D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Şehirsiz “şehirli”ler...

Şehirsiz “şehirli”ler...

“Şehir” ve “Kültür” kavramlarının birbiriyle ne ölçüde ilişkisi olduğunu dilimize Farsçadan geçen “şehir” kelimesi veya son zamanlarda Türkçe sanarak kullandığımız “kent” kelimesi pek doğrudan ortaya koymaz.


Arapçada şehir karşılığı olan “medîne” ise, iki kavramın ilişkilerini en açık biçimde ilân ediyor. “Medîne” den türeyen “medenî” ve “medeniyet” kelimelerini hatırlamak yeterlidir sanıyorum. Şehirli olmak, kültürlü olmakla, “medenî” olmakla eş anlamlı. Kültürler şehirlerde neşvünema bulur, medeniyetler şehirlerde teşekkül eder. Bu bilindiğinde, “medenî” karşılığı olarak uydurulmuş olan “uygar”ın sırf medeniyetsizlik alâmeti bir acibe olduğu kolayca anlaşılır.


Şehirler kültür faaliyetlerinin gelişme imkânı bulduğu vasatlara sahip oluyor. İlişkiler inceliyor, yakınlaşmalar çoğalıyor. İnsanların yiyip içmeden başlayarak her türlü davranışları süzülüyor, iyice “rafine” hale geliyor. Şimdi kullandığımız “şehrî” yani “şehirli” kelimesinin bizim sözlüğümüzde “ince, kibar, nâzik” gibi anlamları var. “Parizyen” yani Paris’li olmak, “İstanbul’lu” olmak veya kültür ve medeniyet oluşumu açısından önem taşıyan bir şehirden olmak insanların davranışlarından hemen anlaşılıyor.
Osmanlının “İstanbul Efendisi” medeniyet timsali olarak artık tarih oldu. Osmanlı, bir kadıdan, hukukçudan “İstanbul Efendisi” sembol şahsiyetini çıkardı. Cumhuriyetin bir Ankara efendisi (bayı) neden olmadı? Hukuk mu yatağından çıktı, hukukçular mı topluma örnek olacak birikime sahip olamadılar?


Yalnız imparatorluk başkentleri değil, tarihî geçmişleri o kadar zengin olmayan veya nüfus itibariyle de fazla kalabalık sayılmayan şehirlerin sakinleri dahi kültür ve medeniyet bakımından farklı bir görünüşe sahip oluyorlar. Bu yüzden eskilerin “medenî” - “bedevî” ayırımı var. Eski Yunanlıların site sakinlerini “medenî”, dışındakileri “barbar” saymalarıyla paralellik gösteriyor bu adlandırma.


Türkçedeki “şehirli” - “köylü” ayırımı da tam böyle değilse bile, kültürce farklılaşmayı açıkca hissettirmiyor mu?
Geçmişimize dönüp bir Selçuklu veya Osmanlı medeniyetinden, kültüründen bahsettiğimiz zaman bunun şehirlerde oluştuğunu da unutmamamız gerekiyor. Selçuklu medeniyetinin en önde gelen şehirleri Konya, Sivas, Kayseri, Erzurum hemen ilk aklımıza gelenler. Osmanlı medeniyetinin başşehri, İstanbul olmakla beraber, Bursa, Edirne, Manisa, Kütahya, Kastamonu, Amasya, Urfa, Diyarbekir gibi şehirlerin bu kültür ve medeniyetin oluşmasındaki yerleri unutulmamalı. Elbette, bugünkü sınırlarımızın dışında kalmış bir çok önemli Osmanlı şehri olduğu da hatırdan çıkarılmamalı.


Türkçenin bazı kuzey lehçelerinde bizdeki “şehir” kelimesine karşılık olarak kala/kale kelimesi kullanılmaktadır. Bu esasen, batıdan Ruslara geçmişi olan “burg” kelimesinin karşılığıdır. Bu kelime ise şehir anlamına gelir; daha doğrusu etrafı surla çevrilmiş şehir... Bu “burg”un arapça “burç”dan iktibas edilmiş olma ihtimalini de bir tarafa kaydetmemiz gerekiyor. “Burjuvazi” işte bu “burg”ların ahalisidir. Şehir ahalisinin seçkinleri tüccar ve esnaftır. Batıda burjuvazi, şehirliler veya şehir seçkinleri belli bir dönemden sonra bütün sanatların hamisi oldular. Onların incelmiş zevkleri bütün sanatları besledi. Modern dönemin kültürünü oluşturdu.


Türkiye’nin burjuvası denilebilecek kesim, ne sanattan anlar, ne estetikten. Bir çoğunun kapı gibi diplomaları vardır ama, okur yazar değildirler. Ders kitabı dışında okudukları kitab sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Tarihimize mal olmuş beş şair, yazar, ressam, fikir adamı… say deseniz, daha birinci isimde tökezlerler. Güzel sanatlar onların kapısından geçmez. En hayide metaları sanat eseri sanırlar. Bütün sanat kesimlerinin bildiği bir kavramla ifade etmek gerekirse, onların en pahalı zevkleri dahi “kiç” çerçevesinde kalmıştır. (“Kitsch” değersiz şey, düşük kalitede sanat ve edebiyat malzemesi. Avam zevkine hitap eden şık görünümlü kalitesiz eser.)


Neden böyledir peki? Çünkü Türkiye’de şehirler, epeydir şehir olmaktan çıkmıştır.
Şehirler şehir olmaktan çıkınca, güç/iktidar şehirleri şehirlikten çıkarınca, şehirlilik de ortadan savuşmuştur. Rant uğruna şehir tahripçisi ve şehirli olmayan burjuvazimiz, “güc”ü her şeyin yerine koymuştur. “Güç” varsa, parayı bastırır zevksiz, kalitesiz, fakat gösterişli, pahalı kitaplar basabilirsiniz. Herkes onu gerçek kitap sanır veya gerçek kitapmış gibi övgüler düzer!
Gücünüz varsa, sağda solda, derinliği olmayan, mesnetsiz millliyetçimsi çığlıklar atabilirsiniz ve bu birileri tarafından sizin milliyetçiliğinizin, yurtseverliğinizin göstergesi sayılabilir.


Oysa ne kültür, ne sanat, ne de fikir Türkiye burjuvazisinin kapsama alanına girememiştir gerçek anlamda. Elbette istisnalar vardır, onlara bir sözümüz yok. Fakat bugünlerde temsilci mevkiinde bulunanlara göre söylenebilecek olan budur.
Toplumu ayakta tutan değerleri yaşatmak, iyiliği ve güzelliği sürdürmek ciddiyet ister. Lâfla, nutukla, hamasetle olmaz. Süreklilik ve istikrarla olur. Gelenek oluşturmak da bir şehirliliktir.


Türkiye maalesef bu anlamda “millî burjuva”sını ortaya çıkaramadı, iyi kötü aklı eren, incelmiş zevkleri olanlar, batıdakilerin zevk ve estetik duyarlılıklarını sahipleniyorlar. Ona uygun sanat ve kültür yapılarını ayakta tutmaya çalışıyorlar. Bu maksatla yüzlerce kişilik senfoni orkestraları besleyenler bile var. Başka bir medeniyetin, kültürün mirasını, değerlerini sürdürmek için böylesine büyük masraflara girmekten kaçınmıyorlar. Buna karşılık, tarihi, kültürel hassasiyetleri olması gereken, inanç-düşünce ekseni bir medeniyet parspektifi oluşturması beklenen varlıklı kesimlerden bir nefes bile hissedilmiyor.


Günlük siyasete boğulmuş zihinlere böyle hatırlatmalar yapmak, abesle iştigal sayılır her halde!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi