Cemal Nar

Cemal Nar

Yazık Oluyor

Yazık Oluyor

Bence Muhterem M. Fethullah Gülen Hoca Efendi bugünlerde artık dershane konusunda konuşmasa iyi olur. Mevzuya yeteri kadar balıklamasına dalmıştır, ama bence yanlış yapmaktadır. “Benden günah gitti” diyerek bu konuda “sükut suretinde” konuşsa belki daha etkili olur. En azından daha az yıpranır.

Biliyorum, bu konuda sözüm dinlenmeyecektir. Hatta "Ne dostun bu mevzudaki vefasızlığından, ne düşmanın cefasından sarsılmamalı” demesine bakarsanız, bizi “vefasızlıkla” itham da edebilir.  Olsun, bir Müslüman olarak ben faydalı gördüğümü tavsiye edeceğim.

O ve cemaati şunu görmezlikten geliyorlar: dershane bu milletin sırtında bir kamburdur, bir fuzuli yüktür. Bu yükün, bu fakir millet sırtında devamını istemek haksızlıktan öte bir vebaldir. Maksat dine ve gençliğe hizmet ise bunun bin bir çeşit şekli bulunur. Onların bu konuda öncülük eden maharetlerini herkes bilir.

Dershane sonuçta bir israf sebebidir. Nasıl mı?

Diyelim bir öğrencinin okuyacağı on tane ders var. Bu on ders için devlet okul açmış. İyi kötü okutuyor. Aynı dersleri dershane niye tekrar okutuyor? Bırakın, çalışan kazansın öğrenciler arasından. Eğitim kötüyse, herkes için kötü. “Elle gelen düğün bayram” demişler.

Yok, zengin çocuğuna özel ders verdirirmiş. Ne alaka? Elbette verdirir. Parası varsa okul bile açar. Bunda yadırganacak ne var? Yani dershane varken böyle şeyler olmuyor mu? Siz bu ülkede kiminin zengin kiminin fakir olmasını önleyebilecek misiniz? Değilse boş konuşmanın manası ne?

“Okulun bıraktığı boşluk” deyin, “beceriksizlik deyin, ihmal ve tembellik” deyin, ne derseniz deyin, ama o on dersi tam öğretememiş okul. İşte sorunun kaynağı bu! Bu sorunu dershane görmüş ve değerlendirmiş. Aynı on dersi o da veriyor. Babasının hayrına değil elbette, parayla veriyor. Ben de psikolojik olarak oğlumu o dershaneye vermek zorunda kalıyorum. Yoksa çocuk bana düşman olacak…

Şimdi bir masraf okula, bir masraf da dershaneye veriyorum. Bir çocuk varsa 2 bin, iki varsa 4 bin, üç varsa senede 6 bin lira. Gitmesi gelmesi, yemesi içmesi hariç daha. Az mı? Yahu benim günahım ne?

Aynı iş için iki yer israftır. Ya dershane kapanacak, ya okul. Sen devletin yerinde olsan hangisini kapatırsın?

Ha, devlet de bunu yaparken, okulunu adam edecek. Etmeli de. Milli Eğitim böyle gitmez. Korkunç bir felaket, hatta cinayet var orada. Bir an evvel ıslah edilmeli.

Devlet şimdi “işin farkındayım” diyor. “Adam edeceğim” diyor. “Hayır, etme, edemezsin” demenin anlamı yok ki? Bırakın etsin! Hatta yardım edin de etsin. bu arada sizi de mağdur etmesin. Oturun konuşun. Daha fazla teşvik mi, daha fazla binaya müsamaha mı, her ne ise, oturun bunu konuşun. Kavganın gereği ne?

Tamam, bir adam bir ağaç dikse, onun kesilmesine veya kurumasına üzülür. Ama elden ne gelir? Dershaneyi kuran ve bu hale getirenler, fıtraten üzülürler, ama akıllarıyla bunun gerekliliğini görmeli ve yola format değiştirerek devam etmelidirler.

Fakat gel gör ki Hoca Efendi milli mücadele verir gibi “müdafa” diyor. “Savunma” diyor. Bunu da “hakka sahip çıkma” olarak görüyor. İşte bu yanlıştır. Bunu görmeli Hoca Efendi. Görmeli ve çözüm için masaya oturmalı.  Bu arada ateşli, öfkeli, kahırlı, kırıcı ve ileride pişman olacağı sözleri söylememeli. Yani herkese tavsiye ettiği şeyi önce kendisi yapmalı.

Yazıktır, ne Hoca Efendi yara alsın, ne de bu milletin yarısının teveccühünü kazanmış, bizim “İmam Hatip Davamızın” bir canlı temsilcisi olan Sayın Erdoğan yara alsın. Bunlar bu ülkeye lazımdırlar. Birbirleriyle uğraşırlarsa “havaları gider”. Bundan da dindarlar zarar görür. Bu işe en çok Kemalistler, Ergenekoncular, darbeciler, cuntacılar, sosyalistler, şişman kediler ve dış düşmanlar sevinirler.

Şimdi Hoca Efendi diyor ki:

Hazreti Pir “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir” diyor. Birinin o ölçüde sevgiye, takdire, tayine, desteklenmeye hakkı yoksa şayet, siz o mevzuda aşırı gittiğinizden dolayı, Allah, “Onların hakkı o kadar değildi!” diye sizi tokatlayabilir. Ben yediğim tokatları bundan biliyorum.

Şimdiye kadar hiç kimseye yapmadığımız şeyleri yaptık; “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir”, Allah tarafından tokat yiyorum, Allah affetsin. (…) Zira kâmet-i kıymetinin üstünde, o ölçüde liyakati olmayan insanlara değer atfetme mevzuu, hakikati alt üst etme demektir. Kader, “Öyle değil bu mesele; alın siz ağzınızın payını!” dedi ve bize tokat üstüne tokat indirdi. Şamarı bir başkası değil, biz yiyoruz." http://www.samanyoluhaber.com/kultur/Hocaefendi-yeni-sohbetinde-onemli-tespitlerde-bulundu/1034482/)

Kimdir bu “o ölçüde sevgiye, takdire, tayine, desteklenmeye hakkı yok” olan adam veya adamlar? Dendiğinde akla Recep Tayyip Erdoğan Beyden ve çevresinden başkası gelir mi?

Zorlarsanız gelir.

Nitekim Ali Karahasanoğlu Yeni Akit’te “Hocaefendi’ye Allah’ın tokadı!” başlıklı bir yazı yazdı. Bir yerinde şöyle diyor:

“Evet; Hocaefendi’nin Bülent Ecevit’e, Çevik Bir’e, Patrik Bartholemaous’a, Papa’ya, Mesut Yılmaz’a, sonraları Deniz Baykal’a ve Kemal Kılıçdaroğlu’na gösterdiği “gayr-ı meşru muhabbet” sebebi ile çok eleştirilerimiz olmuştu.

Doğrusunu söylemek gerekirse, biz “gayr-ı meşru muhabbet” tanımlaması yapmıyorduk ama. Hocamız bize, "gereksiz kişilere, gereksiz sevgi"nin hangi kavramla ifade edileceğini de öğretmiş oldu. İnşallah bundan sonra, böylesi bir “gayr-ı meşru muhabbet”i, kendisi de tekrarlamaz. Sevdikleri de tekrarlamaz. Hocamızın duasına, kendimizi de katarak iştirak edelim: “Allah hepimizi affetsin.” (https://www.habervaktim.com/yazar/62474/hocaefendiye-allahin-tokadi.html)

Yazının devamında niçin böyle dediğinin gerekçelerini de yazmış. İsteyen tıklayıp okuyabilir ama bilinen şeyeler yani…

Hiç beklemediğim insanlardan hiç beklemediğim sözleri duyunca çok üzülüyorum, çok. Yarın yüz yüze bakacakların birbirini hem de aleni bir şekilde böyle itham ederek yıpratmaları, kelimenin en hafifi ile şık değildir, yakışıksızdır.

Allah aşkına “Şimdiye kadar hiç kimseye yapmadığımız şeyleri yaptık” ne demek? “Siz “Şimdiye kadar hiç kimseye yapmadığımız şeyleri yaptınız” da karşılık görmediniz mi? Onların iktidarından velev ki hakkınız olsa bile,  hiç faydalanmadınız mı? “Bir fincan kahvenin hatırı” içinceye kadar mı?

Daha evvelki karşılıklı söylenen sözleri nereye koyacağız? “Acaba hangi söz hangi konjonktürde söylendi” diye her sözün samimiyetini mi tartışacağız? Verilen her beyanatı o vaziyetteki çıkara göre söylenmiş “ayarlı” sözler mi kabul edeceğiz? Nerede arayacağız sevgiyi, dostluğu, sadakati, vefayı, îsarı, tahammülü, hoşgörüyü?

Sevgili Hoca Efendi bu meseleyi eğitimci arkadaşlarına havale etse ve bu mevzuda hiç konuşmasa, bence daha iyi olur. Hiç korkmasın, böyle yapmakla “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan” asla olmaz.

Biz bir eğitimci ilahiyatçı olarak onu ve hizmetini iyi tanıyoruz.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi