Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Kimsenin kafasına taş düşmedi... Herkesin aklı başına geldi

Kimsenin kafasına taş düşmedi... Herkesin aklı başına geldi

Kaldığımız yerden devam edelim.

Dün de ifade ettiğim gibi, “İzmirli”lerin dile getirdiği “5 endişe” vardı... Bunlara ilâveten, bir de, şöyle soruları vardı:
“30 yıldır terörle sonuç almaya çalışan PKK’nın başına taş mı düştü ki, şimdi silâh bırakıyor?.. Bu bir Amerikan ve Siyonist oyunu mu?.. Sizler de bu Amerikan-Siyonist tezgâhının sözcülüğünü mü yapıyorsunuz?.. Bu iş için kaç para alıyorsunuz?”
Bu sorular, “Ege heyeti” olarak sadece bizlere değil, “Akil insanların hepsine” soruluyor... Bazıları da, bizleri “devletin maaşlı memurları” olarak görüyor ki; cevaba, sondan başlayalım.
Öncelikle ifade edeyim ki;
Bizler ne “devlet memuru”yuz, ne de “Hükümet’in sözcüleri!”
Daha önce de ifade ettiğim gibi, bizler; “Kan dursun, gözyaşları dinsin” isteyen “gönüllü” insanlarız!
Bu göreve de, kimse “zorla” getirilmedi... Hiç kimseye de, “şunları, şunları söyleyin” anlamında bir tek kelime dahi “dikte” ettirilmedi.
Daha enteresanını söyleyeyim;
Bizim “Ege Grubu”nda öyle insanlar var ki; “Hükümet’in bazı görüş ve icraatlarına muhalif” ama, bu sürecin başarısı için görev almış ve bunu da “iftihar vesilesi” olarak görüyor.
Sizin anlayacağınız;
Öyle bir ekip ki, içinde “İslam’cısı var, Sosyalist’i var, Solcu’su var, Milliyetçi’si var, Liberali var...”
Hele bir düşünün;
“Her görüşten” insan, “Akil insanlar çatısı” altında birleşiyor ve tek amaçları da; “Silahların susmasına, kanın durmasına, gözyaşının dinmesi”ne katkıda bulunmak!..
Böyle bir ekipten;
Hiç “Hükümet Sözcüsü” çıkar mı?..
Kendi içinde bile “farklı görüşler” barındıran bir heyetten, “tek tip görüş” çıkar mı?..
Uzun lâfın kısası;
“Ege heyeti”nden olmadığı gibi, diğer heyetlerden de “Hükümet Sözcüsü” çıkmaz!..
Zaten bizim görevimiz de “Hükümet’in görüşlerini halka yansıtmak” değil, “Halkın görüşlerini Hükümet’e yansıtmak” ve “Sürecin, Türkiye’nin hayrına olduğunu anlatmak”tır.

BU MU MÜKELLEF KAHVALTI?

“Devlet memurluğu” meselesine gelince... Bu nasıl “devlet memurluğu”dur ki; ne “maaş” var, ne de “harcırah!”
Bizlerin, “kişi başına 45 milyar” aldığımızı iddia edenlere bir çağrım var... Böyle bir para aldığımızı ispat etsinler, “45 milyarın tamamını” onlara vermeye hazırım..
Herkes bilsin ki;
Görev yapacağımız 2 ay boyunca, cebimize “bir tek kuruş bile” girmeyecek.
Bazı gazeteler, Urla’da “Deniz manzaralı tesiste mükellef kahvaltı” yaptığımızı yazıp, soruyor;
“Faturayı kim ödeyecek?”
Allah’tan korkun be!..
“Mükellef kahvaltı” dedikleri; “çay, ekmek, peynir, zeytin, simit ve salça”dan ibaret...
Bu mu mükellef kahvaltı?..
Biliyorum, bunu yazdım diye; şimdi de kalkıp “kahvaltıyı beğenmedi” diyecekler.
Yok öyle bir şey!..
Sadece, “sıradan bir kahvaltı” demek istiyorum... Onun da fiyatı “kişi başı 15 lira”yı geçmez...
O masada Kaymakam da vardı, Belediye Başkanı ve AK Parti ilçe başkanı da... Müsaade edin de, “misafir”lerine o kadarcık “ikram”da bulunsunlar.
“Fatura” sormanın alemi ne?.. Kahvaltı ve yemeği de çok görüyorlarsa, onun parasını da cebimizden öderiz... Yeter ki, Türkiye daha fazla fatura ödemesin!..

BU KOMPLEKSTEN KURTULALIM!

Gelelim;
“PKK’nın başına taş mı düştü ki, barış istemeye başladı” meselesine...
Kemalpaşa ilçesinde;
Saadet Partisi Soğukpınar Temsilciliği’nin bitişindeki Hacegan Çayevi’ndeki sohbetimiz esnasında da söyledim, tekrar edeyim;
Her işin altında “bit yeniği” arama paranoyasından artık kurtulalım.
Bu öyle bir “paranoya” ki;
“Elin gâvuru yapar,
Biz yapamayız!”
Ya da;
İş, “Filanca lider, ABD’den icazet aldı, geldi Türkiye’de Başbakan seçildi!” demeye kadar vardı!
Bu, her şeyden önce, o Başbakan’ı seçen “halkın oyları”na hakarettir!..
“Çözüm Süreci” de öyle...
Bunu “Amerika” istemiş, “Siyonistler” istemiş, bu bir “NATO plânı” imiş!.. Yoksa, PKK niye “barış” istesinmiş!..
Bir de “PKK tarafı”na bakmak ve orada da “aynı soru”nun sorulduğunu görmek lâzım değil mi?..
Siz sanıyor musunuz ki;
“PKK’nın şahinleri” bu işten hoşnuttur!.. Siz sanıyor musunuz ki, onlar da bu süreci “davulla-zurnayla” karşılamaktadır!..
“Devlet” de, “PKK” da, sonunda gördü ve anladı ki; “Bu iş silâhla çözülmez!”
Bir “kan dâvâsı”nı düşünün...
İki ailenin fertleri birbirlerini öldürüyor... O ailenin bireyleri, diğer ailenin “baba”sını, “kardeş”ini veya “abi”sini öldürüyor!..
Soyları kuruyor, soyları!..
Böyle böyle;
20 yıl, 30 yıl, hatta 50-60 yıl süren kân dâvâları çıkıyor ortaya... Sonunda ne oluyor?.. Birilerinin aklı başına geliyor ve diyorlar ki; “Bitirelim bu işi!.. Olan oldu, ölen öldü!.. Hiç olmazsa bundan sonrakiler, öldürülme korkusuyla diken üstünde yaşamasın!”
Örnekleri yok mu bunun?..
Yörenin “akil insanları” tarafından “barış yemekleri” verilerek, “kan dâvâları”nın bitirildiği olaylar yok mu?..
Evet, PKK terörü 30 yıldır devam ediyor... Bugüne kadar “silah”lar konuştu, “kan”lar aktı, “gözyaşları” sel olup, aktı!..
Peki, nereye kadar?..
Öldür öldür, nereye kadar?..
“Çözüm” bulunması, “kan”ın durması ve “gözyaşı”nın dinmesi için, birilerinin başına, illâ da “taş” veya “saksı” düşmesi gerekmiyor!..
Bazen, “akılların başa geldiği” de oluyor... Devlet ve PKK, 30 yılın sonunda; “ölerek veya öldürerek” bir yere varılamayacağını anlamışsa, bu işin altında illâ “bit yeniği” mi arayacağız?..
Farz edelim ki;
Bir “bit yeniği” vardır.
O zaman, sormalı değil miyiz;
“Kim kazançlı çıktı?”
Kimsenin kuşkusu olmasın ki;
“Kazançlı çıkan Türklerdir, Kürtlerdir.
Kazançlı çıkan Türkiye’dir.”
Süreç başarıyla tamamlandığında Türkler ve Kürtler el ele verecek, enerjilerini birleştirecek ve Türkiye’yi birlikte kalkındıracaklardır!..
Biz bunun için görev aldık.
“Parayla” değil,
“Gönüllü” olarak.
Urla’da yediğim “5 tane zeytin” eğer “mükellef kahvaltı” oluyorsa, ben o kahvaltıyı evimde de yapıyorum!

VALİ BEY’LE İLGİLİ YAZI

“Heyet üyeleri”ne yönelik “eleştiri”ler, giderek “saldırı” ve hatta “itibarsızlaştırma” boyutlarına varmaya başladı.
Tabiî, “hedef gösterenler” de var.
Biliyorsunuz; “şahsımla” ilgili eleştiri, saldırı ve karalamalara, çok mecbur kalmadıkça, “2 ay süreyle cevap vermeyeceğimi” söyledim.
Kararım hâlâ değişmedi.
Ne var ki, beni “İzmir Valisi üzerinden vurmaya” ya da “İzmir Valisi ile hesabını benim üzerimden görmeye” çalışan bir “medyatör”e cevap vermeye mecbur kaldım...
Efendim, biliyorsunuz;
30 Mart tarihinde, yani bundan 16 gün önce İzmir Valisi Cahit Kıraç’la ilgili “eleştirel bir yazı” yazdım.
Yazının özü şuydu:
“28 Şubat sürecindeki fişlemeler, Vali Cahit Kıraç’ın İzmir’inde devam mı ediyor?”
Bu yazıyı, Vali Cahit Kıraç’ın “nasıl bir insan” olduğunu bilerek yazdım... Ondan, böyle bir “yanlışlık” beklemediğim için, işin doğrusu biraz “sitem” ettim...
Her neyse...
“Yazıdan 16 gün sonra”, bir de baktım, 14 Nisan günü, yani geçtiğimiz Pazar günü, yani, benim de aralarında bulunduğum “Akil İnsanlar Heyeti”nin İzmir’de bulunduğu gün, Milliyet’in Ege ilâvesinde Fevzi Hepşenkal adlı birinin kaleme aldığı bir yazı.
Başlığı da şu:
“Yeni Akit’ten Kıraç’a ayıp!”
Sizin anlayacağınız;
Fevzi Hepşenkal adlı şahıs, 16 gün önceki yazımı, tam da “hassas bir süreç”te köşesine alıp, demiş ki;
“Biz, kime ne kadar kızarsak kızalım, hiç kimseye ve İzmir gibi bir şehrin valisine ve hele de o şehre nefret kusmayız!.. Ama, anlaşılan; devir böyle davranmayı gerektiriyor!.. Aksi halde, bu satırların yazarı Akil İnsan ilân edilip de, adeta İzmir Valisi’ne ceza verircesine Ege’ye gönderilir miydi?”
Dedim ya;
İşin içinde İzmir Valisi olmasaydı, “sözü amuda kaldıran” bu adama güler geçerdim...
Ama bir yandan Vali Bey’i “kışkırtan”, bir yandan da “İzmir halkını galeyana getirmeyi” amaçlayan bu adama cevap vermeden geçemedim.
Söyleyin Allah aşkına;
Bir “fişleme” olayından dolayı Vali Bey’i “eleştiren” o yazının “İzmirliler”le ve onlara “nefret kusmakla” ilgisi ne?..
Benim “Akil İnsanlar Heyeti”ne seçilmemle Vali Bey niye cezalandırılmış olsun ki?..
Ben “Vali Bey’in dünya görüşü”nden farklı bir dünya görüşüne sahip değilim ki... Belki de “aynı değerlere” sahip olduğumuz ve ondan böyle bir uygulama beklemediğim için, eleştirinin dozajı biraz sert oldu...
Haa, eleştirdim diye Vali Bey’e “düşman” filan olmadım!..
Bugün darılırım,
Yarın sarılırım...
Fevzi Hepşenkal gibiler, sakın yanlış bir zehaba kapılıp da, bundan malzeme çıkarmaya çalışmasın!..
Yoksa, “hayal kırıklığı”na uğrarlar...
“Parti kurma” ve “siyaset” işlerinde “hayal kırıklığı”na uğradığı gibi!
Vali Cahit Kıraç’la aramızı; değil Fevzi Hepşenkal, hiç kimse bozamaz!..
Fevzi Hepşenkal, “Vali Bey ve İzmir halkı ile aramızı bozmaya” çalışacağına, “bozulan kimyasını” tamir etmeye çalışsa, daha iyi eder.
Diyeyim ve bitireyim yazımı...
Dilerim;
Bu süreç başarıya ulaşır.

KATKIMIZ OLURSA NE MUTLU

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Ankara’daki Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle düzenlenen toplantıda dediği gibi;
l “Hazreti Peygamber; nasıl ki mübarek hırkasını yere serip Hacerü’l-Esved’i onun üzerine koyup, herkesi o hırkanın bir ucundan tutturup yine mübarek elleriyle, o mübarek taşı yerine koyduysa, bugün 76 milyon tek yürek halinde, ciğerimizi yakan, yüreğimizi köze çeviren meselede taşın altına elimizi koyalım, hırkanın bir ucundan tutalım.”
l “Kim ki kanın aktığı, canların yandığı, ocaklara ateşlerin düştüğü bu meseleye kayıtsız kalırsa, bu kadim kardeşlik hukukumuza yüz çevirmiştir... Kim ki aynı kıbleye dönen annelerin, aynı peygamberin izinden giden babaların acısı için yüreğini ortaya koymazsa; Ahsen-i Takvim’e, yani en güzel huy üzerinde yaratılmış olmaya muhalefet etmiştir”
l “Kim ki kanayan bir yarayı sarmak, tedavi etmek varken, kardeşliği yüceltmek varken, öfkenin, nefretin, husumetin ve ırkçılığın diline teslim olmuşsa, Hazreti Kur’an ve Hazreti Nebi’nin değil, açık söylüyorum Ebu Cehillerin yanındadır.”
l “Akan kana seyirci kalan da kan akıtan zalimlerin sırtını sıvazlayan da en kutsal, en mübarek varlık olan insan ve insan onuruna karşı aleni hürmetsizlik içindedir.”
Başbakan’ın dediği gibi, bu taşın altına biz de elimizi koyduk...
“Barış süreci”ne katkımız olursa;
Ne mutlu bize...
Bay Kılıçdaroğlu’nun “sıfır”ları!

 

Bay Kılıçdaroğlu’nun “sıfır”ları!
Başbakan Tayyip Erdoğan; kendisini “tarih bilmemekle” itham eden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, dün öyle bir yüklendi ki, Bay Kılıçdaroğlu bu sözlerin altından nasıl kalkar, bilinmez.
Başbakan Erdoğan, Bay Kılıçdaroğlu için dedi ki;
“Kılıçdaroğlu; biz tarihi çok ama çok iyi biliriz... Biz tarihi Göktürk anıtlarından Tonyukük anıtlarına, Malazgirt’den Mohaç’a kadar,  İstanbul’un fethinden Çaldıran’a kadar, Çanakkale’den Kurtuluş Savaşına çok ama çok iyi biliriz. Biz, Cumhuriyet tarihini de iyi biliriz(…) Sayın Kılıçdaroğlu’nun tarih karnesi ise ortada... Bakın Dersim tarihi sıfır, CHP tarihi sıfır, demokrasi tarihi sıfır, İstanbul şehir tarihi sıfır...
Aday olduğu ilçeyi filan bilmez. Kağıthane’ye Kağıttepe diyecek kadar... Futbol tarihi o da sıfır. Çünkü Lefter’i orta sahadan alıp kaleye geçirecek kadar sıfır.
Bitmedi;
İslam ve Türkiye tarihi yıldızlı sıfır. ‘’
Başbakan, bir şeyi unutmuş... Bay Kılıçdaroğlu’nun “teknoloji tarihi” de sıfır!..
Hem de;
“Yürüyen merdivene ters binecek kadar!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi