Abdullah Büyük

Abdullah Büyük

Ölüme mi alıştık ölmelerine mi?

Ölüme mi alıştık ölmelerine mi?

Son zamanlarda ‘şu kadar ölü, bu kadar yaralı’ lafını çokça işitir olduk. Belki sebebi atılan bir bomba ya da patlatılan canlı bir bomba, silahlı bir çatışma. Ama şunu fark ediyorum ki, artık bu gibi haberler karşısındaki halimiz-tavrımız değişti. Şaşırmak, üzülmek, belki de ağlamak yerine dinleyip, tepki vermeden devam ediyoruz. Neden peki? Haberini çok duyduğumuzdan, ölümlere mi alıştık? Yoksa Müslüman kardeşlerimizin yakılıp, bombalanmasına mı? Çıkan silahlı çatışmalardaki verilen can kayıplarına mı? Yoksa ölüme mi alıştık? Yok, hayır ölüme alışmadık. Çünkü ölümün bir gün bize de uğrayacağını düşündüğümüzdeki korku hala yerinde duruyor. Biz, başkalarının ölmesine alıştık. Ölümün bize değil, hep başkalarına uğrayacak olmasına alıştık. Görmediğimiz, tanımadığımız Müslüman kardeşlerimizin, yurttaşlarımızın ölüm haberini almaya alıştık. İşte bu nedenle alıştık ve tepki vermez olduk duyduğumuz katliam haberlerine. 

 Rabbimizin bizden istediği bu olmamalıydı. Başta kendi ülkemizde olmak üzere dünyanın dört bir yanında akan kanlar bunun için olmamalı. Haberlerden izleyip, birkaç dakika üzülelim diye olmamalı… Akan kan, bir şeylerin habercisi olmadı mı hep tarihte. Ya bir dirilişin, ya bir davanın… Ve bir netice getirmedi mi beraberinde? Ya fethe sebep oldu, ya kurtuluşa. Hepsinin “Muhakkak ki her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır” düsturunca getireceği güzel neticeye yönelik bir inanç vardı. Peki ya şimdi, yanı başımızda suikastlar nedeniyle verilen canlar neticesinde istenilen çözüm gelecek mi? 

“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” buyuran Rabbimiz, yine hangilerinin daha iyi amel edeceğini kendilerine göstermek için, insanoğlunu dünyanın dört bir yanında meydana gelen hadiselerle deniyor. Bazı Müslümanları çeşitli musibetler vererek deniyor. Verecekleri tepkinin sabır ya da isyan doğrultusunda olacağını kendilerine gösteriyor. Bazı Müslümanları ise kendilerine rahat, afiyet vererek imtihan ediyor. Şükretmelerini ve darda olan kardeşleri için harekete geçmelerini istiyor.

Fakat günümüz Müslümanları ümmet bilincinin yerleşmesine en büyük engel olan bir hastalığa tutulmuş bulunmaktadırlar. Hiç şüphesiz bu, rahata düşkünlük hastalığıdır. Sahip olduğu nimetleri kaybedeceği ve hiçbir terslik olmayan, afiyetle sürdürdüğü yaşamına en ufak sıkıntıların dahi isabet edeceği korkusu. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığı maalesef ki Müslümanların hayatlarının çerçevesini çizmiş durumda. Oysaki Müslüman, “ateş nereye düşerse düşsün beni de yakar” demeli ve Mevlana hazretlerinin belirttiği gibi şu bilince sahip olmalı değil miydi? “Şems bana bir şey öğretti. Yeryüzünde bir tek mümin üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin. Bende biliyorum ki yeryüzünde üşüyen müminler var, artık ben ısınamıyorum. Eskiden açken bir çorba içince doyardım. Ama şimdi hiçbir şey bana bir besin hazzı vermiyor. Çünkü biliyorum ki açlar var. İşte Şems bana bunu öğretti.”

Bu gün, biz de biliyoruz ki, üşüyen kardeşlerimiz, aç kalan kardeşlerimiz, türlü eziyetlerle zulüm gören kardeşlerimiz, bomba sesleri içinde korku ve endişe ile bekleyen kardeşlerimiz var. Hamdolsun ki son çeyrek asırda Müslüman insanımız olayın farkına vardı. Suriye’de, Mısır’da, Çin’de ve diğer yerlerde olan olayların arka bahçesini gördü. Namusumuzun dışında ne varsa, mazlum Müslümanlarla paylaşmanın adımları sıklaştı. Bundan dolayı, bu paylaşımın içinde olan herkesi hayırla yâd ediyor ve teşekkürü bir borç biliyoruz. Ölümümüzün şeb-i arus olması niyazı ile cumamız mübarek olsun. 

 (1) İnşirah 5,  (2) Mülk 2

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Abdullah Büyük Arşivi