Cemal Nar

Cemal Nar

“Hak Şerleri Hayreyler”

“Hak Şerleri Hayreyler”

Bence bilinçlenme 28 Şubat’la halka inmeye başladı ve büyük bir ivme kazandı. Bugünse çığ gibi büyüyor.

O gün ülke çıkarlarını bir kenara atarak millete kahredenler, halkın gözlerine çekilmiş perdeyi araladılar. Halk, o günden sonra gerçekleri yavaş yavaş görmeye başladı…

Sanırım şimdi bu “keskin sirkeler”, “ellerimiz kırılsaydı da böyle bir şey yapmasaydık” diyorlardır. “Ellerimiz kırılsaydı da küpü kırmasaydık…”

Geçti şükür. O yıllarda çok acı çektik. Alaylar, hakaretler gördük, haksız yere mahkemelerde yargılandık, cezalar aldık, iş yerlerimiz kapandı, dostlarımız fişlendi, kitaplarımız, yazdıklarımız takibata uğradı. Kendi bozuk düzenlerini “devlet” ve “cumhuriyet” diye dayattılar. “Hayır” dediğimizde, “Devlet düşmanı” gibi algılandık. Ama hepsi geçti şükür.

Hayatımızı İslam’ı anlatmaya adamıştık. Karşımızda ise bu sistem, bu sistemin yetiştirdikleri “kardeşlerimiz” vardı. Yıllardır sağcı niye sağcı olduğunu bilmezdi, solcu niye solcu olduğunu bilmezdi. İslam ise hiç bilinmezdi. Böyle ortamlarda zulümler, haksızlıklar, hukuksuzluklar tabiiydi. Ne can emniyeti vardı insanların, ne mal, ne de din emniyeti…

“Aşırı gidiyorsunuz” denildi hep. Okumayan, araştırmayan arkadaşlarımız, gönüldeşlerimiz bile “bu kadar da olmaz canım” diyor ve her şeyi çok bilinçli yapan bir gizli örgütün, dış destekleriyle beraber ülke üstündeki egemenliklerini kavrayamıyorlardı.

Bu egemenliğin devamı için kara parayı, uyuşturucuyu, fuhşu, terörü, siyasî cinayetleri, faili meçhulleri, birbirine zıtmış gibi görünen taşeron terör örgütlerini kendi amaçları doğrultusunda nasıl kullandıklarını bir türlü kabullenemiyorlardı.

Sağ sol, komünist milliyetçi, alevi Sünni, laik şeriatçı… diyerek ortaya atılan bir sürü sun’î konu etrafında sonu gelmez tartışmalarla bu milleti oyalayarak asıl mecrasından başka alanlara akıtmak istemelerini halkımız maalesef göremiyordu…

Ama o lanetli 28 Şubat, farkında olmadan bir iyilik yaptı. “Susurluk kazası” da tam zamanında ortaya döktü bütün pislikleri. Bu iki olay halkın bilincine hançer gibi saplandı. O muhafazakâr halkın, o devletine her zaman güvenen, yöneticisine güvenen, bürokratına güvenen, polisine güvenen, sistemine güvenen halkın beynini zonklattı bu hançer.

Neler oluyordu?

Bir kere sorgu başlamıştı…

“Siz haklıymışsınız galiba?” tereddütleri, kuşkuları beyne girmişti bir sefer…

Ama hala şartlanmalar vardı… önyargılar hâkimdi… Onca birikim, ya da onca kir, pas ve tortu birden bırakılamazdı…

İşte bu günlere geldik. Millet birilerini seçmiş ve iktidara getirmiş. Onlar da çalışıp çabalamışlar, iyi kötü bir şeyler yapmışlar. Halk biraz nefes almış. Rahatlamış azıcık.

Ama o da ne?

Birileri, hem de devletin “hizmet etsinler” diye ellerine “güç” verdiği birileri, yine rahat durmuyor, yine milletin diniyle, imanıyla, malıyla, evladıyla kavgaya giriyor. Darbe istiyor.

“Derdin ne?”

“İktidar bizde olacak. Biz bu iktidara ve hatta bu halka güvenmiyoruz.”

Bu “keskin sirkeliğinizle” Allah Teâlâ sizin belanızı verdi işte… Şimdi bittiniz gerçekten. Tam suçüstü yakalandınız. Mızrak artık çuvala girmeyecek hale geldi. Bu sefer, minareyi çaldığınız belli oldu, kılıfı hazırlayamadınız.

Şimdi son çırpınmalar var. Kolay teslim olmayacaklar belli. Terör estirecekler, tehditler savuracaklar, milleti kamplara bölerek birbirine kırdırmak isteyecekler, ama geçti. Atı alan üsküdar’ı geçti. Bor’un pazarı da geçti, eşeklerini Niğde’ye sürsünler bakalım, ne geçecek ellerine?

Şimdi zor olan başarı kısmen gelmiş durumda. Halkın bilinçlenmesi yani. Bundan sonra ne yaparlarsa yapsınlar, sonlarını daha hızlı hazırlarlar. Milletle kavga olmaz. Bütün halk düşmanları, bütün milletle kavgalı olanlar, daha büyük darbeler yemek istemiyorlarsa, hukuka teslim olmalılar.

Bu millet, cezasını çeken suçluya saygı duyar ve yeni bir hayat için ona fırsat ve imkân bağışlar. Aramızda nice tövbekârlar vardır, biz onların suçlarını çoktan unuttuk. Hatırlatanlara da “ayıptır” hatırlatmasını yaparız.

Eğer bu “Hak ve halk düşmanları” da tövbe ederlerse biz, bize düşeni bağışlamaya hazırız. Allah Teâlâ’ya düşene gelince, ona karışmak ne haddimize!


Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi