M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

M. Kemal Vaktiyle ne Demişti? TÜRK mü İSLAM mı?

M. Kemal Vaktiyle ne Demişti? TÜRK mü İSLAM mı?

“Yüce Meclisimizi oluşturan zevat yalnız Türk, yalnız Çerkes, yalnız Kürd, yalnız Lâz değildir. Fakat bunların hepsinden oluşan Müslüman unsurlardır.” (M. Kemal Paşa)

YIL 1920... Mayıs’ın 1’indeyiz. Vak’a Ankara’da geçer. Millet Meclisi daha yeni açılmıştır. 23 Nisan’la 1 Mayıs arasında kaç gün vardır...

Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey kürsüye çıkar ve Sıhhat Vekâleti hakkında bir konuşma yapar. Konuşmasında “Türk... Türklük...” kelimelerini sık sık kullanır. Bu konuşmadan bazı cümleler alalım.

Yusuf Kemal Bey (Kastamonu Mebusu)

- ...Her Türkün söyleyeceği şey: Memleketimizde görülecek ilk iş sıhhıye işidir. Çünkü sıhhat olmazsa çünkü Türklük sıhhatli bulunmazsa, o Türkler üzerine bina edeceğimiz hiçbir iş kalmaz... Türkleri muhafaza etmek için evvelâ sıhhati muhafaza etmeli... Türklüğü bitiren hastalıkları bir an evvel kaldırmazsak, eğer Türk ailesinin ve Türk ferdinin refahını temin edecek esbabı istikmâl etmezsek hepsi boştur...

Yusuf Kemal Beyin bu konuşması üzerine Sivas Mebusu Emir Paşa Kürsüye çıkar.

O da şöyle konuşur:

Yusuf Kemal Beyefendi Hazretlerinin irad-ı kelâm ettiği sırada sıhhatlerinin muhafazası lüzumunu yalnız Türklere hasretmiş olmasına itiraz ediyorum... (İslâm demekti sedâları... Kelime ile oynamayın sesleri) Müsaade buyurun. Zannederim ki Müslümanlık namına teessüs etmiş bir Hilafet vardır. Değil buradaki Müslümanlar, aktar-ı cihanda bulunan umum Müslimînin bu Hilafete merbutiyetlerini unutmamak iktiza eder. Rica ederim ki, yalnız Türklük namını istimal etmeyelim. Çünkü Türklük namına biz buraya cem’ olmadık. (gürültüler). Rica ederim sadece Türkler değil, Müslümanlar demek, hatta Osmanlılar demek kâfidir efendim. (İslâm deniliyor sadâları...) Bu vatanda Çerkes, Çeçen, Kürd, Laz ve daha birtakım İslâm kabileleri vardır. Bunları hariçte bırakacak, tefrikaya sebep olacak söz söylemeyelim. (Gürültüler)

Reis:

_ Müsaade buyurunuz, devam etsin!

Emir Paşa (devamla):

- Bendeniz bu mesele hakkında uzun söz söyleyecek değilim. Bu gibi sözlerin şimdiye kadar bir faidesini görmedik. Hepimiz Hilafete merbutuz. Bu Hilafet-i muazzamayı birçok asırlardan beri muhafaza edenin Türk kavm-i necibi olduğunu da kimse inkar edemez. Yalnız tefrikayı icab edecek hiçbir söz söylenilmemesini tekrar temenni ediyorum.

Sivas Mebusu Emir Paşanın bu ikinci konuşmasından sonra kürsüye, “Yaver-i Hazret-i Şehriyarî” Mustafa Kemal Paşa çıkar ve aşağıdaki konuşmayı yapar ki, Paşanın o tarihteki milliyetçilik anlayışını aksettirmesi yönünden son derece ehemmiyetli bir tarihî vesika teşkil etmektedir.

Muhterem okuyucularımın dikkatle mütalâa buyurmalarını istirham ederim.

Mustafa Kemal Paşa:

- Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada maksud olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyedir, samimi bir mecmuadır. Binaenaleyh bu heyet-i âliyenin temsil ettiği; hukukunu, hayatını, şerefini kurtarmak için azmettiği emeller, yalnız bir unsur-ı İslâm’a münhasır değildir. Anasır-ı İslâmiyeden mürekkep bir kitleye aittir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz. Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz İskenderun’un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder. İşte hudud-ı millîmiz budur dedik! Hâlbuki Kerkük şimalinde Türk olduğu gibi Kürd de vardır. Biz onları tefrik etmedik. Binaenaleyh muhafaza ve müdafaası ile iştigal ettiğimiz millet bittabi bu unsurdan ibaret değildir. Muhtelif anasır-ı İslâmiyeden mürekkeptir. Bu mecmuayı teşkil eden her bir unsur-ı İslâm bizim kardeşimiz ve menafii tamamıyla müşterek olan vatandaşımızdır. Ve yine kabul ettiğimiz esasatın ilk satırlarında bu muhtelif anasır-ı İslâmiye ki: vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ile riayetkârdırlar ve yekdiğerinin her türlü hukukuna; ırkî, ictimaî, coğrafî hukukuna daima riayetkâr olduğunu tekrar te’yid ettik ve cümlemiz bugün samimiyetle kabul ettik. Binaenaleyh menafiimiz müşterektir. Tahsiline azmettiğimiz vahdet, yalnız Türk değil, yalnız Çerkes değil hepsinden memzuc bir unsur-ı İslâmdır. Bunun böyle telâkkisini ve sui tefehhümata meydan verilmemesini rica ediyorum. (Alkışlar)

1920’de böyle konuşulurken, daha sonra, CHP tek parti iktidarı zamanında, bu söylenilenlere tamamen zıt bir ideoloji benimsenmiştir. Bu ideoloji, Tekin Alp takma adıyla kitaplar ve makaleler yazan Yahudi Moiz Kohen’in ortaya attığı sahte Türk milliyetçiliği, sahte Türkçülüktür. Bu adam, kitaplarından birine “Kahr Olsun Şeriat!..” başlıklı bir bölüm koyacak kadar azılı ve şiddetli bir İslâm düşmanıdır.

Türkiye tarihini sorgulamıyor, Türkiye yakın tarihinde olup bitenlerin iç yüzünü bilmiyor. Türkiye yasaklar, tabular, tehditler içinde boğuluyor.

Mâzide yapılan yanlışları bilmeden, onları sorgulayıp telâfi etmeden, geleceğimizi güven altına almamız mümkün değildir.

Moiz Kohen ideolojisi Türkiye’yi bugünkü hale düşürmüştür.

İslâm dini menfi kavmiyetçiliği kabul etmez, meşru görmez.

1920’lerde, Millî Mücadele yıllarında Müslüman Kürtlere verilen sözler tutulmamıştır. Müslüman Kürtlere zulm edilmiştir. Sadece Kürtlere değil, Türklere de zulm edilmiştir.

Çerkeslere de zulm edilmiştir. Diğerlerine de...

Bugünkü toplumsal çürümenin, dağılmanın, kopukluğun, yabancılaşmanın ana sebebi Moiz Kohen ideolojisidir.

Evet bu ülkenin adı Türkiye’dir, burada Türk dili konuşulur, Türkler dominant unsurdur ama Kürtler, Zazalar, Çerkesler, Çeçenler, Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar, Araplar ve daha düzinelerce anasır-ı İslâmiye vardır. Onların altkimliklerine ve hukukuna hürmet edilmesi gerekir.

Türkiye bir İslâm ülkesidir. İslâm bu ülkedeki çeşitliliğin harcı ve çimentosudur.

Türkiye İslâmsız ayakta duramaz.

Toplumsal barışı ve mutabakatı korumak istiyorsak İslâm’a sarılmalıyız. İslâm ırkçılığı reddeder. Üstünlük ve fazilet şu veya bu kavme mensup olmakta değil; ilimde, irfanda, ahlak ve karakter yüksekliğinde, hayır ve hasenattadır.

Müslüman bir Türk, sâlih bir Kürdü, fâsık bir Türke tercih etmekle yükümlüdür.

Müslüman bir Kürt, sâlih Türkü, fâsık Kürde tercih edecektir.

Bu memlekette, Osmanlı cihan devletinden kalan Alman, İspanyol, Rus, Macar, Leh kökenli nüfus da vardır. Onların bir kısmı erimiş ve kökenlerini unutmuştur.

Bu memlekette milyonlarca Kripto yaşamaktadır.

Moiz Kohen Tekin Alp kavmiyetçiliği Türkiye’yi bir uçurumun kenarına getirmiştir. Bu ideolojiden dönülmezse, 1920’lerin doğru ilkelerine yönelinmezse geleceğimiz çok karanlıktır.

Moiz Kohen ideolojisini benimseyen, savunan, resmî ideoloji haline getiren Sabataycıların, statüko konusunda direnmeleri meşru değildir.

Bazıları Türkiye’nin bölünmesini yıllarca önce kapalı kapılar ardında gizli konuşmalar ve protokollerle kabul etmiştir.

Biz anasır-ı İslâmiye yâni Müslüman Türkler, Müslüman Kürtler, Müslüman Çerkesler, Müslüman Arnavutlar, Müslüman Boşnaklar ve diğer Müslüman unsurlar böyle bir bölünmeyi ve parçalanmayı asla kabul etmeyiz. Biz hep kardeşiz. Biz evrensel bir Ümmet’in içindeki çeşitlilikleriz. Bu çeşitlilik fitne, fesat, tefrika sebebi değil, zenginlik ve güç kaynağıdır.

Tekrar ediyorum:

İslâmsız kurtuluş olmaz. İslâmsız istikbal karanlıktır. Moiz Kohen ideolojisinde israr felaketimize yol açar.

 

“İkinci yazı”

Merhum Ramazan el-Bûtî

Suriye Ehl-i Sünnet ulemasından Said Ramazan el-Bûtî, seksen dört yaşında olduğu halde Şam’da camide torunu ve başka Müslümanlar ile birlikte şehid edildi. Allah rahmet eylesin, günah ve hatalarını afv buyursun.

Nasıl öldüğüne veya öldürüldüğüne dair çeşitli senaryolar ve şüpheler vardır. İktidardaki Baas rejiminin resmî senaryosu inandırıcı değildir.

Bûtî binlerce Sünnî din alimi ve fakih yetiştirmiş bir kimseydi. Altmış kadar değerli ve faydalı kitap telif ve tasnif etmiştir.

İtikad, ilim ve fıkıh bakımından hata etmemiştir ama ülkesindeki zalim Nuseyrî Baasî rejimini desteklemesi büyük hata olmuştur. Sünnî bir alim olarak bu rejimi niçin desteklemiştir? Bu desteklemede ikrah var mıdır?

Bûtî’nin, mezhepsizliğin İslam Şeraitini tehdit eden en büyük tehlike olduğuna dair bir kitabı vardır. Selefîliğin bir mezheb değil, İslamın başlangıcındaki çok hayırlı üç kuşak olduğuna dair başka bir kitabı vardır.

Onun zalim, kanlı, acımasız azınlık rejimini desteklemesi, maalesef ilmine, hizmetine gölge düşürmüştür.

Şiîler, Vehhabîler, Selefîler, neo-Haricîler, Ehl-i Sünnet düşmanları onu hiç sevmezlerdi.

Bûtî’nin, ölümünden bir müddet önce bir kısım akrabasını Türkiyeye göndermiş olduğuna dair rivayetler okudum. Belki de kendisi de kaçacaktı ama fırsat vermediler.

İslam adalet ve insaf dinidir. Bûtî hakkında hüküm verebilmek, hele onu kesin şekilde mahkum edebilmek için mutlaka müdafaasının alınması gereklidir. O şimdi yaşamadığına göre artık kendisini müdafaa edemez. O halde onun aleyhinde savcılık yapanların aynı zamanda savunmasını da yapmaları gerekir.

Baasî-Nuseyrî rejimini desteklemesi, şer’an haklı bir mazereti yoksa, elbette günahtır ama Ehl-i Sünnet itikadına göre günah işlemek kişiyi imandan çıkartmaz. Yeter ki, haram olan bir günahın helal olduğuna inanmasın.

Suriyenin son elli yıllık tarihi büyük facialarla doludur…

Diktatör Esed keşke, Tunus diktatörü Zeynel Abidin gibi iktidarı bırakıp gitmiş olsaydı… Yahut hür ve serbest seçimler yaptırıp öyle ayrılsaydı.

Suriyede yaşananlar o ülkenin bir meselesi değildir. Orada İran, Türkiye, Suudî Arabistan, bazı Körfez devletleri, ABD, İsrail savaş vermektedir.

İrak’ta sosyolojik açıdan Sünnî bir devlet vardı. O yıkıldı, yerine Şiî bir diktatörlük geldi. İran ve müttefikleri, Suriyedeki Nuseyrî rejimin yıkılmasına izin vermediler.

Bundan bin dört yüz küsur yıl önce de Ortadoğuda İran-Bizans hegemonyası savaşları oluyordu.

Tunusta, Libyada, Mali’de zalim iktidarları deviren veya kovan Selefîler ne yaptılar? Evliya türbelerini ve yanlarındaki camileri buldozerlerle yıktılar.

Beşar Esed gidicidir. Acaba onun rejiminin yerine nasıl bir rejim gelecektir? Vehhabî bir rejim gelirse ilk olarak Şamdaki Muhyiddin Arabî türbesini ve diğer evliya türbelerini yıkacaktır.

Nuseyrî rejimi çoktan yıkılırdı ama yerine Sünnî bir rejim gelmesinden endişe eden İsrail, ABD, AB, Rusya, Çin, İran mânen ve maddeten çökmüş olan o bozuk rejimi ayakta tutmaya çalışıyor.

Şu sıralarda BOP’tan bahs eden yok ama Büyük Ortadoğu Projesi sinsice uygulanıyor. İrak bölündü… Kürdistan devleti kuruldu… Türkiye şöyle veya böyle parçalanıyor… Mısıra huzur gelmedi… Tunusta buhran devam ediyor… Malide savaş var…

Amerikan ve Siyonist hegemonyasının ayakta kalması için Müslümanlar bölünmeli ve birbirleriyle çarpıştırılmalıdır.

Yeni Papa ilk seyahatine Kürdistana yapacakmış… Başka bir şey söylemeye lüzum var mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi