Faruk Köse

Faruk Köse

“Aktif müdahale”ye karşı “pasif direniş” olmazmış!

“Aktif müdahale”ye karşı “pasif direniş” olmazmış!

Mısır’da müslümanların iktidarını hazmedemeyen “küresel ve bölgesel derin güçler”in desteğiyle darbe yapan Mısır Ordusu’na karşı “İhvan-ı Müslimin” önderliğinde başlatılan “pasif direniş”, dünyanın gözü önünde işlenen “kanlı bir katliam”la sonlandırıldı. Elbette “gönüllerin direnişi” sürüyor; ancak meydanlar “Cunta”nın kontrolünde.

“İnsanlık adına kara bir leke” olarak tarihe geçecek bu katliam üzerine, 31.07.2013’te yazdığım yazıyı hatırlatıp, bazı hususlara dikkat çekmek istiyorum. Mezkur yazıda “aktif müdahaleye karşı pasif direniş olur mu?” diye sormuştum. “Mısır örneği”nin bütün müslümanlar için önemli olduğuna dikkat çekerek, “cuntanın ‘aktif müdahale’sine karşı ‘pasif direniş’le cevap vermeyi sürdürmek, direnişi sadece o şekliyle devam ettirmek, Cuntaya diz çöktüremeyecektir” demiştim.

Peki ne yapılmalıydı? Cevabı İhvan-ı Müslimin’in kurucusu Hasan el-Benna’dan alıntılamış; el-Benna’nın “aktif mücadele” için “cihad birlikleri” kurduğuna, Müslüman Kardeşler’e “cihad”ı öğütlediğine, “açgözlülerin göz diktikleri yerler haline gelen, ihtilâlcilerin, gâsıpların elinde bölünerek yağma edilen İslam beldelerinin kurtarılması için cihadın kaçınılmaz bir zaruret olduğu”nu ilân ettiğine dikkat çekip, sözlerimi şöyle bitirmiştim:
“Mısır’da yaşanan olaylar, bütün İslami hareketlere dersler verecektir. En büyük ders, “aktif mücadele”ye karşı “pasif direniş”in yeterli olmayacağıdır. Eğer İhvan-ı Müslimin’in hazırda beklettiği bir “aktif mücadele timi” olsaydı, Mısır Cuntası bu kadar ileri gidebilir miydi?”

Mısır örneğinden hareketle, müslümanların bu “temel yoksunluk”una ve “lüzümlü hazırlığın ihmal edilmemesi gerektiği”ne işaret ettiğim bu cümleler üzerine, aralarında bazı dostlarımın da bulunduğu pek çok kişi, kanaatimin “Mısır direnişininin meşruiyeti”ne uygun düşmediğini söyleyerek beni eleştirmişti.

Onlara göre netice alınacak yol “pasif direniş”ti ve bu, “meşruiyet için” de gerekliydi.
Keşke haklı çıksalardı! Ama işte, “Cuntanın aktif müdahalesi”ne karşı “halkın pasif direnişi”yle netice almanın mümkün olmadığını gördük. Ordu ve polis meydanları birkaç saat içinde boşalttı. Hem de binlerce kişiyi öldürme ve yaralama pahasına!
“Pasif direniş”i “barışçıl” diye, “meşruiyet”in gereği olarak sunanlar şunu anladılar mı acaba: Barışçıl olalım diye illâ da ölmemiz mi gerekiyor? Bizi öldürene karşı öylece durmaksa barış, olmaz olsun! Düşmana karşı hiçbir mukavemet göstermeden, “kısas” uygulamadan öylece durup ölüme yürümek kitabın neresinde yazıyor?
Hem, söyler misiniz, “kime karşı neyin meşruiyeti”ni göstereceğiz? Zaten meşru değil mi Mısır halkının direnişi?

“Meşruiyet”i Batı’nın, ABD’nin algısına göre ayarlıyorsanız; siz körükörüne öldünüz diye onların direnişinizi meşru sayacağını, size acıyacağını, iplerini saldıkları uşaklarını geri çekeceklerini bekliyorsanız, avucunuzu yalarsanız!
Zira Batı, “askeri darbe”ye darbe demediği gibi, “kanlı katliam”a da katliam demedi. Baş Katil Obama, iç siyaset gereği mecburen yaptığı konuşmasında bile, dünyanın gözleri önünde alenen işlenen katliamı “katliam” olarak telafuz etmedi. Neymiş, “sivillerin ölmesi” üzerine Mısır ile yapacakları “askeri tatbikat”tan vazgeçmişlermiş. Çok mu önemli yani? Askeri tatbikattan vazgeçmek “Cunta”yı katliamdan vazgeçirecek mi?
İşin aslı şu: Batı, “müslümanların iktidar olması”nı istemiyor. Ne kadar “uslu” durursa dursun asla müslümanı meşru görmezler; ne kadar ölürse ölsün asla müslümanın hayatı için çıkarlarından vazgeçip harekete geçmezler. O nedenle;

İş bu noktaya geldikten sonra, müslümanı “insan” yerine bile koymayan “Batı’ya meşru görünmek” için ölmenin, “savaşana karşı barışçıl tutum”un, “terörist” derler diye “cihad”dan geri durmanın “meşruiye”tle, “barış”la hiçbir alâkası yoktur. O halde müslüman kardeşler, “aktif müdahaleye karşı pasif direniş olamayacağı”nı görmeliler.
Meydanlara “bir milyon kişi”yi doldursan ne olacak? Eğer onlar organizeli değillerse, bir “komuta merkezi”nden yönlendirilmiyorlarsa, “aktif mücadele ve müdafaa stratejisi”ni bilmiyorlarsa, o kalabalık “bir milyon adet bir kişi”den ibarettir; hiçbir hükmü yoktur!
Bir milyon kişiyi de toplasanız meydanlara, kalabalıkları nasıl dağıtacağı hususunda eğitim almış, “toplumsal olaylara müdahale” için eğitilmiş birkaç yüz polis, o bir milyon kişilik kalabalığı, üstelik kurşun da sıkarlarsa, darmadağın eder. Buna karşı örgütsüz kalabalıkların, meydanları doldurarak yapacakları nümayişlerle varacakları bir yer, elde edecekleri bir hak yoktur.

O yüzden, artık “müslümanların direniş stratejileri” değişmeli; “aktif müdahale”ye karşı “aktif müdafaa ve mücadele” stratejisine geçilmeli. Kana kan, dişe diş misali... Bu noktada, bahsi geçen yazının son cümlesindeki suali tekrar sormak icabediyor:
“Pasif direniş” bir yere kadar… İslami hereketlerin, lüzumu halinde “aktif direniş”e geçebilecekleri “hazırlık”ları, “strateji”leri, “program”ları, “kadro”ları var mı?”
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
17 Yorum
Faruk Köse Arşivi