D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

“Felsefenin kaynağı Allah korkusudur”

“Felsefenin kaynağı Allah korkusudur”

Daima işte “filozofluk dinsizliktir”, “felsefe dinsizliktir”, “filozof diye dinsiz adama derler”, “felsefe dinden uzaklaştırır” diye sözler var.

Bunu birçok vaizler de söylüyorlar, sizin dışınızda olan, okumayan vaizler. Öteden beri söylerler. Halbuki tam tersine. Hepiniz bilirsiniz, beraber tekrar edelim.

Bu zuhulün sebebi şudur: İslâm’da felsefe yapanlar, Fârabî, İbn-i Sîna… Bunlar biliyorsunuz ki Aristo’nun felsefesini benimsediler o zaman. İslâm’dan çok evvel, 9-10 asır önce yaşamış olan Yunan filozofu Aristo’nun felsefesini benimsediler... Aristo’ya “Üstad-ı evvel” derlerdi. “Muallim-i evvel” derlerdi. Onu çok iyi tanıyan Fârabî’ye de “Muallim-i sani” dediler. Yunancayı iyi bilirdi, Aristo felsefesini onun kadar iyi bilen yoktu. Napoli üniversitesinde Aristo metni, Aristo felsefesi, Fârabî’nin kitaplarından okutuluyor. Talebesi İbn Sina da aynı şeyi devam ettirdi. Binaenaleyh, felsefe yapanlar filozof olmadılar, İslâm felsefesi yapmadılar. Kendileri birer Müslüman olarak, İslâm içinde Aristo’nun felsefesini yaşattılar. 

Aristo’nun bir mantığı vardı, bir de felsefesi var. Mantık düşünme metodu. Felsefesi de bu metodla hallettiği kainat meseleleri. Bu meselelerin birçoğu Kur’an’da var. Yani İslâm içinde de hallini bulmuştur, yani bildirilmiştir halli. Bu filozoflar ne yapıp yapıp bu meselelerin hepsini Aristo’nun felsefesine uygun halini verdiler. Ve tevil ettiler, aşırı teviller yaptılar.

Mesela Aristo, kıdem-i âleme kani, “âlemin başlangıcı yoktur” diyor. Halbuki İslâm’da âlem yaratılmıştır Allah tarafından, sonradan yaratılmıştır. Birçok meselede, yirmi meselede İslâm’la tearuz hasıl oldu. İslâm’ın meselesini alıyorlar tevil ediyorlar. “Aristo yanlış düşünmez” diye onun düşüncesine irca ediyorlar. Bu hal Gazali’ye kadar devam etti. Fârabî, İbn-i Sina’dan sonra Gazali felasefeye hücum etti Tehafüt (hücum) adlı kitabını yazdı. Bu kitabında 17 yerde filozofları sapıklıkla suçlandırdı, 3 yerde de küfürle. Böylece felsefenin kapısını kapatmak istedi, fakat İbn-i Rüşt Tahafütü Tahafüt adlı kitabıyla hocalarını, filozofları savundu, yine Aristoculuğu müdafaa etti. Ama artık açılan çığır, Gazali tarafından açılan çığır devam etti. Filozofların İslâm’ı değiştirdikleri, bozdukları kabul edildi, felsefenin kapısı kapatıldı. Onun yerine yine Kur’an’daki meseleleri yine Kur’an’la ortaya koyan kelâm ilmi çıktı.

Şimdi bize bu ilmin tarihine, ötesine lüzum yok. Ancak felsefe üzerinde duruyoruz, onun için meseleyi açtık.

İşte o günden bugüne felsefe deyince İslâm’a karşı bilgi akla geliyor. Sapıklık ve küfür akla geliyor.

Halbuki bu, Aristo’nun felsefesini takip eden filozofların hareketine karşıydı. Ve görüyorsunuz ki İslâm felsefesi olmadı, İslâm’da felsefe yapılmadı. İslâm meselelerini Aristoculukla, Aristo felsefesiyle hallettiler. Aristo’ya irca ettiler. Yani bu İslâm felsefesi değildir, bu zevata İslâm filozofları denir.

Halbuki şurasına dikkati çekmek lazım: Aristo da sağ olsaydı, akıllı bir adamsa İslâm olur, Kur’an’ın yoluna uyardı. 

Ondan sonra, o günden bugüne Batı dünyasında felsefe diye büyük bir kültür var.

İlimlerin de kaynağı o olmuştur, bütün fikrin kaynağı odur. Bir ortaçağ felsefesi var ki Batı’da, tamamen Hristiyanlığın esaslarına dayanıyor. Onunla çatışmıyor, çelişmiyor.

Ortaçağ filozofları bizim gibi yapmadılar. Hristiyan filozoflar Aristo’nun felsefesini bıraktılar, hatta onu geri bir görüş olarak kabul ettiler. İdealist bir felsefe, bir Hristiyan idealizmi ortaya koydular. Yani Hristiyanlığı Aristoculuğa tabi tutmadılar. Hristiyan felsefesi yaptılar. Ancak metodda Aristo’nun kıyas metodunu kullandılar. 

Rönesanstan sonraki felsefede ise, filozoflar Aristo’nun metodunu da terkederek, serbest düşünme yolunu tuttular. Bu serbest düşünce ile bugüne kadar, 17. asrın başından zamanımıza kadar gelen Batı felsefesinde dinsizlik hâkim olmuştur diye bir prensip, bir emare yoktur. Bilakis filozofların çoğu dindardır. Dindar olmayanlar materyalistlerle pozitivistler pek küçük bir yer tutarlar; bunlar en büyük filozoflar değildirler. Rönesansı açan Dekart’tan başlayın, Kant’ı veya bu bütün büyükleri, Leibniz falan ve nihayetinde bugün Bergson’a gelirseniz, filozofların hepsinin din izahlarında tevhid akidesini benimsediklerini görürsünüz. Yani bir Allah inancını, dinin hakikat olduğunu....

Filozof zaten bir dinin naslarını müdafaa etmez, izah eder, genel izahlar verir ama hepsi de dindardır. Demin bir cümlesini okuduğum Moris Blondel, Peygamber’in sözünün tercümesini yapmış gibi, okumamış, haberi yoktur. Fakat hak için vicdan bir, “Felsefenin kaynağı Allah korkusudur” diyor. Ve siz bunları okuduğunuz için uzatmaya lüzum görmüyorum. Uzun uzun İlahiyat Fakültesi’nde okudunuz. Bergson son filozof. Matematikçi olarak başladı. Sonra filozofluğa geçti. Kabiliyeti görülüyordu. Biyolojik izahlar verdi. Kainatı İzah ve Yaratıcı Tekâmül adlı kitabında. Biyolojik izah kâinatı açıklayacak zannetti, öyle başladı. Sonra ondan psikolojiye geçti. Nihayet evinde yaptığı 8 senelik bir inzivadan sonra son yazdığı Din ile Ahlâkın iki Kaynağı adlı kitabında dini kabul etti, benimsedi.

Dedi ki; “bütün felsefenin kaynağı dindir, mistisizmdir” dedi o, yani bizde tasavvuf… 

Şunu söylemek isterim: Felsefe dinsizlik demek değildir, dine karşı değildir, felsefe serbest düşünmektir. Ve serbest düşünen insan düşüncesi nereye kadar götürürse, felsefenin hududu oraya gider. Yani felsefeye ancak materyalist olmak şarttır gibi bir sınır kimse koymamıştır. Koyulmaz. Felsefenin konusu sınırlı değildir. Düşünmektir, hür düşüncedir. Hür düşünen acaba dindar mı olur, dinsiz mi olur? Siz bu meseleyi halledin. Eğer hür düşünen dinsiz olur derseniz, tam mânasıyla hür düşünen; o vakit felsefe de dinsizliğe götürür. Hür düşünme mutlaka Allah’a götürür derseniz, felsefe de mutlaka Allah’a götürür.”  

Merhum Nureddin Topçu’nun  elimizdeki tek ses kaydı, 10-12 Eylül 1973 tarihleri arasında Bolu’da yapılan vaızlar seminerine ait. Topçu, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilk defa yapılan bu seminere konuşmacı olarak dâvet edilmiş. Konuşma veya dersin birkaç saat olduğu anlaşılıyor. Bazı yerlerde uğultular, gürültüler duyuluyor. Bunlardan en önemlisi, konuşmanın başında Topçu’nun felsefeden bahsetmesi sırasında vuku buluyor. Hazırundan felsefe lehinde konuşan hatibe hayreti aşan bir tepki ifadesi olarak uğuldama yükseliyor. Hatip konuştukça, bu tepki ortadan kalkıyor. 

Tam kırk yıl önce bu günler... Peki neden, Topçu’nun bu konuşmasından bu bölümü sizlere sunduk? Kırk yıl önce vaızların gösterdiği tepki, bu sefer ilahiyat profesörleri tarafından gösterilmiş. YÖK’te müessir olan bazı hocalar, İlahiyat ders programından felsefe tarihini kaldırmışlar, din felsefesi ve felsefeye girişi de seçmeli hale getirmişler. Bu ilahiyat öğretimini güçlendirir mi, zayıflatır mı?

Fatih Sultan Mehmet Semaniye medresesini yaptırınca Haşiye-i Tecrid ve Şerh-i Mevakıf derslerini vakfiyede şart olarak kaydetmiştir. 18. yüzyılda felsefe ile ilgili bu dersler kaldırılıyor. Katip Çelebi, bu derslerin kaldırılmasıyla ilimlerin rüzgârının durduğunu, âyetlerin manasının doğru anlaşılamadığını dile getiriyor. Ona göre, hikmet ile şeriati birleştiren âlimlerin sonuncusu Kınalızade’dir. 

Aradan üç asır geçmiş... Değişen bir şey yok! Umarız ki, bu hatadan bu sefer çabuk dönülür!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
D.Mehmet Doğan Arşivi