Ölümü öldürenler

Ölümü öldürenler

Ortak hiç bir şeyleri olmayanların bile en sarsılmaz ortaklığıdır ölüm. Hangi din, dil, ırk, renk, sınıf, zümre ve tabakaya mensup olursa olsun, bütün insanları yakalayan bu büyük tecrübe hiç kimseyi ayırt etmeksizin, herkese eşitçe pay edilmiş bir makamdır. Biraz öncesi biraz sonrası fark ediyorsa da bu fark bile ölümü tadan nefis için ölüm anında bütün anlamını yitirir. Herkes kendi payına düşenin şaşırtıcı eşitliğini sağlayan külli varlığın karşısında önce bir hiç olma tecrübesini yaşar.

Başkalarının ölümü sıra sıra bize sürekli kendi ölümümüzü gösterir; bize hayatımızın da bu mutlak hiçliğin kara deliğine doğru çekiliyor olduğunu mütemadiyen hissettirir. Biriktirdiğimiz mallar, mevkiler, unvanlar, anlamlar, isimler, hepsi ölümün berzahından geçerek “sanki hiç olmamış, sanki hiç yaşanmamış gibi olur”. Bir ölüm başka bir ölüme katılarak insanlar arasındaki asıl büyük uzlaşmayı, büyük ittifakı her seferinde yaşayanlara, “o büyük ortaklığın müstakbel adaylarına” hatırlatır. Bu yüzden her ölümde bizim ölümümüze dair de bir haber, bir mesaj vardır.

ölümün yolladığı her mesajı bize değil de başkasına yollanmış bir mesaj olarak görmek insanın en tipik gafletidir. Her ölüm biraz da bize bakar, bizi çağırır oysa. Aslında sadece öte dünyaya değil, bu mukadder ortaklığın bu dünyada başlatılmasına da çağırır. O yüzden ölümler gelip çattığında ilk bariz etkisi yaşayanları biraz daha birbirine, hayatı biraz daha ölüme, ölümü biraz daha hayata, fakiri biraz daha zengine yakınlaştırmasıdır. Taziyelerin dili özel bir ihtimam gerekmeksizin bu duygunun ifadeleriyle doludur.

Bir nasihattir ölüm. İnsanın yeryüzündeki çaresizliğinin bir ayet gibi ortaya çıktığı; insan kibrinin ve gururunun, kendine yeterlilik (istiğna) ve üstünlük duygusunun nasıl bir büyük cehaletin sonucu olduğunun göz alıcı bir netlikle seyredildiği bir ibret hadisesidir. ölüm ortaklığından yola çıkılarak insanlar arasındaki her türlü eşitsizliğin, haksızlığın, adaletsizliğin mahkûm edilmesi mümkün. ölümler vesilesiyle insanların yeni başlangıçlar yapması, acıların o büyük ortaklığa atıfla paylaşılması mümkün. ölmeden ölmek, ölümün içerdiği o insani yakınlığı iliklerine kadar hissetmek, başkalarına karşı, “öteki”ne karşı yoğun bir şefkat ve merhamet duygusu ile dolmak, ölümü hayata katmakla mümkün.

Ne var ki bu mümkünlere rağmen ölümlerin çoğu kez yeni kavgalar, yeni ihtilaflar için vesile kılınması da mümkün.

Türkiye'de bazı ihtilafları körüklemek, insanları birbirinden ayırmak ve birbirine nefret ettirmek üzere cenazeler müthiş bir mesaj teknolojisine uygun olarak üretildi. Doksanlı yıllardan itibaren üçok, Aksoy, Mumcu, Kışlalı, Hablemitoğlu gibi sembolik isimlerin “üretilen” ölümlerine yazılan yoğun nefret mesajları toplumu birbirine düşman etmekle kalmadı, aynı zamanda büyük bir ortaklık olan ölümü katletmeye de kast etti.

Bu “ölüm katliamı” şehit cenazelerinde her türlü teknolojinin kullanıldığı tam bir seri üretime geçti. Bu törenlerde ölüm, basit parti veya taraf propagandaları uğruna insanları yakınlaştıran değil uzaklaştıran, nefret ettiren bir enstrüman olarak hoyratça harcandı.

17 kız çocuğunun öldüğü Konya'daki Kur'an kursu hadisesi karşısında yazılanlara baktığımda aklıma gelenler bunlar oldu. Şahsen 17 küçük çocuğun ölümü beni yeterince sarsmış ve kendime doğru derinlemesine bir dalışa sevk etmişti. İlk hissettiğim derin bir acıydı, sadece acı. Bu acıyla bir şey yazmak da gelmedi içimden, çünkü ölümle, hem de çocukların ölümüyle, hem de büyük bir ihmaller zincirinin karıştığı bu “ölüm üstüne ölümle” gelen bu “ders üstüne dersin” karşısında bu kadar aceleyle söylenecek her şeyin bu saf acıyı yozlaştıracağını, biraz riyakârlığa biraz da küstahlığa kaçıracağını hissettim.

Yine de bu hadise karşısında, ölüm hakkında söyleyecek bir şeyleri olanlar çıkabilirdi, bunu da bekledim doğrusu.

Maalesef yazılanların birçoğunda görebildiğim, her ölüm hadisesinin göze kestirilen bir başkasıyla olan kavga için bir fırsat olarak görülmesi alışkanlığının artık kalıplaşmış bir davranış haline gelmiş olmasıydı. Sadece bu konuda değil, birçok konuda bütün değerler sadece başkalarına “çakma” fırsatı olarak hatırlanıyor.

O çocukların ölümü üzerine hiçbir içten ağıt yakmaya ne münasebeti ne de duygusu olanların bu konuyu ele almak için bulabildikleri tek vesile, bu olaya karşı gözlerine kestirdikleri birilerinin kayıtsız kalmış olması veya hiç değilse kendilerinin beklediği tepkiyi vermemiş olması oldu.

Buna rağmen başkalarını bu konuya kayıtsız kalmakla suçlayanların kaleminden ölüm gerçeğinin veya bu çocukların ölümünün trajikliği üzerine insanı biraz düşünceye, biraz tefekküre sevk edecek tek bir satırın çıkmaması acıdır.

ölümün acısını hiç hissetmeden dışlayıcı sözcülüğüne soyunmak… Esas acı, esas ölüm bu: ölümü öldürmek.

Dolayısıyla işe başlayacağımız yer de burası, hepimizin tek ortaklığı olan ölümü diriltmek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi