M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Fakir Hastalarından Ücret Almayan,İlaç Parası Veren Mürüvvetli Doktorlar

Fakir Hastalarından Ücret Almayan,İlaç Parası Veren Mürüvvetli Doktorlar

Geçenlerde üsküdar toprağına sırladığımız merhum Profesör Ahmet Yüksel özemre, eski gerçek İstanbul kültürünü çok iyi bilen nadir kimselerdendi. En son eseri “Hasretini çektiğim üsküdar” (247 Sayfa) üsküdar Belediyesi tarafından bir kültür hizmeti olarak yayınlanmıştır. Belediyeyi bu kadirşinaslığından ve hizmetinden dolayı tebrik ediyorum; bu gibi gerçekten değerli daha nice eser bulup, yazdırıp, tasnif ettirip kültür hayatımıza kazandırmasını niyaz ve temenni ediyorum.

Küçük hacmine rağmen bu kitap bir bilgi ve irfan hazinesidir. Değerli okuyucularıma, temin edip okumalarını tavsiye ederim:

Bendeniz senelerce üsküdar’da Sultan Tepesi’nde oturdum, bir sene kadar da Paşalimanı’nda Hüseyin Baykara sokağında. Az buçuk üsküdar kültürünü bilirim.

1950’lerde ailece Sultan Tepesi’nde Kazanlı Abdullah Beyin konağının bir kısmında kiracı olarak yaşamıştık. O hanedan aileden herkes vefat etmiş, Abdullah Beyin kerimesi Naciye Hanım kalmıştı. Ben görmedim, yetişmedim, Naciye Hanımın zevci (eşi) Dr. Sıbgatullah Beymiş. Onun keremi, mürüvveti, yüksek ahlâkı anlatılır dururdu. Köşk ve bahçesi bakımsızdı. Naciye Hanım yalnız kalınca bir beyi evlatlık edinmiş, o da köşkteki hazineler değerindeki kütüphaneyi kamyonlara doldurup satmıştı.

Bizim oturduğumuz kısımda odalarda tavanlara kadar yükselen, Rusya’dan getirtilmiş acayip sobalar vardı. Soba da diyebilirdiniz, fırın da... Bu sobalardan birini bir kerecik yakabilmiştik. Fazla miktarda odun gerekliydi, bizim bütçemiz buna müsait değildi. Bir yakışta, odayı 24 saat sıcak tutmuştu.

Rivayete göre, bu sobalar Sultan Tepesi’ne bin zahmet çıkartılırken Sultan Abdülhamit Yıldız Sarayı’ndan (dürbünle) görmüş, ne olduğunu sordurtmuş.

Sıbgatullah Bey bir Osmanlı doktoru... Onun menkabesini Ahmet Yüksel özemre şöyle anlatıyor:

“Eğer hasta fakir ise her iki hekimin de asla ücret almadığı, üstelik bir de yazdıkları reçetenin bedeli olabilecek bir meblağı da belli etmeden hastanın yastığının altına bıraktıkları herkes tarafından bilinirdi...” (s. 139)

İsterseniz gelin adı geçen kitaptan üsküdar doktorlarıyla ilgili satırları birlikte okuyalım:

“üsküdar’da tavırlar, örfler, adetler ve hattâ sehâvet de o kadar değişti ki! çocukluğumda ve gençliğimde bu beldenin dört hekimi: Kazan Türkü Sıbgatullâh Devletgeldi [Şerifoğlu] Bey (vef. 1955 civârı) ile mûsevî Amon (vef. 1942), Ermeni Bedrosyan ve Keleşyan Efendiler’in herbiri kendi muayenehanesinde haftada bir gün, sabah 08.00’den gece yarsına kadar, hastalara bedava bakarlardı. Şimdilerde buna cür’et edecek bir hekim önce “Meslekdaşlarıyla arasında haksız rekabet şartları ihdas ediyor” diye Türk Tabipler Odası’ndan ihrâç edilebilmekte ve Mâliye de “Vergi kaçırıyor” suçlamasıyla yakasına yapışabilmektedir.

“Dr. Sıbgatullâh Bey’den önceki aile hekimimiz, 1942 yılındaki vefatına kadar, mûsevî Dr. Amon Efendi idi. Her iki hekimin da vizitası muayenehanelerinde 50, eve gelirlerse 100 kuruştu. Dr. Amon Efendi de Dr. Sıbgatullâh Bey de hastanın teşhisini koyup reçetesini yazdılar mıydı hastalık geçinceye kadar sabah akşam hastaya vizitaya gelir, derecesini ve tansiyonunu ölçer, göğsünü dinler ve gerekirse yeni ilâçlar yazarlardı.

“Bu mesâileri için fazladan bir ücret almazlardı. Hepsi ilk vizitada aldıkları 100 kuruşa dâhil olan hizmetlerdi bunlar. Eğer hasta fakir biri ise her iki hekimin de asla ücret almadığı, üstelik bir de yazdıkları reçetenin bedeli olabilecek bir meblâğı da belli etmeden hastanın yastığının altına bıraktıkları herkes tarafından bilinirdi.

“üsküdar’da bizim hiç aile hekimimiz olmamış olan Dr. Bedrosyan ile Dr. Keleşyan’ın da hasletlerinin bu iki hekiminkine benzediği söylenirdi. Bunlar, ettikleri Hipokrat Yeminine uymayı bir vicdan ve namus meselesi sayan müstesnâ hekimlerdi.

“Gençliğimde üsküdarlıların pek sevdiği bir çocuk hekimi vardı. Nisbeten genç sayılacak bir yaşta vefat eden Dr. Murat Sıtkı özferendeci yalnızca hâzik bir hekim değil fakat aynı zamanda Dr. Amon Efendi ile Dr. Sıbgatullâh Beyin tabiplik zihniyetinin aynısına sahip hamiyyetli bir zâttı da. çantasında dâima tavuk taşıdığı ve fakir hasta çocuklara yazdığı reçetesinin bedelinden başka bir de tavuk bıraktığı için “Tavuklu Doktor” diye anılırdı. Belediye, İhsâniye’deki eski “çatmacılar 210 Sokağı”na “Dr. Sıtkı özferendeci Sokağı” adını vermiştir.

Bütün bu mübârek hekimler geceleyin hastaya çağırıldıkları zaman, saat kaç olursa olsun, hastanın ayağına mutlaka giderlerdi. Hâli vakti yerinde olan Dr. Sıbgatullâh Bey’in, bu gibi durumlarda derhâl hizmet verebilmek üzere, özel at arabası ve arabacısı vardı. Bunlar onun Sultantepesi’ndeki, Rusya’dan hicret ederken getirmiş olduğu üç metre yüksekliğindeki çini sobalarla müzeyyen olduğu dillere destan olan köşkünün müştemilâtında emre alesta beklerlerdi. Dr. Murat Sıtkı özferendeci’nin ise 1957 modeli tek kapılı Ford marka bir otomobili vardı.”

Muhterem okuyucularımın dikkatini bir husus üzerine çekmek istiyorum. üsküdarlı Musevî Doktor Amon Efendi (ölümü 1942), bazı Müslüman meslektaşları gibi fakir hastalara bedava bakarmış ve bu yetmiyormuş gibi, bazen dörde katladığı reçetenin içine bir miktar ilaç parası bırakırmış.

Osmanlının Müslümanı da mürüvvetli idi, gayr-i müslimi de...

Dindar, faziletli, mürüvvetli doktorlar denilince hatırıma hemen Adapazarı’nda muayenehanesi olan merhum Dr. Ahmet Baytuz gelir. Resmen tesbit edilmiş vizite ücretinin altında ücret alır, bazı hastalara bedava bakar, her hastasına da faydalı bir kitap hediye ederdi. Allah gani gani rahmet eylesin.

Eskiden nice doktorlar haftanın bir gününde fakir hastalara bedava bakarlardı.

İslâm tıbbında, hekimlerin/tabiplerin ücret istemesi yoktur. Zenginler bir miktar para bırakırlar, yoksullar “Allah razı olsun” derlerdi. Bu ikincisi de bir ücretti ve birincisinden daha değerli ve kalıcıydı. Anlayana...

Zamanımızda tıbbın, tababetin, hekimliğin etik/ahlâkî tarafı dehşetli erozyona uğradı. Ziya Paşa, “Bîmar ihtizarda, ücret diler tabib” demiş. Bundan bir buçuk asır önce bu bir mübalağa bir istisna idi, bugün kaide haline gelmiştir.

İşte “Hasretini çektiğim üsküdar” kitabında yakarıda anlattıklarım gibi nice eski mürüvvet, kerem, insaniyet örneği anlatılmaktadır.

İslâm’da Müslüman Müslümanın meleğidir. Zımmilerin yani İslâm devletinin gayr-i müslim tebaasının da koruyucusudur. Zamanımız toplumunda insan insanın kurdu olmuştur. Homo homini lupus... Böyle bir toplumda yaşamak ne büyük işkence, ne büyük azap ve sıkıntı...

Eski üsküdar’ı hatırlıyorum. Küçük bahçeleri olan, o bahçelerde erik, ayva, üzüm asması, mor salkım, hanımeli, tırmanangül ve dut ağaçları bulunan, kuyulardan su çekilen eski üsküdar... Sultan Tepesi’nde merhum Profesör Ali Fuat Başgil’in muhterem zevcesi Nüvide Hanımefendinin aileden kalma bir evi vardı. Bir münasebetle gezmiştim, harem ile selamlık kısımları arasında dönen bir dolap bulunuyordu. Haremden öteki tarafa yemek ve saire verileceği zaman dolaba konuluyor, döndürülüyor, karşı taraftan alınıyordu.

Yeni Müslüman nesiller yitirilen kültürün, ahlâkın, görgünün, faziletin, hikmetin, güzel geleneklerin farkında değiller. Artık onlar yok, sadece kitaplarda okuyabilirler. Benim çocukluğumda ve gençliğimde Osmanlı’dan kalma eski insanlar vardı. Onları görüyor, onların anlattıklarını dinliyor ve bir şeyler öğrenebiliyorduk.

İlkokula başladığım yıllarda 80 yaşında bir ihtiyar beş padişah, bir halife görmüştü. Ne büyük zenginlik...

Merhum Ahmet Yüksel özemre, hem pozitif ilimler sahasında büyük bir uzmandı, hem de mâneviyat tarafı olan bir Müslümandı. Uşşakî meşrepli idi.

Allah bütün geçmişlerimize rahmetiyle muamele buyursun, Müslümanların, kaybettikleri eski güzelliklere tekrar kavuşmalarını nasip etsin.


Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi