. Muarızım Hunu demediğini koymadı: “Bu kadar partizan olunmaz ki Bbp daha önce memur sen’in yaptığı uygulamayı yaptı anket yaptı desteklemediniz, haber bile yapılmadı,  memursen yapınca hemen balıklama dalıyorsunuz , sonrada Muhsin ağabeye yazılar yazıyorsunuz. Tamam memuesen akp’nin uzantısı anladıkta bu kadar partizanlık fazla.”
Dünya âlem bilir ki, 33 yıldır hiçbir siyasî partiye meyyal ve üye olmadım. Dahası, particilik yapmadım. Daima partiler üstü kaldım. Fikrimize ve inançlarımıza hizmeti olan partileri bir aidiyet duygusuyla değil, teknik mânada takdir ettim.
Diyorum ki: Bu muarızlarımın üstüne fikir ve gönül dostlarım olan güzel insanlar Dr. Mehmet Ceran, Cüneyt Cesur ve Murat Yücel’i göndersem biraz fikir ve vicdan sahibi olmazlar mı acaba? Siz ne dersiniz ey azizan?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
14 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi