ŞÜKÜR MÜ? NANKÖRLÜK MÜ? 2

ŞÜKÜR MÜ? NANKÖRLÜK MÜ? 2

Bir işçi işinde ne denli sadık, çalışkan ve dürüstse o denli işverenden taltif ve mükafat görür. çevresi tarafından da takdir edilip güven kazanır. İş çevrelerinde böylesi elemanlar, adeta mumla aranan sporcu misali transfer yolları aranır. Dolayısıyla onun maaşı da işine sadakatı oranında artar. Aynı şekilde öğretmen; çalışkan öğrenciyle tembel olanı aynı tutmaz. Amir; sadakatli ve dürüst olan memuruyla olmayanı aynı tutmaz. Bila teşbih ne kadar iş o kadar köfte derler ya ne kadar şükür o kadar bereket, ne kadar kulluk o kadar ihsan ve rahmet.
İşveren, amir, öğretmen vs cüce insan, dürüstlüğü, başarıyı karşılıksız bırakmayıp mükafatını veriyor da, yüceler yücesi, rahmet hazinesi sonsuz olan Rabbu’l Alemin şükrün, fikrin ve kulluğun hakkını -haşa- yerde kor mu?
önceki yazımızda konuyla ilgili bazı ayetleri serdetmiştik. Şimdi de örnek olarak sadece bir hadisi kudsi ve bir hadis-i şerifi beraberce hatırlayıp üzerinde tefekkür edelim.
Ebu Zer el-Gıfari’nin (r.a) Hz Peygamberden (s.a.v) naklettiğine göre, Efendimiz (s.a.v) Rabbi’nin şöyle dediğini nakletmiştir:

“Ey kullarım, ben kendime zulmü haram kıldım ve zulmü sizin aranızda da haram kıldım, birbirinize zulmetmeyiniz. Kullarım, benim doğru yola ulaştırdıklarım dışında hepiniz dalalettesiniz (yolunuzu sapıtmışsınız). Benden hidayet isteyin, bende size hidayet edeyim. Ey kullarım, benim doyurduklarım dışında hepiniz açsınız. Benden rızık isteyiniz, sizi rızıklandırayım (yedirip içireyim). Ey kullarım, benim giydirdiklerim dışında hepiniz çıplaksınız. Benden giyecek isteyiniz, sizi giydireyim. Ey kullarım, siz gece gündüz hata işlersiniz. Bense günahları toptan bağışlarım. Ey kullarım. Sizin bana zarar vermeye gücünüz yetmez ki bana zarar veresiniz. Bana fayda sağlamaya gücünüz yetmez ki bana fayda sağlayasınız. Ey kullarım, sizin öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız, cinleriniz, hepsi birden sizin en muttaki olanınız gibi olsa yine de bu, benim mülkümde hiçbir şey arttırmaz. Ey kullarım, sizin öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız, cinleriniz, hepsi birden sizin en facir (günahkar) olanınız gibi olsa yine de bu, benim mülkümden hiçbir şey eksiltmez. Ey kullarım, sizin öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz hep beraber bir yerde toplansalar da benden istekte bulunsalar onların her birinin isteklerini yerine getirsem, bu benim mülkümden, denize sokulup çıkarılan iğnenin denizden eksilttiği su kadar bir şey eksiltmez. Ey kullarım, şu sizin yaptıklarınızı ben size sayarım (sizi hesaba çekerim). Bunlara göre de karşılığını veririm. Şu halde kim bir hayırla karşılaşırsa Allah’a (c.c) hamdetsin. Kim de hayırdan başka bir şeyle karşılaşırsa, sadece kendini kınasın.”
Ebul-abbas Abdullah b. Abbas’ın (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Ben bir gün peygamber’in (s.a.v) arkasında (bineğinin terkisinde) idim. Bana şöyle dedi:
“Delikanlı! Şimdi sana bazı şeyler öğreteceğim. Onları iyice ezberle (ve uygula) ki Allah da (c.c) seni korusun, gözetsin. Onları ezberle ki, her baktığın yerde Allah’ı bulasın. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardıma muhtaç olduğunda ondan yardım dile. Şunu iyice bil ki, bütün insanlık sana bir iyilik yapmak için bir araya gelseler, ancak Allah’ın sana takdir ettiği kadar iyilik yapabilirler. Yine sana bir kötülük yapmak için bir araya gelseler, ancak Allah’ın sana takdir ettiği kadar kötülük yapabilirler. Kalemler kaldırılmış, sayfalar kurumuştur.”

Durum bu iken insanın bu denli endişeleri kitle iletişim araçlarının bilinçli ve kasıtlı olarak vatandaşı karamsarlığa sürüklemeye çalışması anlaşılır gibi değil. Hani hedef bilgilendirme ve dolayısıyla vatandaşı israf ve savurganlık konusunda uyarma, yetkilileri de tedbir almaya sevk etmek olsa ne ala. Kaldı ki bu uyarı bile kainatın sahibini devre dışı bırakırcasına olmamalıdır.
Madem medyanın görevi uyarmak, sakındırmak ve yapabildiği oranda da eğitmekse, o halde birazda vatandaşı, mülkün sahibine karşı şükretmeye de yönlendirmeli değil mi? Ancak üzülerek görüyoruz ki; sadece deprem hakkında ilahi ikaz dedikleri için bazı hoca efendiler takibata uğradı, gözaltı, mahkeme ve derken mahkum edildi. Bu konuda medya da ispiyonculuk, kışkırtma ve çarpıtmanın en bariz örneğini sergiledi. Halbuki halkı uyarıp kötüden iyiye yönlendirme çabası güden bu gibi açıklamalar teşekkür ve minnet hak etmektedir. Ama heyhat!.. “taşların bağlandığı itlerin salıverildiği yerler”de tam tersi oluyor.
Evet tüm tabii felaketlerin bir çok sebepleri var. Ancak bunun en bariz sebeplerinden biri elbette ki bunların ilahi ikaz oluşlarıdır. Bunun tartışmasız delili ise Kur’an-ı Kerim’de nice felaketlerle helak edilen kavimlerdir. Bunun için Fecr suresinin ilk 14 ayetini inceleyiniz.
İnançla pek alakası kalmamış, her şeyi maddeyle ölçüp biçen batı dünyasının böyle davranması beklenebilir. Ancak % 99 küsürü Müslüman olan bir ülkede bu tutum çok garip ve cahilce durmaktadır.
ACİL çAĞRI
Ey! sorumluluk bilincinde olan medya mensupları; küresel ısınma, kuraklık, sel, deprem, yangın ve benzeri konuları işlerken, yapıcı uyarılar israf ve savurganlıktan sakındırma çabalarınız elbette takdire şayan, ancak kainatın sahibini devre dışı gösterme intibasından sakının. Birazcık reyting uğruna ortalığı velveleye verip tozu dumana katmanın gereği yok.
Ey bilim adamı ve konunun uzmanı olarak kamuoyunu uyarma ve bilgilendirme makamında olanlar! Lütfen sizler de aynı hassasiyeti gösterin. Biliniz ki susma hakkına sahip değilsiniz ve söylediğiniz her şey mahkemey-i kübrada aleyhinize delil olarak kullanılabilir.
Ve ey halkım! Rahmet ve bereket hazineleri sonsuz olan zat-ı zülcelalin, üzerinize hazinelerinin kapılarını açmasını istiyorsanız yeniden ona dönün! Hamd edin, şükredin O’na, kulluğun hakkını verin! Onun yağmur yükü bulutları çok. Yer altı ve yer üstü kaynaklarına o hükmediyor, rızıklandırılmamız için gerekli tüm ekip ve ekipman, O’nun işaretini bekliyor ve size bir şükür kadar yakın.
Ayrıca şunu da bilelim ki dünya kurulalı beri her yıl, yerden aynı oranda su buharlaşıyor ve yağmur, kar veya dolu olarak tekrar yeryüzüne iniyor. Peki neden belli yerlerde insanlar, canlılar ve bitkiler kuraklıktan telef olurken, diğer bazı yerlerde sel, kar, dolu veya fırtına inerek, rahmet ve bereket, felaket ve azaba dönüşmektedir. İşte bunun şifresi şükür veya nankörlükte gizli. Başka sebep aramaya gerek yok.
Şimdi önümüzde iki yol var: YA ŞüKREDİP DüNYADA BEREKET VE HUZURA, AHİRETTE İSE CENNETE KAVUŞACAĞIZ YA DA NANKöRLüĞE DEVAM EDİP DüNYA-AHİRET SüRüNMEYE DEVAM EDECEĞİZ.

Müslim 40 hadis H no=24 İmamı Nevevi
Tirmizi, Ahmet bin Hanbel Age. H no: 19


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi