Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

İki Kırmızı Bülten... Palalı’ya sakınma, Pınar’ıma dokunma!

İki Kırmızı Bülten... Palalı’ya sakınma, Pınar’ıma dokunma!

Bilirsiniz; birçok “fıkra” gerek “merhum Nasreddin Hoca”ya, gerek “Karadenizli Temel”e maledilir... Şimdi aktaracağım fıkra da, onlardan biri...

Hoca’ya sormuşlar:
“Saz çalmayı bilir misin?”
“Bilirim” demiş...
“Buyur, çal bakalım” diyerek eline bir saz tutuşturmuşlar. Hoca mızrabı almış, perdelere basmadan tellere vurmaya, tuhaf sesler çıkarmaya başlamış.
“Saz böyle mi çalınır a Hoca?” demişler, “parmaklar perdeler üzerinde gezdirilir, mızrap tellere vuruldukça da sazdan makamlara göre ses çıkar.”
“Perdeleri bulamayanlar öyle çalar” demiş Hoca; 
“Ben sazı elime alır almaz perdeyi buldum! Ne diye boşuna gezineyim?.. Onlar, benim bi seferde bulduğum yeri bulmaya çalışıyorlar!”
Eee, nihayetinde bizler de “Nasreddin Hoca’nın torunları”yız... 
Dolayısıyla; “Herkes Suriye’ye müdahaleyi konuşup yazarken, sen niye bambaşka konuda yazdın?” diye soranlara cevabımız hazırdır;
“Suriye’ye müdahale hakkında konuşup yazanların bazıları; benim dünkü yazımda yaptığım tesbitlerin yanına bile yaklaşamadılar!.. Dolayısıyla; onlar benim geldiğim noktaya gelsinler, ondan sonra biz de farklı bir açı yakalamaya çalışırız!”
Anlayacağınız, bugünkü gündemimizde Suriye ve Mısır yok... “Suriye” ile ilgili olarak, dün Ankara’da yapılan “kritik görüşmeler”den ya da Mısır’la ilgili olarak “Şehit Esma”nın annesi Sena Hanım’ın; Başbakan Tayyip Erdoğan’ı “ağlarken” görünce; “insanlığın ölmediğini gördüm” demesinden hareketle bir yazı kaleme alabilirdim...

ALİ İSMAİL KAMPANYASI!

Ama, bugünkü konum Mısır veya Suriye değil, “çifte standart!”
Hani; “Benim teröristim iyidir, senin teröristin tu kaka!” mantığı vardır ya, işte o “çifte standart”tan, işte o “ikiyüzlülük”ten söz ediyorum.
Bunun son örneği; Eskişehir’de “darp” sonucu öldürüldüğü iddia edilen Ali İsmail Korkmaz’ın durumu...
Malûm; “bazı bakanlarımız” da dahil olmak üzere, birçok insan ve elbette malûm medya; “son çıkan Ali İsmail görüntüleri” üzerine dehşete kapıldılar, gözyaşı döktüler!..
Hayır, “ağlamasınlar” demiyorum. Ama bu “ölüm”ün sürekli gündemde tutulup, “bütün Türkiye’yi suçlar tarzda haberler” yapılmasının da “art niyetli” olduğunu düşünüyorum...
Herkes biliyor ki;
“Gezi eylemleri” sırasında en çok kışkırtılan kitle “Alevi vatandaşlar” oldu... “Bazı Aleviler”in “en az 3 eylem”de, en ön saflarda yürüdüğüne, bizzat tanık oldum... Çünkü aralarında kaldım!..
Ali İsmail Korkmaz da, bu “Alevî”lerden biriydi!.. Merak ediyorum, Ali İsmail Korkmaz bir “Alevi” olmasaydı, bu kadar gündemde tutulur muydu?..
Diyorum ki;
“Ali İsmail’in ölümünü gündemde tutanlar, aslında Alevilerin acısını sürekli tazelemek, kapanan yarayı sürekli kaşıyıp kanatmak ve Alevilerin öfkesini sürekli diri tutmak ve onları yeni eylemlerde kullanmak istiyor olabilirler... Buna, en çok Aleviler dikkat etmeli!”

KOMİSER MUSTAFA SARI

Öyle olmasa; Adana’da “eylemcilerin köprüden atarak” şehit ettiği Komiser Mustafa Sarı için niye hiç kimsenin kılı kıpırdamadı?..
Sormazlar mı adama;
Mustafa Sarı’yı köprüden atanlar 82 gündür bulunamazken, Ali İsmail Korkmaz’ın ölümü niye sürekli gündemde tutuluyor ve niye her gün bir “suçlu” imal ediliyor?..
Biliyorsunuz; son olarak da; Dr. Nesrin Topçu Çiçek’i “ihmal”le suçlayıp, görevden alınmasını istediler... 
Oysa, Anadolu Üniversitesi Hastanesi doktorlarından Dr. Nesrin Hanım, 3 Haziran günü saat 02.10’da, “baş ve omuz ağrısı şikâyeti” ile kendisine gelen ve “eşya taşırken 8-10 basamaklı merdivenden düştüm” diyen Ali İsmail’i muayene etmiş, sonra da “bir sağlık personeli” eşliğinde, “kafa travması”nın tesbiti için “en yakın üst tedavi kurumu” olan Eskişehir Yunus Emre Devlet Hastanesi’ne sevk etmiş...
Daha ne yapacaktı ki?..
Kaldı ki, Ali İsmail; sevkedildiği Yunus Emre Devlet Hastanesi, Eskişehir Devlet Hastanesi ve ESOGÜ Tıp Fakültesi’ndeki müdahalelere ve ameliyata rağmen “38 gün komada” kalmış, ancak kurtarılamamıştı!..
“Darptan öldüğü” iddiaları da ciddiye alınmış, “43 ayrı yerden kamera incelemesi” yapılmış ve “1’i polis, 4 kişi tutuklanarak” hapse atılmış!..
Yani, ne gerekiyorsa yapılmış!..
Peki, sormazlar mı adama;
“Ali İsmail için seferber olan devlet, aynı ilgiyi komiser Mustafa Sarı’ya niye göstermedi?”
Ne yani;
Bu ülkede “ilgiye mazhar” olabilmek için illâ da “Alevi” mi olunmalı?..
Tekrar söylüyorum;
Burada amaç “Ali İsmail’e sahip çıkmak” değil, onun cesedi üzerinden “Alevileri kışkırtmak”tır!..

SABRİ ÇELEBİ YA DA PALALI!

Bu tesbiti yapıp, bir kenara koyalım ve şimdi de “gündemdeki iki olay”dan söz edelim...
Biri “palalı adam” olarak gündemden hiç düşürülmeyen Sabri Çelebi olayı...
İkincisi de kamuoyuna “sosyolog” olarak yutturulan Pınar Selek olayı...
Önce Sabri Çelebi’den söz edelim:
“Gezi Zekâlılar”ın Taksim’deki eylemleri yüzünden “iflas” noktasına gelen, üstelik “300 bin dolar” da borçlanan esnaf Sabri Çelebi, bir gün; dükkânında “et kıymak” için kullandığı “satır”ı eline alıp, sokağa fırladı... Tek amacı, “göstericileri Taksim’den uzaklaştırmak”tı.
Bir-iki “pala” salladı ama hiç kimseye zarar vermedi... Kendisine lâf söyleyen bir kadının beline ise tekme savurdu...
Tek suçu bu!..
Gözaltına alındı, serbest bırakıldı...
Savcı, hakkında “iddianame” hazırlayıp, “27 yıla kadar hapsini istediğinde” o Tunus’a gitmişti... Hakkında “yakalama” kararı çıkarıldı, gelmedi... Tam, “kırmızı bülten” çıkarılacaktı ki, “dün” Tunus’tan geldi ve polis tarafından gözaltına alınıp, savcılığa, oradan da mahkemeye sevkedildi...
Uzatmayalım;
“Serbest” bırakıldı...
Yani, “tutuksuz” yargılanacak!..
Gelin, görün ki;
Sabri Çelebi, özellikle “sol medya” tarafından, adeta bir “seri katil” olarak lânse edildi kamuoyuna!.. Sanki, elindeki “pala” değildi de, “mitralyöz”dü!.. Savurduğu da; “tekme” değil, “koçbaşı”ydı!..
Aleyhinde öyle bir yayın yaptılar ki; Sabri Çelebi’yi, adeta “linç” ettiler!..
Eee, ne oldu?..
Adam kuzu kuzu geldi, çıkarıldı mahkemeye ve “serbest” bırakıldı!..
Demek ki;
O kadar da “tehlikeli” değilmiş!..

PINAR SELEK... KOD ADI LEYLA

Sabri Çelebi hakkında “Kırmızı Bülten” çıkarılacağı haberi geldiğinde, ona neredeyse “uluslararası bir terörist” muamelesi çeken medya, her nedense; haklarında “hapis” kararı olmasına rağmen, “hâlâ yurt dışında” yaşayan ÇEV Başkanı Gülseven Yaşer ile Pınar Selek’i hiç akıllarına getirmediler!..
Tam, “kamuoyunu uyuttuk” diye seviniyorlardı ki, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, Pınar Selek hakkında “Kırmızı Bülten çıkarılması” için Adalet Bakanlığı’na yazı gönderdi... Bakanlık da, “Kırmızı Bülten” çıkarılması için işlemleri başlattı.
Şimdi vaveyla koparıyorlar:
“Bir sosyologa bu yapılır mı?”
Ne sosyologu Allah aşkına?.. 
Bir sosyolog, hiç “kod adı” kullanır mı?.. 
Oysa Pınar Selek’in; tıpkı “teröristler gibi” bir “kod adı” vardır ve “Leyla”dır!..

BOMBACI SOSYOLOG!

Bunu ben söylemiyorum...
Olayın soruşturmasını yürüten Savcı Nuri Ahmet Saraç söylüyor.
Savcı Nuri Ahmet Saraç, Mısır Çarşısı’nda 9 Temmuz 1998’de “7 kişinin öldüğü, 127 kişinin yaralandığı” patlamanın “tüpgaz”dan değil, “bomba”dan olduğuna ve bu bombanın da, olay yerine “Pınar Selek tarafından konulduğuna” inanıyordu!..
Bu inancını da, 29 Aralık 2005 tarihli duruşmada açıklamıştı.
Savcı Saraç, Cumhuriyet Savcılığı’nca “bilirkişi heyetinin yaptığı inceleme” ve toplanan “deliller” üzerine düzenlenen raporda; LPG tüplerinin boşalmasının söz konusu olmadığı, maktul Fethi Çulfaz’ın hemen yakınında bulunan nitroselüloz içeren patlayıcı maddenin infilakı ile patlamanın meydana geldiğinin belirlendiğini ifade ediyordu.
Savcı Saraç, bazı sanık beyanlarına göre “Leyla” kod adını kullanan Pınar Selek’in atölyesine “Azat” kod adlı Abdülmecit Öztürk’ün bomba yapımında kullanılan malzemeleri getirdiğini, TNT’nin salata rendesiyle rendelendiğini, patlama düzeneğini hazırlayan Pınar Selek’in bombayı Mısır Çarşısı’ndaki “Ünlüoğlu Büfe”ye bıraktığını bildiriyordu.
Ve “mütalaa”sını açıklıyordu:
“Aralarında Pınar Selek’in de bulunduğu 5 sanık, müebbet ağır hapis cezasıyla cezalandırılmalıdır!”
Buna rağmen, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, “beraat” kararı vermiş ve Selek tahliye edilmişti...
Ya daha sonra?..
Daha sonra ne olmuştu?..
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, bu kararı bozmuş ve mahkemenin hüküm kurmasını istemişti. 
Bunun üzerine yapılan yargılamada yine patlamanın nedeninin belirlenemediği görüşünü tekrarlayan mahkeme, Selek’in yine “beraat”ına karar vermişti. 
Dosyanın ikinci defa gittiği Yargıtay, Selek için “Müebbet hapis istemiyle yeniden yargılansın” demişti. 
Pınar Selek’in avukatlarının talebi üzerine Yargıtay Başsavcılığı bu karara itiraz etmişti. Bu itiraz üzerine dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından incelenmiş ve Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin kararı onaylanmıştı.
Bunun üzerine dosyanın yeniden geldiği İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 9 Şubat 2011’de görülen duruşmada, Pınar Selek ve Abdülmecit Öztürk hakkında daha önce 2 defa verilen beraat yönündeki kararında direnilmesine hükmetmişti.
Peki, “netice” ne oldu?..
Neticede Pınar Selek’in dâvâsı 24 Ocak 2013’te karara bağlandı ve “Kod adı Leyla” olan “sosyolog”(!)umuz, “Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis”le cezalandırıldı... 
Halen Fransa’da olduğu için de, hakkında “Kırmızı Bülten” çıkarılacak!..
Ya tıpış tıpış gelecek,
Ya da “İnterpol” yakalayacak!..

KİMSE AYRICALIKLI DEĞİL!

Olayları ayrıntılarıyla anlattım ki; “objektif” olduğum ortaya çıksın...
Ben kimsenin ölmesinden veya hapse atılmasından mutlu olmam... 
Ama, hiç kimsenin de “mağdur” ya da “linç” edilmesine göz yumamam...
Hele hele;
Bazılarına “ayrıcalıklı muamele” çekilirken, bazılarına “vur abalıya” denilmesine şiddetle karşı çıkarım!..
İsterim ki, “çifte standart” uygulanmasın, “ikiyüzlü” davranılmasın!..
Ama, “malûm medya”nın; “Sabri Çelebi’ye ceza verirken sakınma, Pınar Selek’ime dokunma” derken, Komiser Mustafa Sarı’ya ayrı Ali İsmail Korkmaz’a ayrı tavır takındığını görünce, isyan duygularım kabardı ve oturdum, işte bu yazıyı yazdım...
Hiç kimse “ikiyüzlülük” yapmasın ve hiç kimseye “çifte standart” uygulanmasın!.. Çünkü, bu ülkeyi “kamplaşma”ya ve “kutuplaşma”ya götürecek tek tehlike; bir tarafı “linç” ederken, diğer tarafa “ayrıcalıklı” davranmaktır!..
Hiç kimsenin buna hakkı yok!..

Villa... Orman... Sit alanı ve o zamanlar uyuyanlar!
Milliyet eski yazarı Can Dündar ve Cumhuriyet’in eski Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay’ın “villa”larının da bulunduğu “ODTÜ ormanı” ile ilgili “yeni bilgiler” geldi... 
Gerçi, Can Dündar, “ODTÜ Ormanı içindeki villasını” herhalde “yanından yol geçeceği” haberini önceden almış olmalı ki, birkaç ay önce “satılığa” çıkarmış ve Çengelköy’den “yeni bir lüks villa” almış ama, bu; olayın tartışılmasına engel değil!..
Efendim, üzerine “villa”lar inşa edilen o arazi, meğer “SİT alanı”ymış!..
“ODTÜ’den geçirilecek yolun ilk imar plânı da, 1992 yılında dönemin Belediye Başkanı Murat Karayalçın tarafından onaylanmış!”... 
Yani, proje yeni değil ve Melih Gökçek’le de hiçbir ilgisi yok!..
Benim merak ettiğim konu şu: Madem orası “SİT alanı”dır ve şu anda “yol geçirilmesi” sakıncalıdır!.. 
Peki, 1996 ve 2001 yılları arasında o araziye “villa”lar dikilmesine “kim” izin verdi?.. Mimar ve Mühendis Odaları o zaman uyuyorlar mıydı?.. Çevreci(!) gençler de yeni mi uyandı?.. 
Anlaşılıyor ki; “mesele ağaç meselesi değildir arkadaş!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi