Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Cezbe Hâlinde misiniz?

Cezbe Hâlinde misiniz?

“Oku emri”yle ilahî cezbeye kapılan Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübarek cezbeleri Hira’da başlamıştı. O mağara ki,  Resulûllâhın rahmanî cezbesiyle titremiş ve ululanmış.

Tasavvufun temeli aşk ve cezbeye dayanır. Cezbe irade dışı olarak Allah’a doğru çekiliştir. Aşk ve cezbe aynıdır. Aşk gizlidir, kendini saklar, fakat cezbe açıktadır. Kendini göstermeden edemez.                                                                                                   

Cezbe ve vecd, bezm-i elestten beri kendini bilen insana bahşedilmiş ikiz kardeş kelimelerdir. Vecd, hüznü gerektiren keder, aşk ve iştiyak sarhoşluğu içinde kendinden geçmektir. Hakk'ın tecellîsini müşahede eden kimsenin muhabbet sonucunda ferahlaması ve zevk ile kendinden geçmesidir. İnsanın gayret derecesine göredir. Cezbe vecdden birkaç farkla ayrılır ve vecde göre daha güçlüdür. Cezbe, çekmek, çekiş, celb etme ve yaklaştırma demektir.

RAHMÂNÎ CEZBEYE TUTULMAK   

Cezbenin rahmanî ve kesbî olanı var. Rahmanî cezbe, âdi, yani nefsî sebeplerle oluşmaz. İblis’in ve İblis karakterlilerin cezbesi yoktur. Hakiki cezbe nefisten değil, ruhtan gelir. Meselâ, şeyhinin sohbet ve zikrinde cezbeye kapılan kimse,”fena fi'ş-şeyh” mertebesindedir. Yani daha yolun başındadır. Gerçek cezbe, Allah ve Resûlünun adı geçtiğinde kalbin titremesidir. Enfâl sûresi 2. âyetinde cezbenin rahmanî olanına işaret buyrulur: "Müminler ancak Allah'ın adı anıldığı zaman kalpleri vecdle titreyen kimselerdir.” 

Rahmânî cezbede Allah’ın sıfat tecellisi vardır. Bu tecelli evliyaullahın kalbinde meydana gelir. Evliyaullah da müritlerinin kalbine nazar ederek ilahî tasarrufun ulaşmasına vesile olur. Mertebesi rahmânî olan cezbe, “Allah’ın, velilerin ruhlarını kendine çekerek yüceltmesi, onlara zikir ve vuslatın hazzını tattırmasıdır. Sevdiği kulunun kalbinden perdeyi kaldırıp bir gayreti olmadan ‘Yakîn nuru’ ile manevî makamlara yükseltmesidir.” Şûrâ sûresi 13. âyeti “Allah dilediğini kendine çeker" buyuruyor. Allah'ın kula bir ihsanı olduğundan insanın elinde değildir.

Böyle bir cezbe, insana istikamet verir, hakikatin kaynağına götürür, Allah'ın dışındaki her şeyi unutturarak kendinden geçirir. Bu hâl, geçici olduğu gibi sürekli de olabilir. Cezbe gaye değildir, itikadın artması içindir.

CEZBE HÂLİ, SITMALI HASTANIN TİTREMESİNİ DURDURAMAMASI GİBİDİR

İlah aşk kendini bedende cezbe ile gösterir. “Allah’ın kulu çekmesi cezbe, bu cezbe ile kulun Allah'a yönelmesi aşktır. Hz. Peygamber'i öldürmeye giderken eniştesinin evinde duyduğu Kur'an sesiyle imana gelen Hazreti Ömer'in bir anda değişmesi, Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm Mescidi Nebevi’de iken Bilali Habeşî Hazretleri’nin cezbelenip kendinden geçmesi, avlandığı bir sırada gaibten duyduğu ‘Sen bunun için yaratılmadın’ sesiyle sultanlığı bırakan İbrahim Edhem'in tevbesi” ilahî cezbeye misaldir.                

Tasavvuf erbabının diliyle cezbe, muhabbet ve aşk ateşi meydana getirir; ruhun Allah’a çekilmesiyle nefsin ıslahı ve kalbin tasfiyesinde mânevî bir ilaçtır. Bu aşk ateşi sayesinde insan Allah’tan gayrı her şeyi unutur. Cezbe hâli, sıtmalı hastanın titremesini durduramaması ve mânevî bir elektriğe çarpılması gibidir. Onun içindir ki cezbe bir sayha ve sarsıntıya benzer ve hakikat sevgisi kalbine sığmayıp taşan, kendine geçenlerin hâlidir. Kalbin cilalanması cezbe ile başlar.

Rahmanî cezbenin tâlim edildiği târikin efendilerinden, yani silsile-i hâcegândan Şah-ı Nakşıbend Hazretleri (k.s.), “Bizim yolumuz cezbe ve sohbet yoludur. Biz müridleri cezbe ile terbiye ederiz. Yolumuzun evveli cezbe, âhiri ise kalb huzuru, sekinet ve vâkardır. Yolumuzun başlangıcında müntesiblerde vuku bulan cezbe hâli, onları dünya muhabbetinden koparır ve feyz alır bir şekilde kalbin, Rabb’ine yönelmesine vesile olur” buyuruyor.    

CEZBE, “ALLAH’IN DÂVETİNE SEVEREK, İSTEYEREK GELDİM” DEMEKTİR

Cezbe, “Allah’ın ruha yansıyan dâvetine bigâne kalmayıp, severek, isteyerek geldim” demektir. Şeriat ölçülerinde sürdüğü müddetçe imanı aşklı kılar. Ölçünün dışına çıkıldığında cezbede laubalilikler başlar, vakarını kaybeder ve âdileşir.

Cezbe, insanın kendisinden menkul değildir; Allah’tan gelir. O’nun (.c.c.) Vedud ismi, yani kullarını gözetip ihsan ve ikramda bulunan vasfı sâyesinde ilâhî cezbe olarak tecelli eder. Cezbe sahibinde bu istikamette kabiliyet ve iman şarttır.                                                                                                                           
Cezbe, kanın ateşlenmesidir; sözle anlatılamaz. İbadet ve zikir yaparken, bir nağme ve kalpleri açan bir mürşid-i kâmilin sohbetini dinlerken meydana gelir. Cezbede muhabbet vardır. Cezbenizi muhafaza edin. Allah’a ve Resulullaha, sâdık dostlara ve bütün güzelliklere karşı cezbe hâlinde olun. Cezbesi olmayanın gönlü yüce olmaz. Ham bir insan olarak kalır. Dervişlik cezbeyle başlar. Muharrirlik, şairlik, her türlü sanat ve zenaat, hattâ siyaset dahi ihlaslı bir cezbeyle icra edilmeli.                                                                          
Bir şeyhin, bir mürşid-i kâmilin tâlimine tâbi olmadan kendi kendine cezbeye geçenlere "Üveysî meşreb" denir. Bunlar velilerdir ki, bütün duygu, düşünce, hissiyat ve davranışlarıyla Allah’ın cezbesiyle “müncezib olmaları sâyesinde hep istiğrak ve hayret” içindedirler.                                

CEZBENİN HÂFÎ OLANI MAKBULDÜR      

Âlimlere göre, sohbet ve zikir meclislerinde kalbinde meydana gelen ilhamlarla kendinden geçenlerin, nara atanların davranışlarına cezbe yerine vecd denilmesi daha uygundur. Nara ve taşkınlık türü vecd ve cezbeler zaaf alâmeti olarak görülmüştür.

Mânevî cezbeye mazhar olmak, Allah’ın kalpte yer etmesiyle başlar. Allah’ın ihsanıdır, dilediğine verir. Cezbe iki türlüdür: Hâfî, yani gizli cezbe; Kulun, Allah’ı sevmesi hâlidir. Cehrî, yani açık cezbe; Allah’ın kulunu sevmesidir. Mutasavvıflar, riya karışmaması için cezbenin gizli tutulmasını tavsiye ederler.

CEZBESİZLERDEN MUHABBET SÂDIR OLMAZ

Cezbesiz insan odun gibidir; faydalı ve sâdıktır. Fakat kendisini sevdirmek ve sevdiğini belli etmek için muhabbetini göstermeye çalışmaz, yani cezbe hâlinde değildir.

Cezbesi olmayanın yanında olmak, cezbe sahibine zulüm gibi gelir. Cezbeye itiraz edenlerden, cezbeyi bilmeyenlerden, cezbeye inanmayanlardan muhabbet sâdır olmaz.   

GEMUHLUOĞLU: “HAYATIN CEZBE ÜZERİNE BİNÂ EDİLDİĞİNE KAİLİM”

Ehl-i takvada olsa her insanda cezbe olmayabilir. Fakat tasavvuf ehli, dünya hâllerinden uzaklaşmak için yola cezbeli çıkmayı tavsiye etmişler. Bundandır ki Yunus Emre Hazretleri cezbesizlere gönül koyar: “Cezbe-i aşk olmayınca neylesin şeyhim beni / Hak’tan elçi gelmeyince neylesin şeyhim beni.”

Cezbeye tutulanlara mezcub denir. Cezbe, halk arasında aklın baştan gitmesi mânasında kullanılır. Fakat bu târif asıl mânasıyla cezbenin kendisi değil. Cinnet, cezbeyle karıştırılır yahut mânası yanlış bilinen ve küçümsenen meczubun hâlleri olarak bilinir.

 Büyük cezbe adamı Fethi Gemuhluoğlu, cezbesiz ham ervaha kızardı:

 “...Biz meczûbu yanlış anlıyoruz. Biz istiğrâkı (kendinden geçiş) yanlış anlıyoruz. Bir aşkta müstağrak olmayı (yok olmayı) yanlış kıymetlendiriyoruz. (...) Ben hayatın cezbe ve şevk üzerine binâ edildiğine kailim. Hani ilk defa Kelime-i Şehâdet getiriyor gibi getirmedikçe Kelime-i Şehâdet olmaz. İlk defa âşık oluyor gibidir, ilk defa güneş çarpmışa dönüyor gibidir, ilk defa şevk içindedir, vecd içindedir, istiğrâk (kendinden geçiş, dünyayı unutuş) içindedir ve aşk-ı ilâhîde müstağraktır (kendinden geçmiş). Onun için biz müstağrak adamlara pek tahammül edemiyoruz. Bu makam-ı temkîn (istikamet üzere karar kılma, iniş ve çıkışlardan kurtulma makamı) ayrı şey, makam-ı telvîn ayrı şeydir. Bu makam-ı telvin ayrı şeydir. Buradaki cezbe, buradaki istiğrâk, buradaki müstağrak oluş makam-ı telvin üzeredir…”   

 “CEZBESİ OLANLAR BİR MÜRŞİD-İ KÂMİLİN ELİNE YAPIŞMALI”

Hayatı her an cezbe hâlinde yaşayanlar, ârifânın söylediklerine kulak vermelidir:  “Cezbe, ilahiye denizinden damlalardır; sayıyla sayılmaz, nihayeti bulunmaz. Cezbe dalgalarının kimisi büyük, kimisi küçük olur. Bazı zaman derece derece kaynar ve feveran gelir. Cezbesi olanlar bir mürşid-i kâmilin eline yapışmalıdır. Yoksa cezbesini kontrol edemez, istikameti şaşırabilir. Mecazi cezbe, hakiki cezbenin gölgesi, yani Allah’ın arşının gölgesi altındadır.”

MECAZÎ CEZBEYİ HAKİKİ CEZBEYE DÖNÜŞTÜRMEK                                                   

 

       Hâsılı, âriflerin tavsiyesinden şu çıkıyor: Kendisine cezbe verilen kimse mecazî cezbeyi hakiki cezbeye dönüştürmeli. Rabbine teslim olanların, yani kendini bilenlerin cezbesine sahip olmak gerek. Mevlâna Hazretleri’nin, Yunus Emre Hazretleri’nin cezbesine tâlip olmak kimsenin haddi değil. Fakat uluların cezbesine ulaşmak için muhakkak ki cezbeli olmak lâzım. Asrımızın en cezbeli insanı Gemuhluoğlu, “Günahlarınız bile şevk içinde olsun, eğer günah işleyecekseniz. Şevki seçiniz. Aşkı seçiniz…” diyor. 

Namaz kılarken, sohbet ederken, “gönül işi bir türkü”, bir ilahî dinlerken cezbe hâlinde olmak; hastayken bile cezbe içinde inlemek ne güzel. Bu hâli yaşayan var mı aranızda?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi