D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Roman tarihin neyi olur?

Roman tarihin neyi olur?

Türkiye’de son yıllarda çok sayıda roman yayınlanıyor. Yılda altı-yedi yüz roman! Tabiî bunun küçümsenemeyecek bir nisbetini tarihî romanların teşkil ettiği tahmin edilebilir. 

Bir taraftan tarihî romanlar, diğer taraftan tarih olmuş romanlardan uyarlanmış filmler veya diziler. Daha da fazlası: Tarih dizileri...

Tarihe mi çok meraklıyız, sözümüzü tarih üzerinden söylemeye mi?

7-9 Kasım’da Dolmabahçe Sarayı Sanat Galerisi’nde Türkiye Yazarlar Birliği’nin 35. Yıl faaliyetleri cümlesinden “Tarihî roman ve tarihte roman” sempozyumu yapıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı’nın desteği ile yapılan toplantıya Milli Saraylar Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı’nın da katkıları oldu. 

II. Milletlerarası Tarihi Roman ve Romanda Tarih Sempozyumu’na Türkiye dışında Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Gürcistan, Türkmenistan ve İrlanda’dan yazar ve edebiyat eleştirmenleri katıldı.

İlk tarihî roman sempozyumu 10 sene önce Topkapı Sarayı’nda yapılmıştı. On yıl içinde köprünün altından çok sular geçti. Daha doğrusu çok romanlar yazıldı! 

Sadece tarihî roman değil, tarihî romanlardan yapılan filmler ve diziler ve tarih dizileri... Elbette bunlar on yıl önce de vardı, fakat bu nisbette değil. Tarihin ne şekilde olursa olsun bu ölçüde aktüelleşmesi elbette üzerinde durulması gereken bir husus. 

Sinema tarihimizin en yüksek hasılat yapan filmi Fatih’le ilgili. Televizyon tarihimizin içte ve dışta en çok ilgi gören dizilerinden biri Kanunî’yi konu alıyor.

Fetih ve Fatih nasıl anlatılıyor, Kanunî Süleyman ve devri nasıl tasvir ediliyor bunlar ayrı konular. 

Kısacası bu toplantıda konuşulacak çok şey vardı.

Tarihî roman, taşı ve kağıdı bulunulan zamanda konuşturma sanatı aslında. Tarih ilmi ile tarihî roman arasındaki sınırı muhayyilenin hürriyeti çiziyor. Tarihçinin taşa, kâğıda –her türlü vesikaya- tanıdığı hakları gerçek tarihî roman inkâr etmiyor hiçbir zaman. Fakat onları yeniden yazma hakkından da vazgeçmiyor. 

Tarih ne kadar hakikat? Tarihî romanın gerçekle ilişkisi ne ölçüde? İlim adamının bütün gayretlerine rağmen ulaşamadığı gerçeğe sanatçı sezgisi varmış olabilir mi? İşin içinden çıkmak gerçekten müşkil. 

Bazı sanatkârlar tarihi tarihçilerden daha sahici hâle getirebilirler. İlle de “daha doğru anlatırlar” demiyorum elbette. 

Merhum romancımız Tarık Buğra Küçük Ağa’da Millî Mücadele’yi bütün inkılâp ve Cumhuriyet tarihi kitaplarından daha fazla ruhuna nüfuz ederek anlatabilir. 1930’ların Türkiye’sini Kemal Tahir’in Yol Ayrımı romanında bütün sahiciliği ile bulabiliriz. 

Tarihin konusu olan bir şahsa bir edebiyatçı eserinin kahramanı olarak herkesçe kabul edilen bir kişilik kazandırabilir. Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e öğütlerini, vasiyetini hiçbir tarihte Osmancık’daki kadar sahici ve etkileyici bulamayabiliriz. Nitekim, bu kitapta yer alan bir edebî metin, bugün Osman Gazi’ye ve hatta Edebali’ye ait tarihî mekânlarda bile tarihten bir levha olarak asılmaktadır. 

Tarihi Roman sempozyumunda zaman zaman “tarihi mi konuşuyoruz, romanı mı?” tereddütüne düşmedik değil. 

Volter şöyle söylemiş: “Tarih gerçekmiş gibi tasvir edilen hikâyelerden, fabl/hikâye ise muhayyile mahsulü imiş gibi anlatılan gerçeklerden ibarettir.” “Fabl”ın Kamus-ı Fransavî’de “hikâye, mesel, kıssa” olarak karşılandığını burada belirtelim. 

Zaman içinde cereyan eden ve teşekkül eden bir oluşu inceleme, anlatma; tarihin yaptığı bu. Bir zaman ilmi tarih. Zaman ilimlerinde ölçme değil, sezgi önemli denilebilir. Çünkü bütünüyle ölçülebilir, sayılabilir bir sahadan söz etmiyoruz. 

Tarih tam mânasıyla bizim tecrübe alanımızda değil. Geçmişi bırakın, bugünün olaylarını bile tamamıyla görmemiz, müşahade etmemiz adeta imkânsız. Marmaray’ın açılışı yapıldığında biz Ankara’daydık. Haberlerden seyrettik. Bütün hadiseleri, olan bitenleri seyretmemiz de mümkün değil. Hoş seyretsek ne olacak? Seyretmek bir şeyin hakikatine vakıf olabileceğimiz anlamına gelebilir mi? Çünkü ne gösterilmek istendiyse onu görmüş olma ihtimalimiz çok kuvvetli. 

Zaman zaman “büyük tarihçiler büyük romancılardır” diyesim geliyor! Muhayyilesiz tarihçi olur mu? Olursa nereye kadar olur? Muhayyilesini eldeki vesikalarla konuşturan tarihçi gerçek tarihçidir. Eğer sadece vesikaları sıralayıp işin içinden çıkılacağını sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Bu durumda okuyucunun bir adım ötesine geçip sizin işinizi tamamlamasını bekliyorsunuz demektir. 

Tarihçilerin de didaktiği, romantiği var. Roman heyecanıyla okuduğumuz tarih kitapları yok mudur?

Zıddını da söyleyebiliriz: Tarih ciddiyetiyle okuduğumuz romanlar yok mu?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi