Faruk Köse

Faruk Köse

Anayasa Mahkemesi laikliği mi tanımladı, dini mi?

Anayasa Mahkemesi laikliği mi tanımladı, dini mi?

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 4+4+4 Yasasının bazı maddelerinin iptali istemiyle açılan davaya ilişkin gerekçeli kararı, 28622 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı. Davada, “Kur’an-ı Kerim” ve “Hz. Peygamberimizin Hayatı” derslerinin seçmeli ders olarak okutulmasının iptali isteniyordu. İptal talebi reddedildi.

Ancak AYM’nin red gerekçesindeki tanımlalar, yeni sorunları doğuracak nitelikte. Nasıl ki yıllar önce başörtüsü ile ilgili verilen AYM kararı hâlâ aşılamıyor ve sorun hukuki olarak devam ediyorsa, bu gerekçe de ileride ciddi sorunlar doğurabilir. Çünkü AYM, karar gerekçesinde “Laiklik”i tanımlarken, aynı zamanda “din”i de tanımlamış oluyor.
Laik Devlete din karşısında bazı roller biçen AYM, bunu yaparken “din”e de yeni bir biçim veriyor. Laik siyasal sistemde, “dini konular”daki “bireysel tercihler” ve bunların şekillendirdiği “yaşam tarzı”nın “devletin müdahalesi dışında, ancak koruması altında” olduğunu belirten AYM’ye göre; “laik devletin temel amaçlarından biri, toplumsal çeşitliliği koruyarak, bireylerin sahip oldukları inançlarıyla barış içinde bir arada yaşayabilecekleri siyasal düzenleri inşa etmektir.”
Böylece AYM, farklı dinlerin “Laiklik şemsiyesi” altında bir arada yaşadığı bir “toplumsal model” öneriyor; Laiklik, dinleri harmanlayan bir mekanizma olarak belirleniyor. Hak din İslam ile bâtıl dinleri “Laiklik şemsiyesi” altında, devletin koruması ve gözetiminde, bazı toplumsal etkileri olan “bireysel inanış” olarak vasıflandırıyor. Bu durumda din, “Laikliğin biçimlendirdiği ve yönettiği bir inanış” olarak tanımlanmış oluyor.
AYM’nin kararının gerekçesini incelerseniz, “Laiklik” ve “Din” ile bunların birbiriyle ilişkileri hakkındaki şu tanımlamaları görürsünüz:
Devlet, dine göre biçimlenemez; Laiklik, dinin devletin esaslarını belirlemesini engeller. Din devlete karışamaz, ama dinler üzerinde yetki sahibi devlet; bireyin din ve vicdan hürriyetine müdahale edebilir.
Devlet nezdinde hak din İslam ile batıl dinler aynı değerde ve konumdadır. Laiklik, müslümanları ve gayrimüslimleri aynı hukuki statüye tâbî tutar; müslüman ile gayrimüslim arasında fark görmez. Bunun için müslümanlar, gayrimüslimler ile aynı yasalara, aynı inanç haklarına sahiptir; aynı medeni ve siyasi haklardan istifade ederler. Nihayetinde İslam, dinlerden sadece biridir. Bu, İslam’ın, batıl dinlere uydurulması anlamına gelir.
Devlet bir dini ya da inancı resmi olarak benimseyemez. Kişilere din seçimi hususunda farklı seçenekler sunan Laiklik, “farklı inanç sahiplerinin müşterek ihtiyaçları”nın karşılanmasını temin edecek uygulamaları öngörür. Çünkü “Laik devlet, dinler karşısında tarafsız olmakla birlikte, toplumun dini ihtiyaçlarının karşılanması konusunda kayıtsız değildir.” Yani kendine uygun “dini ihtiyaçlar” listesini, inanç sahiplerinin gerçek ihtiyaçlarını hesaba katmadan, kendi anlayışına göre sunar.
Birey, dini inançlarını öğrenebilir; ama dininin hükümlerini yaşayamaz.
Laiklik din ve vicdan hürriyetini sağlar; dini korur.
Laiklik, din eğitim ve öğretimi ile diğer “dini hizmetler”i devletin eline ve inisiyatifine bırakır; devlet, dini müfredatı belirlemede tekel konumundadır.
Laiklik ilkesi, din için, “din hizmetleri” adıyla bir alan tahsis edip, bun devletin gözetim ve denetimine vererek, bir yandan dinin devletin esaslarını belirlemesini engeller, diğer yandan da din eğitim ve öğretimi dâhil “dini hizmetler”in devlet eliyle verilmesini zorunlu kılar.
AYM, Laikliğin devlete, dine ilişkin yüklediği “pozitif yükümlülük”ten söz ediyor. “Kişilerin inandıkları gibi yaşayabileceği uygun bir ortamı ve bunun için gerekli imkânları sağlaması”nı devletin ödevi olarak sunuyor.
Peki, müslümanlar inandıkları gibi nasıl yaşayabilecekler? Yani inandığım hukuku, devlet düzenini, sosyal ve iktisadi düzeni yaşama hakkım olacak mı? Hayır! Çünkü AYM, bu ifadelerinin öncesinde “din”e biçtiği rol ile İslam’ın inanç, bireysel ibadet ve kimi sosyal ilişkiler dışındaki hükümlerini budadığı için, “kişilerin inandıkları gibi yaşayabilmesi”, sadece İslam’ın inanç ve kimi ibadetleriyle sınırlanmış olmakta. Yani AYM’nin tanımladığı din, İslam değildir ve bu da, İslam’a hayat hakkı tanınmamış olduğu anlamını taşır.
AYM buradan laiklik ile ilgili esas tanımlamaya geçiyor:
“Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dinî inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tâbi kılınmaması anlamına gelir.”
Ancak AYM laiklik hakkında “dinsizlik anlamına gelmez” dese de, Laiklik’i rejimin esası yapan M. Kemal ve arkadaşları farklı tanımlıyor. Nitekim Ahmet Hamdi Başar, “Atatürkle Üç Ay ve 1930’dan Sonra Türkiye” adlı kitabında, M. Kemal’in huzurunda yapılan Laiklik tanımlamalarına yer veriyor ve diyor ki:
“Bir mesele ortaya atıldı. Laiklik dinsizlik midir?.... Gazi benim de fikrimi sordu: Dinin, dedim, dünya işlerine karışmaması Hıristiyanlık için bahis mevzuu olur.... İslamlık’ta din ile dünyanın ayrılması yoktur.... Eğer din ile dünyayı ayıracağız dersek, İslamlıktan uzaklaşmış, dinsizlik yapmış oluruz.”
Ahmet Hamdi Başar, sonra diyor ki:
“Laikliğin bizde anlaşılmaya başlanan şekilde tatbiki dinsizlikten başka bir şey değildir. İslamlıkta din ile dünyanın ayrılması dinsizliğin ifadesidir.”
Demek ki, her ne kadar  AYM “Laiklik dinsizlik değildir” dese de, anlaşılıyor ki burada kastedilen “din” de İslam değildir. Eğer İslam sözkonusu ise, M. Kemal’in en yakınında bulunan istişare heyetinin üyelerine göre Laiklik, “dinsizlikten başka bir şey değildir.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Faruk Köse Arşivi